HİKMET PINARI / İman Göklerin ve Yerin Nûrudur

  • 07 Temmuz 2023
  • 193 kez görüntülendi.
HİKMET PINARI / İman Göklerin ve Yerin Nûrudur
REKLAM ALANI

HİKMET PINARI
İman Göklerin ve Yerin Nûrudur
Hayrünnisa Hanım

“Ey Rabbim! Zat’ının Celaline ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun”
Allah-u Zülcelal en-Nûr suresinin 35. ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
“Allah-u Zülcelâl göklerin ve yerin nûrudur.”
Nûr ışık, parlaklık anlamındadır ama Allah-u Zülcelâl zahir olan hiçbir şey ile eşleştirilemez. O’nun Zat’ı ve sıfatı bir şey ile sınırlı değildir ve herhangi bir şey ile düşünülemez. Bu sebeple alimler bu ifadeyi önceki ve sonraki ayet-i kerimeler ile birlikte izah etmişlerdir. Önceki ayet-i kerimede:
“Doğrusu biz, size dinin hükümlerini açıklayan âyetler, sizden önce gelip geçen toplumların hayatlarından ibretli örnekler ve kalpleri Allah saygısıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanlar için öğütler indirdik.” (Nûr; 34) buyurulduğuna göre, Allah’ın nûru ile kast edilen, Allah’ın hidayet nûrudur.
Esasen Nûr sûresi başından itibaren insanların iffet ve namus esasına göre yaşamaları hususunda ilâhî hükümleri açıklamaktadır. Böylece müminlere İlahi hükümleri bildirerek, öğütler vererek onların yollarını ilim ve irfan nûruyla aydınlatmaktadır. Ayetin devamına bakıldığı zaman bu daha iyi anlaşılır:
ؕ ؕ
“…Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır…”(Nûr, 35)
Allah-u Zülcelal’in bu kandilde bahsetmiş olduğu nûr, Allah’ın kalplerimize yerleştirmiş olduğu imandır ve o kandil de kalptir. Âyette geçen
(mişkât)ı fanus, (misbâh)ı lamba, (zücâce)yi kristal cam olarak tercüme edebiliriz.
Bu nûru kuluna lütfeden ve dilediği kulunu ona eriştiren Allah-u Teâlâ’dır. Lamba mü’minin göğsüdür. Kristal cam onun kalbidir. Mü’minin kalbi, inceliği, temizliği ve sağlamlığı yani Allah’ın hükümlerini muhafaza etme vasfına sahip oluşu sebebiyle kristal cama benzetilmiştir.
Mü’min kalbi berrak bir cam gibi temizdir, hikmetle bakar, eşyayı hakikatiyle görür. Allah’ın emirlerine sonsuz bağlı olmak konusunda sert ve katıdır. Bununla birlikte incedir, rakiktir. Yani hassas ve merhametlidir. Yani lamba, mü’min kulun kalbinin bir temsilidir.
O kandil (kalp) içinde ışık saçan imanın kendisidir ve yeryüzü onunla aydınlanır. Yerin ve göğün nûrundan maksat, imandır.
Bu imanın tecellisi de biz yeryüzündeki insanlardır. Allah’ın bize vermiş olduğu nimetler, güzellikler ise Allah-u Zülcelal’in nûrunun bir işaretidir.
Allah-u Zülcelal bu imanın parlayan bir yıldız gibi olduğunu belirtmiştir. Yıldızlar karanlığı nasıl aydınlatıyorsa bu iman da yeryüzünü aydınlatır. Bu durumda ayet-i kerimenin manası şöyle olur:
“Allah-u Teâlâ’nın mü’min kulunun kalbindeki nûrunun misâli içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir fanusta, camın içerisinde gibidir.”
Karanlık, kapalı bir yerde bir ışık açıldığı zaman o ışığın derecesi daha yüksektir ve o ışık daha çok göze çarpar. Kalp de insanın sadrına yerleştirilmiştir ve kapalıdır ve onu aydınlatacak bir ışığa ihtiyacı vardır, o ışık da imandır.
Yarasa gibi havanatlar nasıl ışıktan rahatsız olurlarsa, ehli küffar olanlar, imanı zayıf olan, günahlar içinde bocalayanlar o ışıktan (imandan) rahatsız olurlar.
Übey b. Ka‘b radıyallahu anh şöyle der:
“Mü’min şu dört durum arasındadır: Bir nimete nâil olduğunda şükreder, belâya uğradığında sabreder, konuşunca doğru söyler, hükmedince adâletle hükmeder. Onun diğer insanlar arasındaki durumu, ölüler arasında dolaşan diri gibidir. O, şu beş nûr içinde dolaşır: Onun konuşması nûr, ameli nûr, gizlisi nûr, açığı nûr, kıyamet günü dönüşü de gerçek Nûr olan Allah’adır.” (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIII, 237)
Bizi de Allah azze ve celle o kadar mübarek kılmış ki o nûru bizim kalbimize yerleştirmiş.
Hidayet Nûru
Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerinden biri (en-Nûr)’dur. Bu isim Rabbimizin, bizim bildiğimiz bilmediğimiz bütün nûrların yaratıcısı olduğunu ve bizim bilemeyeceğimiz bir surette bizzat kendisinin de bir “Nûr” olduğunu haber verir.
Bir defasında da Resûlullah aleyhisselatu vesselama “Ya Rasulallah Rabbini gördün mü?” diye sorulduğunda: “Bir nûr (gördüm) O’nu nasıl görebilirim” (Müslim İman 291; Tirmizî, Tefsir 53/7) karşılığında bulunmuştur.
Resûlullah aleyhisselatu vesselam teheccüd namazına kalktığı zaman şöyle dua ederdi:
“… Yâ Rab! Bütün hamd ü senâlar senin içindir. Sen, göklerin ve yerin ve bunlardaki her şeyin nûrusun…” (Buhârî, Teheccüd 1; Müslim, Misâfirîn 199)
Alimlerinin bildirdiğine göre; Allah-u Zülcelal cenneti, cehennemi, arşı, levhi mahfuzu, melekleri, dünyayı, kâinatı, ins ve cini yaratmadan önce Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in nûrunu yarattı. Bütün kâinat Resulullah Efendimiz’in nûruyla yaratılmıştır.
Sultan Hazretleri bizlere şu örneği verirdi: “Allah-u Zülcelâl bütün kâinatı Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in nûru ile yarattığını buyuruyor. Buna rağmen yeryüzünü kara bulutlar kapladığı zaman Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselam titrerdi, tesbihe sarılırdı ve buyururdu ki: “Allah’ın azabının gelmesinden korkarım.”
Bizler de Allah’ın azabından merhametine sığınalım. Elbette ki Allah’ın merhameti çok geniştir. Kâinat Allah-u Zülcelâl’in merhametiyle kuşatılmıştır ama kul haddini aşıp Rabbini, sahibini unuttuğu zaman da Allah-u Zülcelal bazı uyarılar gönderir. O uyarılardan muhafaza olmak için de Allah-u Zülcelâl ‘in merhametine sebep olan davranışlara yönelmemiz gerekir. Allah azze ve cellenin tüm mahlukatlarına karşı kalplerimiz daima şefkat ve merhametle dolup taşsın. O merhamet Allah’ın merhametine de vesile olacaktır.
Allah-u Zülcelal Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin nûrunu dört parçaya böldü. Bir kısmını arşa, Levh-i mahfuza ayırdı, bir kısmıyla yeri ve göğü yarattı, bir kısmıyla melekleri yarattı, bir kısmıyla da ins ve cinni yarattı.
Buradaki nûrdan maksat nedir?
İmam Taberani rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: “Yer ve gökteki bütün ehiller (melekler, insanlar, cinler gibi) Allah-u Zülcelâl’in nûru ile hakka ulaşmış, hakikati bulmuşlardır. Allah-u Zülcelal o nûr, iman sayesinde onları dalalete sapmaktan muhafaza eder.”
Allah azze ve celle gökleri ve yeri “en-Nûr” isminin bir tecellisi, bir yansıması olan güneş/veya güneşlerle aydınlattığı gibi, göklerde ve yerde olan -melek, cin ve insanlar gibi- şuurlu varlıkları da hidayet nûruyla aydınlatmış, onları dalalet ve cehalet karanlıklarından kurtarmıştır.
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh Hazretleri’ne bir insanın başka birine kızgınlığından, kırgınlığından bahsedilince şöyle derdi; “O insanın kalbindeki imanı düşünün. Onu sevebilmeniz için o iman yeterlidir.”
Allah azze ve celle Âdem aleyhisselamı yaratacağı zaman buyurmuş:
“Ben bir varlık yaratmak istedim ve ona kendi ruhumdan üfledim.”
Düşündüğümüzde biz Allah-u Zülcelâl’in yeryüzündeki birer tecellisiyiz. Kendi kıymetimizi bilip ona göre Allah-u Zülcelâl’in bize verdiği bu vücudu kalbi kendi heva ve heveslerimizle günahlarla kirletmememiz gerekir. Bu nûr bizi aydınlattığı gibi çevremizdekileri de aydınlatmaya vesile olsun inşaAllah.
“(Bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.” (Nur, 35)
Allah-u Zülcelâl Tin suresinde de zeytine yemin etmişti. Burada zeytin ağacından bahsedilmesinin hikmetleri vardır. Allah-u Zülcelal onu mübarek diye sıfatlandırmıştır. İmam Kurtubî bu ayeti tefsir ederken, “Mübârek ağaç, vahiy ve Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın vahiyle irtibatını sağlayan elçi meleklerdir. Yağ, vahyin ihtivâ ettiği âyetler, deliller ve bürhânlardır.” (Kurtubî, el-Câmi‘, XII, 172) şeklinde bir izah getirmiştir.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki: “Bu zeytin ağacının ne şarkta ne garpta örneği vardır.” Bunun izahı da şöyle yapılmıştır:
“Allah-u Zülcelâl hem şarkı hem de garbı bu imanla aydınlatmıştır.’’
Bazı müfessirler bu şark ve garbı, “hem dünyayı aydınlatmış hem de ahireti aydınlatmış,” diye tefsir etmişlerdir.
Bu temsilden anlıyoruz ki, Kur’an’ın hakikatleri, yalnız doğulu insanları değil, batılı insanları da aydınlatan, onları da tatmin eden ışığa sahiptir. Şarklıların kalbini aydınlattığı gibi, Garplıların/Batılıların aklını da aydınlatır. Kur’an’ın hakikatleri, ahirete göre bir şark olan dünyayı da dünyaya göre bir garp olan ahireti de aydınlatan hakikat ışığına sahiptir.
Nûr Üstüne Nûr
“Allah-u Zülcelal’in nûru, nûr üstüne nûrdur.”
Burada iki tane nûr zikredilmiştir. Alimler bir tanesinin Allah’ın nûru olduğu, ikinci zikredilen nûrun ise Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselamın nûru olduğu şeklinde tefsir etmişlerdir.
Allah-u Zülcelal’in el-Esma-ül Hüsna’sında mübarek sıfatlarına baktığımız zaman içerisinde en-Nûr ismi vardır. Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselamın isimlerine baktığımız zaman içinde yine Nûr ismi vardır. Allah-u Zülcelal Kur’an’ı Kerim’i tarif ederken münevvere (nûrlandırılmış) diye tarif etmiş.
Bununla ilgili olarak bir hadisi şerif var. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Bütün nesebler ve sebebler kesiktir ancak benim nesebim ve sebebim kesik değildir.”
Nesep soy demektir. Sebep ise Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme tutunan insanlardır. O’nun yolundan giden insanlar nesep gibi görülmüş, sebebi olarak sarılmış artık onlar da O’nun bir nesebi, yani tabiri caiz ise manevi evlatları hükmündedir.
Bizler Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselamın soyundan gelenlere seyyid diyoruz. Bu, nesep (soy) yoluyla bağlılıktır. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam bir de sebep yoluyla “Benim yolumda olanlar vardır, bunlar kesik değildir,” buyurmuştur.
Münafıklardan biri Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanına gelir. O’nunla namaz kıldığı halde kendi arkadaşlarının yanına gidince ona nereden geldiği sorulduğunda, “Soyu kesik olan kişinin yanında geldim,” deyince Peygamber Efendimiz’e teselli olurcasına Kevser Suresi nazil oluyor:
“Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik.”
Kevser çok bereketli olan bir havuzdur. Kıyamet günü müminlere nasip olacak ve Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bizzat kendi eliyle bunu kendi yolunda olanlara, müminlere ikram edecek.
Burada manevi bir mana vardır. Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselama Kevser verilmiştir, bir de burada sanki, “Biz sana Kevser gibi bir nesil verdik. Onlar ne kadar senin soyunun kesik olduğunu söyleseler de senin soyun kesik değildir. Kevser havuzu gibi bereketlidir.” manası vardır. Burada Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme tâbi olanlar kastedilmiştir.
Evlatlar sınırlıdır. Bir insanın iki tane üç tane ya da on tane evladı ve birçok torunları olsa birkaç asra kadar devam eden bir zürriyeti vardır. Ama Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselam hadis-i şerifte neslinin kıyamete kadar devam edeceğini buyuruyor. Allah-u Zülcelal de Kevser suresinde “Senin soyun Kevser havuzu gibi bereketli ve devamlıdır,” buyuruyor.
Allah-u Zülcelal bu mübarek İslam dinini şerefli kılmıştır. Biz de İslam’a sarıldığımız zaman “yerin ve göğün nûru,” diye tarif ettiği o imanı kalplerimize yerleştirmiştir. Ne kadar şükretsek azdır. İslam’a sarıldığımız müddetçe o nûrdan nasiplenmiş, “Bana sebebiyet yoluyla sarılanlar bendendir,” diye buyrulan hadise layık olmuş oluruz. Allah-u Zülcelal biz İslam’a sarıldığımız müddetçe bizi o sınıfa dahil edecektir inşaallah.
Allah-u Zülcelal bizleri, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin manevi evladı olmaya layık ve Ümmet-i Muhammed’e vesile olmayı nasip etsin.
Bizim de bu manevi nûrlardan istifade edebilmemiz için Peygamber Efendimiz’in manevi evlatlığına girebilmemiz için O’nun yoluna sarılmamız gerekir.
İşte bunların hepsi nûr üstüne nûr, Allah-u Zülcelâl’in nûrunun üstüne konulan nûrlardır ki insanoğlu bunlardan istifade edebilsin. İnsan, bu nûrlardan istifade ettiği zaman başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
Yeryüzünün Kandilleri
“(Allah’ın nûru/aydınlığı) Allah’ın isminin yüceltilmesine ve öğütlerinin dinlenmesine izin verdiği evlerde vardır. Orada sabah akşam O’nu tesbih ederler.” (Nûr; 36)
Buradaki evlerden kasıt mescitler, camiler, dergahlar, gibi Allah-u Zülcelal’in zikredildiği mekanların tamamıdır. Allah azze ve celle bu mekanları ve oralara bağlı olanları methetmiştir.
İbn Abbas radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Mescidler, Allah’ın yeryüzündeki evleridir. Yıldızlar yeryüzüne ışık saçıp aydınlattığı gibi mescidler de gök ehline ışık saçarlar.”
Burada güzel bir temsil sanatı vardır. Bir yerde toplanıp Kur’an okuyan, zikreden, ibadet eden kimselerin nurlanması temsil yoluyla anlatılmaktadır.
Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk, Allah’ın evlerinden birinde bir araya gelip Allah’ın kitabını okudukları ve aralarında müzakere ettikleri sürece durmadan üzerlerine sekînet iner, onları rahmet çepeçevre kuşatır ve Allah onları, nezdinde olanların içinde anar” (Müslim, “Zikir”, 36-37).
Allah’ın nûru olan kalplerdeki imanın bizden istediği, emri bil maruf nehyi anıl münkerdir. Bunu ilk önce kendi üzerimize tatbik etmemiz sonra da başkalarına yaparak elimizden geldiği kadarıyla onların da hidayetine vesile olmamız gerekir. Bunlar, Allah-u Zülcelâl’in delilleridir, Allah’ın üzerimizdeki nûrunun bir tecellisidir. Allah-u Zülcelal bizlere bu Nûr’a layık olmayı nasip etsin.
Biz ne kadar Kur’an’dan bir şey dinlesek de, ne kadar kitaplardan okusak da Allah-u Zülcelal’in büyüklüğünü azametini ne kadar okusak da dinlesek de gözle görülmediği sürece idrak edemiyoruz.
Allah-u Zülcelal dünya malının değersizliğini bizlere depremle gösterdi. Biz olayı direk gören ve yaşayanlarla da aynı değiliz ama kıyameti herkes yaşayacak, bunlar bizi bekliyor ve bir insanın ölümü de kendi kıyametidir zaten.
Biz öldüğümüz zaman kendi kıyametimiz başlamış olacak. Bu nedenle elimizden geldiği kadarıyla ölmeden önce hazırlık yapalım, gafletten uyanalım. Eğer Allah-u Zülcelal’in bu kadar büyük bir uyarısı bizi uyandırmazsa başka bir şey vesilesiyle uyanamayız. Uyanma şekli de ibadetlere sarılmaktır. Sarılmadığımız sürece Allah-u Zülcelâl’in farklı tehditleri de gelebilir.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ