HİKMET PINARI / Kalpler Ancak Allah’ın Zikriyle Mutmain Olur

  • 08 Kasım 2024
  • 157 kez görüntülendi.
HİKMET PINARI / Kalpler Ancak Allah’ın Zikriyle Mutmain Olur
REKLAM ALANI

HİKMET PINARI
Kalpler Ancak Allah’ın Zikriyle Mutmain Olur
Hayrünnisa Hanım

يَا رَبِّ لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
“Ey Rabbim! Zât’ının Celal’ine ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun.”
Allah-u Zülcelâl Ra’d Suresi 28. Ayeti kerimede:
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
“Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” buyurmaktadır.
Zikir kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de hatırlamak, hatırlatmak, bir şeyi düşünmek, tefekkür etmek gibi manalara gelir. Bunun tam tersi ise, gaflettir, unutmaktır.
Bu ahir zamanda günahların, ruhi sıkıntıların hat safhada olduğu bir zamanda kalplerin ancak Allah’ın zikriyle şifa bulacağını ve mutmain olacağını Allah-u Zülcelâl bize şöyle buyurmaktadır:
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ
“Onlar Allah’ı zikrederler…” (Al-i İmran; 191)
Burada buyrulan zikir, dil ile yapılan zikirdir. Ayetin devamında buyuruluyor ki:
قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ
“…oturarak, yatma haletinde, ayaktayken Allah’ı zikrederler…”
Allah-u Zülcelâl ayetin bu kısmında bütün organların Allah’ı her halinde zikrettiğine işaret etmektedir.
وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ
“Onlar yeri ve göğü tefekkür ederler.”
Bu şekilde tefekkür ise aklın ve kalbin zikridir. Rabbimizin her bir kelamı bir ders niteliğindedir ve hikmetlidir. Tefekkürün neticesinde kul zikrin menfaatini alır ve cevap verircesine şöyle der:
رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ
“Ya Rabbi! Sen bunları boşuna yaratmamışsın, (hepsi bir hikmetle bir nizamla yaratılmış).” Bu şekilde tefekkürün karşılığını verir ve sonra der ki:
سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim, beni cehennem azabından muhafaza et.”
“Ya Rabbi! Bu aciz, zayıf halimle beni cehennem azabından muhafaza et,” diye dua eder. Allah-u Zülcelâl bu şekilde zikreden kullarını methetmektedir.
Baktığımız zaman zikir, Allah-u Zülcelâl’in ayeti kerimede buyurduğu gibi dille, organlarla ve kalple yapılan zikirdir.
Ayeti kerimeye baktığımız zaman sadece dille yapılan zikir çok menfaatli olan bir zikir değildir. Sadece dille yapılan zikirde kalp harekete geçmediği zaman organlar da harekete geçmez ve bu şekilde bir menfaat hasıl olmaz. O yüzden kalbin hareket etmesi şarttır.
Yapılan zikir sadece dille kalırsa zahmetten ibaret olmuş olur.
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede kullarının yeri, göğü ve kâinatı tefekkür ettiğini buyurmaktadır. Tefekkür kelimesinin çok geniş bir manası vardır.
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede:
“Biz dağları kazık yaptık,” buyurur.
“Siz maişetinizi yürütebilesiniz, orada iskân edebilesiniz, hayatınızı idame ettirebilesiniz diye dağları yarattık. Dağları kazıklaştırdık ki yeryüzü beşik gibi sallanmasın.”
Yeryüzünün üçte ikisi sulardan, denizlerden ibarettir. Bizler de üçte birinde karalarda yaşıyoruz. Tefekkür ettiğimiz zaman denizlerin içerisinde yaşayan milyonlarca canlının, karada ve denizlerde Allah-u Zülcelâl’in yaratmış olmuş olduğu nebatların, bitkilerin ve bu bitkilerin zehirli olanların, şifa olanların ve bunların lezzetlerinin, her birinin renklerinin, tatlarının farklı olması Allah-u Zülcelâl’in azametini gösteren kainattaki güzelliklerdir. Bu nedenle Allah-u Zülcelâl’i tefekkür ederken kalbin harekete geçmesinde sadece dil yeterli değildir. Kalp harekete geçtiği zaman organlar da harekete geçer.
Allah-u Zülcelâl’in bazı sırları vardır, biz bilmiyoruz. Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretleri bir sohbetinde buyurdu ki:
“‘Allah’ lafzı her müminin kalbinin üzerinde yazılıdır.”
Mümin kullarının her birinin kalbine kendi ismini yazmış olması Allah-u Zülcelâl’in ikramlarından bir tanesidir. Ancak gafletle, günahla insan onu kaybediyor.
Mümin kişi, ya Allah’ın rahmetini umarak, O’nun -azze ve celle- emrettiği şekilde yaşayarak, feyzini, istimdadını isteyerek Allah’ın ismini nurlandırır ya da gafletle günahlarla o ismi karartır. Bu durumu derinden tefekkür edersek Allah-u Zülcelâl’den haya etmeye başlarız. Allah-u Zülcelâl de bu sırrını kullarına bildiriyor ki insan da ona göre yaşamını sürdürsün.
Müminler ne zaman zikirden ayrılır, uzaklaşırsa, bedenleri kalplerin kabristanına dönüşür.
Şair der ki;
“Hastalandığımızda Senin zikrinle tedavi oluruz. Ama bazen zikri terk edince yine hastalanırız.”
Mevlâna Celaleddin-i Rumi rahmetullahi aleyh Allah-u Zülcelâl’in zikri ile alakalı güzel bir menkıbe anlatmıştır:
“Allah-u Zülcelâl’i çok zikreden bir âbid vardı. Bu âbid hayatı boyunca gündüzünü ve gecesini hep Allah’ı zikrederek, Allah’ın aşkından ağlayarak geçirmeye gayret ederdi. Bir gün şeytan ona vesvese verdi, dedi ki:
“Sen bunca zamandır Allah’ı zikrediyorsun. Peki O -celle celaluhu- sana “Lebbeyk,” dedi mi, sana hiç cevap verdi mi?”
Âbid de o vesveseyi vesvese olarak değil de hakikat olarak bilip, “Ben Allah’ın zikrine layık değilim,” dedi ve Allah’ın zikrini terk etti. O gece Âbid rüyasında Hızır aleyhisselamı gördü. Hızır Aleyhisselam:
“Neden Allah’ın zikrini terk ettin?” diye sorunca Âbid:
“Ben bunca yıl zikrediyorum ama Allah-u Zülcelâl’in bana hiçbir şekilde bir cevabı olmadı. Demek ki layık değilmişim ki zikretmeyi bıraktım.” dedi.
Bunun üzerine Hızır aleyhisselam şu cevabı verdi:
“Allah’ı zikretmen Allah’ın sana cevap vermesinden dolayıdır. Eğer Allah sana cevap vermeseydi seni karşısına alıp muhatap almasaydı sen O’nu zikredemezdin. Senin zikredebilmen, her Allah deyişin aslında Allah’ın sana “Lebbeyk” deyişidir, seni huzuruna çağırmasıdır, davet etmesidir.”
Allah-u Teâlâ Yasin suresi 60. Ayet-i kerimede:
“Muhakkak ki o sizin için apaçık bir düşmandır.” Buyurmaktadır. Bu nedenle şeytanın oyunlarına karşı Müslümanların her daim uyanık olması gerekir.
Allah-u Zülcelâl Bakara Suresi 152. Ayeti kerimede:
فَاذْكُرُونٖٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لٖي وَلَا تَكْفُرُونِࣖ
“Siz beni zikredin ben de sizi zikredeyim. Siz bana şükredin, nankörlük etmeyin,” buyurmaktadır.
Ebû’l-Esved Ed-Düelî radıyallahu anh buyurdu ki:
“Üzerinde Allah’ın bir fadlı, nimeti olduğu zaman bunu Rahman’dan bil. Sana bir hayır talep etmek isteği geldiği, bir hayra koştuğun zaman, bir hayır nasip olduğu zaman bunu Rahman’dan bir fazilet ve nimet olarak bil.”
“Sen bir hayra talip olduğun, sana bir hayır nasip olduğu zaman, velev ki kalbine geldi, velev ki fiil olarak nasip oldu, bunu Allah-u Zülcelâl’den bir fazilet, bir nimet olarak kendine say.”
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretleri şöyle buyururdu:
“Sizin bu camide bulunuşunuz Allah’ın sizi sevdiğinin işaretidir.”
Allah-u Zülcelâl’in bizi kendi dostlarıyla, birbirimizle tanıştırması, razı olduğu mekanları nasip etmesi, kendisiyle tanıştırması bizi sevdiğinin, bizi zikrettiğinin işarettir. Bu nedenle bizler de bu zikre gayret ederek layık olmaya çalışalım.
Allah-u Zülcelâl Ankebut suresi 69. Ayette buyuruyor ki:
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ
“Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette yollarımıza eriştiririz.”
Allah-u Zülcelâl gayretimize göre bizlere hem dünyamızı hem ahiretimizi nasip edecek. Biz de elimizden geldiği kadarıyla Allah’ın vermiş olduğu nimetlerin kıymetini bilelim.
Birbirimize Karşı Merhametin Önemi
Birbirimizi kırıp incitmekten, karşımızdakinin rahatsız olacağı bir davranışta bulunmaktan her zaman imtina edelim. Biz birbirimize şefkat ve merhamet beslediğimiz sürece Allah’ın merhameti daima üzerimize yağacaktır. Bizler de Allah’ın bu rahmetine, bu merhametine layık olmaya gayret edelim.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir gün Kabe’nin karşısında ona şöyle hitap etmiştir:
“Ben senin bir taştan ibaret olduğunu biliyorum ama Allah-u Zülcelâl her ne kadar seni mübarek ve muhterem kıldıysa da bir müminin kalbi senden daha hürmetlidir.”
Bu nedenle düşündüğümüz zaman Allah-u Zülcelâl bizlere İslam’a hizmet görevi verdiyse onu bizi sevdiği için vermiştir. Bize bir hayır verdiyse bu, bizi faziletiyle, nimetiyle nasiplendirmek istediği içindir. Bu nedenle hizmet ederken hal ve hareketlerimize, davranışlarımıza çok dikkat etmemiz gerekir.
Rasûlullah aleyhisselatu vesselamın Halifesi, şeytanın kendisinden kaçtığı Hz. Ömer radıyallahu anh buyurmuş ki:
“Benim bir hatam olduğu zaman bana söyleyin. Söyleyene Allah rahmet etsin.”
Ve O’na hatasını söyledikleri zaman da şükretmiş:
“Ya Rabbi! Sana hamd-u senalar olsun ki bana böyle arkadaşlar nasıp ettin. Yanımda böyle insanlar var ki bana hatamı söylüyor.”
Bizler de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yoluna, Hz. Ömer radıyallahu anh’a, Sadatlara mutabaat ederek birbirimize güzel bir üslup ile muamele edelim.
Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselam buyurmuş ki:
“Kendin için istediğini bütün Müslüman kardeşlerin için istediğin zaman, kendin için istemediğin şeyi de bütün mümin kardeşlerin için istemediğin zaman hakiki mümin olursun.”
Bu nedenle bize nasıl hitap edilmesini istersek karşımızdakine de o şekilde hitap edip, birbirimize uygun bir üslupla uyarıda bulunalım. Buna açık olalım, kalbimiz de açık olsun.
Hz. Ömer radıyallahu anha mutabaaten:
“Bana hatamı söyleyen kardeşlerime de Allah rahmet etsin,” diye dua edelim.
Biz bu şekilde gayret ettiğimiz, hayra talip olduğumuz, düzelmeye niyet ettiğimiz zaman Allah-u Zülcelâl bize nice hayır kapıları açacaktır. Bizler Allah-u Zülcelâl’e münacat ettiğimiz zaman Allah’ın düzeltmeyeceği hiçbir şey yoktur.
Yusuf aleyhisselam kaybolduktan sonra Yakup aleyhisselamın derde düşmesi, sürekli ağlaması, yalvarması, yakarması sonucu gözü kör olur ve kendi acziyetini belirterek ve Allah’ı yücelterek şöyle dua eder:
“Ya Rabbi! Ben senin yaşlı, zayıf, günahkâr biçare kulun olarak sana yalvarıyorum,”
Allah-u Zülcelâl onun kalbine şu şekilde bir ilham da bulunur:
“Eğer ki Yusuf ölmüş olsaydı senin bu nidana karşılık ben onu diriltip yine sana kavuştururdum.”
Yani Yakup aleyhisselamın nidası Allah’ın o kadar hoşuna gider. Kul kendi acziyetini, Allah’ın azametini dile getirerek dua etmelidir.
Bizim elbette hatalarımız vardır, kullar hatalı olarak yaratılmıştır. Allah’ın merhamet kapısı olan tevbe açıktır ve kıyamete kadar açık olacaktır. Bu kapıdan girmesini bilmemiz gerekir.
Hatalarımızı Allah’a itiraf ederek söylediğimiz, gayret ettiğimiz, hatalarımız üzerine üzülüp çaba sarfettiğimiz, tevbeye sarıldığımız zaman Allah-u Zülcelâl nice nimetleriyle bizi gark edecek, bizleri nasiplendirecektir, inşaAllah.
İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh şöyle buyurdu:
“Ben bir gün kitap yazıyordum. Yazarken mürekkebimin yanına bir tane sinek kondu ve o mürekkebimden içmeye başladı. Ben de hayvancağız susamıştır diye ellemedim onu bekledim. O orada kaldığı sürece onu rahatsız etmemek için kıpırdamadım, taa ki kendisi uçtu.”
Sonrasında İmam Gazali rahmetullahi aleyh vefat ettikten sonra bu menkıbeyi onu rüyasında gören birisine anlatıyor. Diyor ki:
“Beni Allah’ın rahmetine vesile kılan şey o davranışımdı.”
İmam-ı Gazali hayatını İslam’a adamış, kitaplar yazmış büyük bir İslam alimi olduğu halde bu davranış Allah’ın merhametine, onun affına, cennete girmesine vesile olmuş.
Bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler.” (Ebû Dâvûd, Edeb 58; Tirmizî, Birr 16)
Bizler de birbirimize şefkatli olduğumuz sürece Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve merhameti üzerimizde olacaktır.
Bir hayvana verilen değer Allah-u Zülcelâl’in merhametine vesile olmuştur. Allah-u Teâlâ insanoğlunu hayvanlardan çok daha üstün kılmıştır. Bu nedenle insana verilen değer, şefkat ve merhamet hayvana verilenden daha kıymetlidir ve Allah’ın merhametine daha çok sebep olur.
Seyda Muhammed Konyevî Hazretleri buyurdu ki:
“Bir insana kızdığınız zaman onun şahsına buğuz etmeyin onun davranışına kızın çünkü onun kalbinde iman var. O manevi olarak size zarar verir.”
Ve yine buyururdu ki:
“Müminin kalbinin içinde bir iğne ucu kadar delik açılsa onun o imanının nuru şark ve garbı aydınlatır.”
Allah-u Zülcelâl insana o imanı vererek çok değerli kılmıştır. Allah-u Zülcelâl:
“Yere ve göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.” buyurmuştur.
Bütün müminlerin kalplerinde Allah’ın lafzı yazılıdır. İnsan onu davranışlarıyla yaşantısıyla ya cilalatır ya da karartır. Bizler de Allah-u Zülcelâl’in değerli kıldığı o kalbi kirletmeyelim, birbirimize daima şefkatle merhametle davranalım.
Bu dava İslam davasıdır. Bizler sadece emanetçiyiz. Bu dünyada kaldığımız süre içinde güzel eserler bırakmaya çalışalım. Cismimizin kaybolup gideceği gibi ismimiz de kaybolmasın, eserlerimiz kalsın Allah’ın yolunda, inşaAllah.
İnsanları bir ömür hayra teşvik edip, hayırlara vesile olalım. Güzel anılalım, inşaAllah. Biz gayret edelim, Allah-u Teâlâ da bize kendi yolunu hibe edecektir, hayırları kolaylaştıracaktır.
Hz. Ali radıyallahu anh şöyle buyurdu:
“Ya İlahi! Senin benim Rabbim olman bana övünç olarak yeter. Benim sana kul olmam, bana şeref olarak yeter. Sen tam da benim sevdiğim gibisin. Öyleyse beni de senin sevdiğin gibi yap.”
Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ