İRFAN SOHBETİ / Allah-u Zülcelâl Her Şeye Kadirdir
İRFAN SOHBETİ
“Allah-u Zülcelâl Her Şeye Kadirdir”
Seyda Feyzullah Konyevi -KS-
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ * تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Bu ayet-i kerimede bu dünyada, özellikle zıtların birbiriyle olan münasebetlerini, zıtların birbiriyle nasıl tekamül ettiğini, nasıl birbirine bağlı olduğunu bize anlatıyor. Ayet-i kerimede buyuruyor:
“De ki: Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok ki sen her şeye kadirsin…”
Şimdi bir sonraki ayet-i kerimeye devam edelim: “Geceyi gündüze katarsın. Gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın. Diriden ölüyü çıkarırsın. Ve dilediğine sayısız rızık verirsin.” (Al-i İmran; 26-27)
Allah-u Zülcelâl’in hikmetlerine baktığımız zaman bize her şey ahiretin hak olduğunu anlatıyor. Her şey onu gösteriyor, O’nun nasıl bir Halik olduğunu, nasıl muazzam bir kudrete sahip olduğunu anlatıyor. Bütün yollar ona çıkıyor. Yeter ki insan ona doğru adımlarını atsın. Bakarken Ebu Cehil’in kafasıyla değil Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh’ın bakışıyla baksın yeter ki. Eğer öyle bakarsa Allah-u Zülcelâl’in izniyle onun yolu o hidayet nuruyla Allah-u Zülcelâl’e çıkacaktır.
Şimdi Allah-u Zülcelâl bu ayeti kerimede bize çok muazzam hakikatleri anlatıyor. Anlatıyor ki uyanalım. Her vicdan sahibi hangi mesleğe sahip olursa olsun burada Allah-u Zülcelâl’in kudretini görür. Bir tohum eline alırsın tohum yeşil değildir, ölüdür. Allah-u Zülcelâl o ölüden diri çıkarıyor. Sen onu toprağın kalbine gömdüğün zaman, onu suladığın zaman Allah-u Zülcelâl o tohumdan diri, yemyeşil bir ağaç çıkarıyor. Ve yine diriden de ölü çıkarıyor. Diri olan bir şey de bir bakıyorsun ki kurumuş, tekrar tohum olmuş.
Allah-u Zülcelâl bize burada aslında haşrı anlatıyor. Ölüm ve sonrasını anlatıyor. O Allah ki bütün hakikatler O’ndadır ve her şey tekrar O’na dönecek. Allah-u Zülcelâl yine ayeti kerimede burada buyurduğu gibi; “Geceyi gündüze katar gündüzü de geceye katar.”
Nice iman sahibi insanlar vardır ki onlarda iman olduğu halde herhangi bir hareket olmadığı için Allah-u Zülcelâl, -Allah korusun- onlardan o gündüz gibi aydınlık olan imandan gece çıkarır. Yani Allah yolunda hiçbir gayreti olmadığı zaman Allah-u Zülcelâl onların imanını öldürür, kalbini geceye çevirir. Başka birisinin karanlığından da nur çıkarır.
Gazze’ye bakıyorsun burada bir avuç Müslüman imanlarıyla öyle bir mücahede ettiler ki, öyle bir cihad yaptılar ki, Allah-u Zülcelâl onların imanlarının nuruyla ta Avrupa’dan, Amerika’dan iman nurunu doğurturdu. Orada nice insanlar İslam ile şereflendi. Kafirdi, imanı yoktu ama bir yakınlaşma ile, bir meyil ile, savunduğu bir hakikat ile onun o gece gibi olan karanlık olan imansızlığından Allah-u Zülcelâl iman yeşertiyor. O insanlar İslam ile şerefleniyor. İşte geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar.
Zahiri manasının yanında manevi bir mana olarak düşünmek lazım. Karanlığın içinde aydınlığa açılan kapılar gizlidir. Aydınlıkta da nice karanlıklar tuzak kurmuştur.
Bazen ibadetlerde dahi günah pusuya yatar. Bazen de bazı günahlarda tevbe gibi bir nimet bir anne gibi kucağını açar o kişiye. Bir insan düşünün, ibadet ediyor. Onu ihlasla yapması gerekirken niyetine riya karışıyor. O ibadette o riya pusuya yatmış, o kişinin ibadetini çalmaya çalışıyor. İşte bu şekilde ibadetin içerisinde, gündüzün içerisinde karanlık gizlenir. Ve yine bakıyorsun ki Allah-u Zülcelâl bir günahkara tevbe nasip ediyor. O kişinin kalbinde bir aşk kıvılcımı çakıyor. Ve o kişi tevbe ile şerefleniyor. Orada da o günahın içerisinde, o karanlığın içerisinde bir aydınlık gizlenmiş. Gizlenmiş ama bekliyor. Uzaktan kapılarını açmış seni çağırıyor.
Her günahkarı çağırıyor. Her günahkarı Allah-u Zülcelâl’in merhametinin gereği olan, merhametinin delillerinden olan o güzellikler günahın hemen ardında ışığını o kişiye vuruyor. “Ben buradayım,” diyor. Kendini gösteriyor ki pişman olur, ona döner diye.
Mevlâna Hazretleri Rahmetullahi Aleyh Bağdat’ta oturan bir adamdan bahsediyor. Bu insan bir rüya görüyor. Rüyada kendisine Mısır’da bir mahallenin bir sokağına gitmesi gerektiği, orada kendisi için gizlenmiş bir hazine olduğu söyleniyor.
Sabah kalkıyor bir ümitle yola çıkıyor, ta Mısır’a kadar gidiyor. Bir gece vakti sokakta bir bekçiyle karşılaşıyor. Bekçi hırsız zannedince, “Ben yolcuyum ta Bağdat’tan geldim,” diyerek rüyasını anlatıyor. Bekçi bir bakıyor adamın yüzüne; insanın kalbinde sadakat varsa yüzüne yansır. O yansımayı hissediyor ve inanıyor.
“Evet, rüyayı görmüş olabilirsin. Ben de ne zamandan beridir rüyalar görüyorum. Rüyamda, Bağdat’ta, şu mahallede, şu evde, şu kişinin evinde hazine vardır, diyor. Ama ben kalkıp gitmiyorum,” diyor.
Adamın evini tarif ediyor. Adam diyor ki “O benim ev. Meğer hazine benim evimin altındaymış.” Bağdat’a dönüyor. Evine dönerken anlıyor ki aslında onun nasibi kendi yanındaydı. Evinin altındaydı, içindeydi. Ama o ta Mısır’a kadar gitti. Gidince de Allah-u Zülcelâl Mısır’daki kişiye rüyada onun adresini gösterdi. Takdir-i İlahi işte. Ona nereden ümit verdi, nereden nasip etti. Öyle bir hikmet ki onun o muradı başka yerde zannediyordu, fakat kendisinin hemen ayaklarının altındaymış. Allah-u Zülcelâl lütfuyla yine onu kendi aslına döndürdü.
Hazine oradadır. Hazine insanın gerçek evindedir. Dünyanın neresine giderse gitsin o evine dönecek. Allah-u Zülcelâl bir dalalet yolunu hidayet yoluna çevirebilir. O’nun lütfudur bu. Hidayet yolundan da eğri yola sapabilir. Bu Allah-u Zülcelal’in hikmetidir. Bu bize şunu gösteriyor; hiçbir ihsan sahibi kendisine güvenmemelidir. Çünkü o her an sapıklığa düşebilir. Ve hiçbir sapıklığa düşen, günahlara düşen hiç kimse de ümitsizliğe düşmemelidir. O da bilecek ki Allah-u Zülcelal bana böyle bir dalalette, böyle bir sapıklıkta hidayet yine nasip edebilir. Böyle bilmelidir.
Bilmelidir ki her yolda kendi zıddı da vardır. İnsan iyi yolda da olsa tehlikede olabilir. İmtihan dünyasındayız. Kötü yolda olsa, iyiye giden bir kapı her zaman onu bekliyor olabilir. Böyle bilmeli. Onun için iyi yolda, doğru yolda olan korkacak. Onun emniyeti korkusundadır. O korkuyla eman yurduna ulaşabilir. Kötü yolda olan kimse de ümitsiz olmayacak. O da diyecek ki, “Allah-u Zülcelâl bana doğru yolu gösterecektir.”
İnkâr edenler, Peygamberleri inkâr ederlerken aslında onların hak olduklarını ortaya çıkarıyorlardı. Kafir inkâr eder, Allah-u Zülcelal o Peygambere bir mucize lütfeder. O mucize, o Peygamberin hak olduğuna şahitlik eden bir delildir aynı zamanda. Eğer onların inkârı olmasaydı, mucizenin meydana gelmesine hiçbir lüzum da kalmayacaktı. Ama o inkâr edenlerin yüzünden, iman edenlerin imanı da o mucizeyle kuvvetleniyor. Daha çok tatmin oluyor. Bu, iki zıddın bir araya gelmesiyle hakikat nurunun parlamasıdır.
Zindandan Vezirliğe
Birçok insan var işleri rast gitmiyor. Yusuf Aleyhisselam kadar işin rast gitmiyor mu? Kuyulara düştü, zindanlara düştü, ömrünün çoğu o sıkıntılarla geçti.
Hz. Yusuf Aleyhisselam’ı kardeşleri kuyuya attılar. Bu kuyunun içerisinde Mısır’ın sultanlığı gizlenmişti. Köle gibi çok ucuz bir fiyata satıldı. Orada vezirin evinde büyüdü. O azizin hanımının iftirasına maruz kaldı. Zindanda yedi yıl bekletildi. Orada Allah-u Zülcelâl ona tekrar zindandan çıkmayı nasip etti. O zindanda da yine aynı şekilde kralın o zindana ihtiyacı olacaktı. Ve adres de zindan idi. Onun için Yusuf Aleyhisselam o adreste olmalıydı. Başka bir yerde olmayacaktı. Onun kazanacağı şeyler o kuyunun içindeydi. Onun kazanacağı şeyler o zindanın içindeydi. Onun kazanacağı şeyler o azizin vezirin hanımının teklif ettiği şeyi reddetmesindeydi. Onu reddederken kazandı. Bütün meşakkatlere göğüs gererken kazandı. Ne kadar sabrı yudumladıysa o kadar daha çok kazandı.
Ömrünün sonlarında sultan oldu, vezir oldu ama sonra Allah-u Zülcelâl ona yeni bir hayat daha bahşetti. Demek ki hayatımızın çoğu meşakkatlerle geçse onların hepsi, bizim daha iyi bir yere gelmemiz için derslerdir, bilgilerdir.
Geçmişte yaşadığın acıları, ızdırapları, hayal kırıklıklarını silmek mümkün olsa sen şu anda bulunduğun konumda olamazsın. Oraya varamazsın. Sen onlarla buraya varabilirsin. Onları silmiş olsan, onlarla elde ettiğin tüm bilgiler de silinmiş olur. Yani biz ne kazanıyorsak, o acılar ve hayal kırıklıklarıyla kazanıyoruz. Böyle bilmeliyiz. Bunların bize bir tecrübe ve ders olduğunu bilmezsek, o dersi silmiş oluruz. Çünkü o başına gelen zaten geldi. Sadece ders almamış olursun. Oysa onun maksadı, hikmeti ders almaktır.
İmtihan dünyasındayız. İmtihan dünyasında bu tür şeylerin olması kadar tabii bir şey olabilir mi? Bazı insanlar diyor ki; “Benim başıma şu geldi, bu oldu. Büyü yapılmış bana,” diyor.
Yok öyle bir şey. Kim neden seninle uğraşsın? Milyonlarca insan arasında, 3-5 kişiye yapılmışsa yapılmış, diğerleri, hepsi evhamlar. Boş vesveseler. Vesveseyle kendisini büyü yapılmış kişiden daha zor duruma düşürüyor.
Sonra işini parayla yapan bir hocanın yanına gidiyor. O da “Sende bir şey yok,” derse, para alamayacak, “Sende büyü var. Şöyle bir kişi sana büyü yapmış,” diye o kişinin kalbine şüpheler, vesveseler koyuyor. Bu şeytanlıktır. İnsanları birbirine düşürmektir. Hocalık değil bu yani. Allah muhafaza etsin.
Bunları anlatmamızın sebebi ne? Birincisi meşakkatlerden, sıkıntılardan korkmayacağız. Doğru bildiğimiz işi en güzel şekilde her zaman yapmaya çalışacağız. Bir şekilde bu hayatımız sonlanacak. Sonlanacak olan bu hayatımızda bir şeyler yapabilmiş olmamız lazım. Ahirete gittiğimiz zaman oraya taşıdığımız bir şeylerimizin olması lazım.
İkinci hususta şu. Yine az önce sohbetin içerisinde zikrettiğimiz gibi biz iyi halimizden dolayı kendimize güvenmeyeceğiz. Korku ve ümit içerisinde yaşayacağız. Eğer iyiysek bileceğiz ki her an tehlikeye de düşebiliriz, Allah korusun. Kötü bir durumdaysak da şeytanın ümitsizlik vesveselerine aldırmayacağız. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyeceğiz. Her zaman doğru yola girme, doğru kapıyı açmak için Allah’tan yardım isteyeceğiz.
Fil Ordusu Ebabil Kuşları ile Helak Edildi
Ebrehe Kâbe’yi yıkmaya geldiği zaman Kâbe tek başına görünüyordu. Bir ordusu yoktu Kâbe’nin. Abdülmuttalip vardı Kureyş’in başında büyüklerinden ama bir kral değildi, bir padişah değildi.
Ebrehe hasedinden dolayı San’a şehrinde Kâbe’ye rakip bir ibadethane yapıyor ki orada da onların dinine mensup olanlar gelsinler, hac yapsınlar. Tüm Arapları oraya davet ediyor. Ancak Allah-u Zülcelâl onu muvaffak etmedi. Bir şeyler oldu, Araplardan bazıları gittiler orayı, kirlettiler. Ebrehe’nin damarına bastılar. Ebrehe öfkelendi, ordu hazırladı. “Ben gideceğim, Kâbe’yi yıkacağım,” dedi. Mekke’nin girişine kadar geldi.
Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin dedesi Abdülmuttalip’i çağırdı. Abdülmuttalip, Ebrehe’nin yanına gidince “Sen benim deve sürülerimi almışsın. Onları almaya geldim, onları istemeye geldim, dedi. Ebrehe şaşırdı:
“Sen nasıl bu haldeyken gelip develerini istersin? Ben Kâbe’yi yıkmaya gelmişim,” diyor. Abdulmuttalip diyor ki: “Herkes kendi malından, mülkünden mes’uldür. Develer benim malımdır. Ben onları almaya geldim. Kâbe’nin sahibi vardır; onu koruyacaktır.”
Hakikaten de ordunun önündeki en büyük filleri Kâbe’ye doğru yürümüyor, geri çevirdiklerinde yürüyor. Sonunda Allah-u Zülcelâl, ebabil kuşlarını gönderdi. Kâbe’ye saldıran kocaman fillere karşı küçücük bir kuş gönderdi. O kuşun ayağında çok küçük bir taş vardı. O taşı yukarıdan bıraktı. O taş askerin kafasına değdiği zaman onun bütün bedeninden geçiyor, aşağıya kadar iniyordu.
Allah-u Zülcelâl, kim ne kadar büyüklük taslarsa, Allah’ın mukaddesatına saldırmaya çalışırsa, Allah-u Zülcelâl, aksine en küçük şeyle cevap verir. Küçük bir taş parçasıyla o askerlerini de fillerini de yok etti. Sen bu taş kadar güçlü olamazsın diyor yani. Sen kim oluyorsun?
Nemrut, o kadar büyüklük tasladı. İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe attı. Allah-u Zülcelâl ateşin içerisinde bahçe gizledi. Allah-u Zülcelâl ateşe; “Serin ve selametli ol,” buyurdu.
Nemrut neyle helak oldu? Ufacık bir sivrisinekle helak oldu. Allah-u Zülcelâl’e meydan okunmaz. Kim hangi günahıyla Allah-u Zülcelâl’e karşı çıkıp, Allah’a -haşa- meydan okuyor gibi, “İşte bana bir şey olmuyor,” derse, Allah-u Zülcelâl onu en ufak bir şeyle helak eder.
Ebrehe Kâbe’ye geldiği zaman ordusuyla, malıyla, mülküyle bir sürü ganimetler de getirmişti. Yanına askerleri için yol azığı, teçhizat, levazımat almıştı. Ayrıca gösteriş için koşumlu atlar, gümüş kakmalı silahlarla yola çıkmıştı.
Böyle giderken Ebrehe aslında nereye gidiyordu? Mekkelileri zengin etmeye gidiyordu. O kendince neye niyet etti? Nasıl bir hasetle, nasıl bir vahşetle yola çıkmıştı? Allah-u Zülcelâl neler gizlemişti?
Allah-u Zülcelâl bir tek olayda bu kadar şeyler gizlemişti. Bütün olayları da böyle bilin. Her bir kişinin hayatı bütün toplumun fertlerini ilgilendiriyor. Hepsi de Allah-u Zülcelâl’in tedbirinin altındadır. Allah’ın görevlendirdiği melekler vardır. Hepsi bir şeyle meşguldür. Dolayısıyla Allah’ın kudretine, azametine karşı aklımızın her zaman hayran olması lazım.
Her an bir şeyler oluyor. Hepsi Allah-u Zülcelâl’in izniyledir. O, ol demeden hiçbir şey olmaz. Allah-u Teâlâ eğer güneşin doğmasına müsaade etmezse, hiç kimse bu ışığı alamaz. Ve dünyada hayat olamaz.
İnsan gibi aciz bir varlık Allah-u Zülcelâl’in ilgisiyle müşerref olmuşsa bunda çok büyük hikmetler vardır, unutmayalım. Büyük görevlerimiz vardır. Çünkü, büyük bir ödül var ortada. Haliyle bu ödülün imtihanı da büyük olur. O’nun en büyük ödülü de en başta Cemalidir. Onun rızasıdır ve cennettir.
Allah-u Zülcelâl hepimizi cemaliyle, rızasıyla, cennetiyle şerefyap eylesin. Allah Azze ve Celle hepinizden razı olsun.
Allah-u Zülcelâl başta Gazze’deki, Filistin’deki kardeşlerimizin yardımcısı olsun. Biz Müslümanları da her zaman onlara yardım etmeye vesile kılsın. Onları doyurmaya vesile kılsın.
Allah Azze ve Celle hepimizin bu yardımda mücahidlere, tüm İslam aleminde, insanlık aleminde yardıma muhtaç herkese yardım etme hizmetini hepimize nasip etsin.
İnsanlara menfaatli olmayı bize nasip eylesin. Gazze’deki, Filistin’deki Müslüman kardeşlerimizi Allah Azze ve Celle muzaffer eylesin. Onlara her zaman sabırlar ihsan eylesin. Onları birlik ve beraberlik içerisinde oradaki o kafirlere, Yahudilere, Hristiyanlara kim onlara düşmanlık ediyorsa hepsine galip eylesin.
Allah Azze ve Celle hepinizin sıkıntılarınızı gidersin. Sizlere, hastalarınıza şifalar ihsan eylesin. Allah-u Zülcelâl dünya ve ahirette hepinizi mesut, bahtiyar kılsın. Allah-u Zülcelâl rızkınıza, ticaretinize bereket koysun. Sâdâtların yolundan, sıratı müstakimden ayırmasın.