İmanın İsbatı Amel ve İhlâs
İmanın İsbatı Amel ve İhlâs
Abdullatif Acar
Anlatıldığına göre; büyük zatlardan birini rüyada görüp “Allah, sana nasıl muamele etti?” diye sorarlar. O zat şöyle der:
“Allah için yaptığım her şeyi sevaplar kefesinde buldum. Yolda düşürülüp de benim aldığım nar tanesini ve evimde ölen kediyi bile sevap kefesinde buldum. Külhanımda kalan bir ipek telini de günahlar kefesinde buldum. Yüz altın değerinde bir merkebim ölmüştü, onu sevaplar kefesinde bulamadım. Suphanallah! Bir kedi sevaplar kefesinde olur da yüz altın değerindeki merkep olmaz mı? Bu ne hikmettir.” Dedim. Denildi ki: “Merkebi nereye gönderdiysen ordadır. Sen onun öldüğünü duyunca ‘Allah’ın lanetine’ dedin. Eğer “Allah yolunda” deseydin, onu da sevaplar kefesinde bulurdun.” dendi. “Allah için sadakalar vermiştim, insanlar benim verdiğim sadakaları görürlerdi, onun ne sevabını ne de günahını gördüm.”
Süfyan-ı Sevri rahmetullahi aleyh bunu işitince; “Bunun zararını görmediyse büyük bir saadettir.” dedi.
Yüce Allah, bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
“Kim Rabbin(in rızasına ve onun nimetlerine) kavuşmayı arzu ediyorsa, ihlâslı ameller yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmasın.” (Kehf; 110)
İhlas; halis, iyi niyet, saf, temiz ve duru anlamlarına gelir. İbadet ve itaatte ihlâslı olmak, ibadetleri sırf Allah rızası için yapmak, gösteriş ve riyadan uzak olmak demektir.
Nasıl ki süt, hayvanın kan ve pisliklerinden korunarak saf ve temizliğini muhafaza ediyor, bu şekliyle insanlara fayda sağlıyorsa ibadetler de böyledir. Onlardan fayda sağlamak, yapıp ettiklerimizle Allah’a yaklaşmak, O’nun rızasına nail olmak için niyetlerimizi riya ve gösterişten uzak tutmamız gerekir, o ibadetlerin saflığına ve temizliğine leke kondurmamamız gerekir.
Sadece ibadetlerde değil, bütün işlerimizde Allah’ın rızasına kavuşmak için ihlâs üzere olmaya çalışmamız lazım. O zaman her davranışımız ibadet hükmünü alır.
Bir insan hayırlı bir işe niyet edip elinde olmayan sebeple o işi gerçekleştiremezse yine de niyetinden dolayı sevap alır. Ancak kötü bir işe niyetlenip de yapmasa günah yazılmaz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Bütün işler ve ameller, niyetlere göredir…” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1,) Başka bir hadisinde de:
“Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır.” (Taberânî, VI, 185-186) buyuruyor.
Niyetler ne kadar sağlam ve temiz olursa yapılan ibadetlerden de o derece lezzet alınır. Ancak şunu da unutmamak gerekir; niyetteki zorluktan daha zordur ihlâsı devamlı kılmak…
Baştaki iyi niyet zamanla riya ve gösteriş kirlerine bulaşabilir. Burada önemli olan ihlâsımızı korumak için gerekli bilgiye ve donanıma sahip olmak, o bilginin gereğini irademizin hakkını vererek yerine getirmektir.
İlim ve İhlâs
Bilerek yapılan az amelin bilmeyerek yapılan çok amelden makbul olması, amellerdeki arı ve duruluğu muhafaza etmesi; gönüldeki saf ve temizliği, insanın ayırt etme kabiliyeti, donanımı ve feraseti sebebiyledir.
Cahil, ameldeki afetleri bilemez, yaptığı amellerin ihlâslarına karışacak yabancı ve kötü düşüncelerin kalbe nüfus etmesini engelleyemez. Cahil, ihlâslı olduğunu zanneder ki bu da cehaletindendir; aslında ihlâssızdır. Kazandığını zanneder, aslında iflas edenlerdendir.
Niyetlerdeki karışım, altın madenindeki karışım gibidir. Altın madenindeki karışımı ancak o işin mütehassısı, sarrafı bilir. Bilir de saf altını ayırır, işler ve onu insanların faydasına sunar. Cahil ise sarı olan her şeyi altın sanır. Büyük bir hazinenin üzerinde oturması ona fayda sağlamaz, karışık altını saf altın zanneder, zengin olduğunu düşünür.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyorlar ki:
“İnsanlar helak oldu, âlimler kurtuldu. Âlimler helak oldu, ancak ilmiyle amel edenler kurtuldu. İlmiyle amel edenler helak oldu, ancak ihlas sahibi olanlar kurtuldu. İhlas sahibi olanlar da büyük tehlike içindedirler.” (Acluni, Keşfü’-Hafa, 2/20 no:2795)
Denilmiştir ki: “İlim tohumdur, amel ziraat… Onun suyu ihlâstır. Ne ilimsiz amel ne ihlassız mükafat elde edilebilir.”
İlimsiz amel nereye gidileceği belli olmayan bir yolculuktur. Amelsiz ilim, hamallık ve sorumluluktur. Çünkü ilim, amel edilmeyince insanın sorumluluğunu artırır. İhlâssız amel yorgunluk ve avuntudur. İhlâsla yapılan amel ise fayda ve mükâfattır ancak tehlikelerden de ari değildir.
İslam dini hem inançta hem de amelde tevhit dinidir. Rabb’inin Allah olduğuna inanan bir insan, nasıl olur da O’nun rızasının dışında beklentiye girer. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin ihlâsı tarifinde de bu vardır. Buyuruyorlar ki: “İhlâs, Rabbimiz Allah’tır deyip hayatı Allah’ın rızasına dönük olarak emrolunduğumuz üzere dosdoğru yaşamaktır.”
Evet, yaratan, yaşatan, hesap soracak olan her şeyin sahibi, mutlak hâkimiyeti elinde bulunduran Allah, hazinesi sonsuz olduğu kadar merhameti ve cömertliği de sınırsızdır. Öyleyse başkalarına kulluk da niye?
Ebedi âlem karşılığında üç günlük dünyaya bel bağlayan, insanların iltifatının peşinde sürüklenenler ne kadar bedbaht ve talihsiz insanlardır değil mi? Böyle insanların durumu zengin, cömert ve adaletli, merhametli olan bir padişahı unutup, O’nun hizmetçisinin gözüne girmeye çalışan, O’nun iltifatına mazhar olmak için köçeklik, dalkavukluk yapan insanın durumuna benzer. Kula, kul olup gerçek mabudu unutanlar, Allah’ın ikramından ve iltifatından mahrum olacaklar. Cennet nimetlerine büyük bir özlemle ve hasretle bakadururken bir an kendilerini bekleyen en acıklı azapla yüz yüze kalacaklar.
Amelin Kabulü İhlâsa Bağlıdır
Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar! Allah için yaptığınız amellerinizi ihlâs ile işleyiniz. Zira Allah, halisane yapılan şeyden başkasını kabul etmez.” (Et-Terğip ve’t Terhip C.1 s. 55)
Başka bir hadis-i şerifinde ise:
“İçinde hardal tanesi ağırlığında riyadan eser bulunan bir işi Allah kabul etmez.” (Müslim, İman, 148, 149) buyuruyor.
Bir kova sütü düşünün, bir damla da olsa o süte dışarıdan yabancı, necis bir madde damlatılsa, o süte saf ve durudur diyebilir miyiz? O sütten fayda görebilir miyiz? Elbette ki hayır. Öyleyse “Şu ibadetimle Allah’ı memnun etmeye çalışırken insanlar da iltifat etseler ne olur.” diyemeyiz.
Bir insanın gözünde insanların yermesi ve övmesi müsavi olmadı mı ihlâs olmaz. Övgüden memnuniyet, yergiden üzüntü ihlâsta safiliğin olmadığının belirtisidir. Ehl-i hikmetten biri şöyle der:
“Ameller hususunda kişi, koyun çobanından edep öğrenmeli, onun gibi olmalıdır.” Kendisine bunun ne demek olduğu sorulunca şu cevabı vermiş:
“Koyun çobanı, sürünün yanında namazını kılar, fakat kıldığı bu namaz sebebiyle koyunların kendisini methetmesini beklemez. İşte ibadetler de böyle olmalı. İnsanların kendisi hakkında ne diyeceklerini, nasıl bir tavır alacaklarını önemsemez. Orada sanki kendisinden başka kimse yokmuş gibi davranır. Ne insan var diye fazladan bir iş yapar. Ne yok diye gevşer sadece kendisini Allah’ın görüp gözettiğini düşünür. Ona göre davranır.”
Nefse ihlâslı olmak çok ağır gelir. Nefis, övülmekten hoşlanır. Hep kibirli, bencilliği elinden bırakmayan nefis, hoşuna giden her kötü davranışı normal, her yolu meşru görür. Allah’a ibadet ederken bile kendine pay çıkarmak ister.
Üzeri örtülü riyalar vardır ki bu durumda insanlar gerçekleri tam anlamıyla göremezler, kendilerini muhlis sanırlar. Riya her an şekilden şekle girer, gizli ve sinsidir. Tevazuunun içerisinde kibir saklı olduğu gibi, ihlâsın içerisinde de riya saklıdır. Bu zaten ihlâstan sayılmaz; görünüşte ihlâs vardır, fakat o ihlâsla yine riyaya girmek söz konusudur. Yani ihlâsla övünmek, ihlâs kılıfıyla yine kendini göstermek söz konusudur. Bunun gibi, bazen tevazua bürünerek kibirlenen insanlara rastlarsınız. “Ben çok günahkâr biriyim, ben kimim ki…” diyen. Bunu söylerken, “Ne kadar da günahını fark eden biriymiş.” desinler isteği saklıdır aslında.
Yaptığı ibadet ve hayır hasenatı, ettiği vaazı, yazdığı yazısı beğenilen, okuduğu Kur’an’ı takdir edilen bir insan, bu iltifatlardan az da olsa memnuniyet duyuyorsa yaptığı bu güzel işleri halisane Allah için yapmış olmaz.
İhlâs Bir Sırdır
Başta Allah Resulü aleyhisselatu vesselam olmak üzere sahabeler ve ondan sonra gelen Allah’ın veli ve muhlis kulları, ihlâsı âdeta bir sır gibi korumuşlar. Ona zarar verecek davranışlardan şiddetle kaçınmışlardır.
Hz. Ali radıyallahu anhın müşrik rakibini tam yere yatırıp kılıçla boynunu vuracağı zaman müşrikin Hz. Ali’nin o mübarek yüzüne tükürmesi nedeniyle aniden kılıcını geri çekip vurmaktan vazgeçtiğini, müşrikin, “Vurmaktan niye vazgeçtin?” diye sorduğunda da, “Yüzüme tükürmeden önce seni Allah için öldürecektim, şimdi öldürürsem nefsim için öldürmekten korkuyorum.” dediğini hepiniz duymuşsunuzdur.
Eserlerinin altına isimlerini yazmaktan hayâ eden, ihlâsları zarar görmesin diye, isimlerini gizleyen nice muhlis insanlar vardı. Kerametleri ifşa olduğundan, yaptığı hayır hasenat duyulduğundan riyanın kokusu, iltifatın okları nefsini okşayacak, gönlünü bulandıracak diye o beldeyi terk eden Allah’ın veli kullarının olduğu da bir gerçektir. Büyüklerden biri der ki:
“Her vakit namazı, otuz yıl boyunca en ön safta kılardım. Fakat bir gün geç kaldım ve en son safta yer buldum. Kalbime, geç gelmiştir diye insanların beni ayıplayacakları geldi. Anladım ki şimdiye kadar arzum ve nasibim insanların beni birinci safta görmeleri imiş, ondan sonra otuz yıllık kıldığım namazı kaza ettim.”
Bir hadis-i kutside Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Yüce Rabi’mizin şöyle buyurduğunu nakleder:
“İhlâs benim sırrımdır, onu sevdiğim kullarımın kalbine veririm. Onu yazmak için melek ve ifsat etmek için şeytan muttali olamaz.” (Netaicul-efkaril-Kudsiyye: 3/133).
Allah’ın rızasına nail olmak, O’nunla aramızdaki her türlü engeli kaldırmakla mümkündür. Kalp; makam mevki, şan şöhret, para pul gibi dünyevi haz ve lezzetlerin peşinde olursa insan, ihlâsı elde edemez, rıza-i ilahiye kavuşamaz. İhlâslı insanların kalplerindeki samimiyet ve sadakat, dillerine hikmet, bütün azalarına “ihsan” şeklinde yansır.
Allah’ı görüyormuş gibi, hayatı, istikamet üzere sokmak ancak ihlâs sahibi insanlara nasip olur. Böyle insanların mükâfatlarını melekler dahi bilemediğinden yazamazlar. Allah-u Teâlâ da sır olan bu ihlâsı özel kayıt altına alır ve ahirette insanın karşısına çıkarır. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam şöyle buyuruyor:
“Kıyamet günü olduğunda Allah-u Teâlâ, bütün halkı hesap için toplar. Amelleri yazan melekler bütün yazdıkları ne varsa getirir, ortaya koyar. Allah-u Teâlâ onlara:
“Bakın hele, kul için yazmadığınız bir şey kaldı mı?” diye sorar. Melekler:
“Rabbimiz biz, kulun bildiğimiz ve gördüğümüz her şeyini yazdık.” derler. Allah-u Teâlâ, o kula:
“Senin bizim yanımızda gizli muhafaza edilmiş bir defterin var. Onu melekler bilemezler. Onu Ben yazdım, karşılığını da Ben vereceğim. O, senin yapmış olduğun gizli zikirdir (ameldir.)” buyurur. (Haysemi)
Evet, yapılan ibadetler sır gibi saklanırsa muhafazası kolay olur. Saklanamayacak durumdaysa da yani bazı şeyler vardır ki alenen yapılması gerekir. O zaman da o amellerdeki ihlâsınızı sır olarak bilmelisiniz. Çünkü bunu Allah, sizi sevdiğinden size emanet etmiştir.
İhlas ve Riya
Ebu Bekir ed-Dekkak şöyle demiştir:
“İhlâs sahibi herkesin kusuru, ihlâsını görüyor olması, ihlâslı olduğunu düşünüyor olmasıdır. Allah bir kulun ihlâsını halis kılmak istediği zaman, onun kendi ihlâsını görmesini engeller. O zaman kul muhlis (ihlas sahibi) değil, Muhlas (ihlas sahibi kılınan kimse) olur.
Yusuf b. El-Hüseyin rahmetullahi aleyh de bunu başarmanın zorluğunu kendi hayatından verdiği örnekle şöyle anlatır:
“İhlas dünyada bulunması en zor şeydir. Ben bütün gücümle kalbimden riyayı söküp atmaya çalışıyorum ama bakıyorum ki o yine kılık değiştirip kalbime girmiş.”
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem varlığıyla ihlâsı alıp götüren riyayı, gizli şirk olarak görmüş, en korkulan şey olarak nitelendirmiştir:
“Ümmetim hakkında korktuğum şeylerin en korkuncu, Allah’a şirk koşmaktır. Dikkat edin, ben, güneşe taparlar, aya taparlar, puta taparlar demiyorum, ancak Allah’tan başkası için yapılan ameller ve gizli şehveti (kastediyorum.)” (İbn-i Mace, C.1, s. 286)
Fudayl b. İyaz rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:
“İnsanların rızası için bir şeyleri terk etmek riya, onların rızası için ibadet etmek ise şirktir. İhlâs ise Allah’ın seni bu iki şeyden muhafaza etmesidir.”
Yüce Allah gerçek bir müminin ihlas ve samimiyetini şöyle ifade buyuruyor:
“Zaten siz (müminler) ancak Allah’ın rızasını dileyerek verirsiniz.” (Bakara, 272)
Zünun-i Mısri rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:
“Şu üç şey ihlâs alametlerindendir: insanların övmelerinin ve yermelerinin kulun gözünde eşit olması, yapılan amellerde bu amellere kıymet vermeyi terk etmek (yaptığın ameli gözünde büyütmemek) ve bu amellerin ahirette seni kurtaracağını unutmak.”
İhlâs, Amelin Ruhudur
Şekildeki mana, bedendeki ruh gibidir ihlâs. Ne ruhsuz beden ne de anlamsız şekil kıymet ifade eder. İhlâsın olmadığı yerde ikiyüzlülük vardır. Zahirine verdiği önemi manasına vermeyenler, şekillerle suretlerle bir yerlere ulaşmayı amaç edinenler, ne insanların iltifatlarından, gerçek manada, fayda görebilir ne de Allah için bir adım atmış olurlar. İhlâs kalp işidir, kalp sağlamlığı ve temizliğidir. Kalp, Allah’ın nazargâhıdır, samimiyet orada şekillenip gerçek hüviyetine kavuşur. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam buyuruyorlar ki:
“Allah, kalıbınıza ve suretinize değil de kalplerinize bakar.” (Riyazüssalihin c. 1, s. 12)
Burada “kalbinize bakar” ifadesinden kasıt; niyetinize ve samimiyetinize, yaptığınız işi kimin için yaptığınıza bakar ve ona göre değerlendirir, anlamındadır.
İnsanların içerisine karışırken, çarşı pazarda dolaşırken giyim kuşamımıza dikkat eder, üzerimizdeki bir anormallik varsa onu hemen bertaraf ederiz. En iyi görünmek için en iyi elbiselerimizi giyeriz, bir yere misafirliğe giderken son derece eksik ve kusurlardan arınmış bir vaziyette gideriz. Ancak insanların nazar ettiği alanlara dikkat ettiğimiz kadar, Allah’ın görüp gözettiği mükâfat ve ceza için kıstas kabul ettiği kalbimizi, niyetimizi ne kadar düzeltiyor, kalbimizin bakımını yapmak adına ne yapıyoruz, bir düşünelim!