İRFAN SOHBETİ / Dosdoğru Olursak Muzaffer Oluruz

  • 09 Nisan 2025
  • 39 kez görüntülendi.
İRFAN SOHBETİ / Dosdoğru Olursak Muzaffer Oluruz
REKLAM ALANI

İRFAN SOHBETİ
Dosdoğru Olursak Muzaffer Oluruz
Seyda Feyzullah Konyevi -KS-

Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
“Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. (Yani haddinizi aşmayın.) Şüphesiz o yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud; 112)
Allah-u Zülcelal burada Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme dosdoğru olmasını emrediyor. O dosdoğru olduğu halde, öyle bir Zat’a, Eşref-ül mahlukat, yani bütün mahlukatın en şereflisi olan o olduğu halde Allah-u Zülcelâl doğruluğu emrediyor. Ve yine buyuruyor ki: “Seninle beraber tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Ve haddi aşmasınlar,” buyuruyor.
Burada neyi anlıyoruz? İman ettikten sonra, asıl ondan sonra amellerle insan kendini terbiye edecek. Hayatımızda karşımıza çıkan şeylere karşı bizim tepkimiz, onlara bakışımız, onlara karşı duruşumuz nasıl ise biz o olmuş olacağız. Sadece iman etmekle insan dosdoğru olmuş olmuyor. Bunu öğreniyoruz burada.
“Tevbe edenler dosdoğru olsunlar,” buyuruyor, bakın. Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme dahi bu emri vermiş. Ve sahabe-i kiramın hepsi mümin idi, hepsi tevbe etmişlerdi. Ama buyuruyor ki; “Hayatınızdaki muamelelerinizin de hepsi dosdoğru olsun. Hepsi sağlam olsun, düzgün olsun. Dilinizden kalbinize kadar eliniz gözünüz kulağınız her şeyiniz doğru olsun. Tertemiz olsun. Yalandan riyadan uzak dursun.” Bunu bizden istiyor, Rabbimiz.
Bu Dergah-ı İlahi, bu dava, ancak mukaddes, tertemiz insanı kabul eder. İnsan ondan ne kadar kendini temizlerse, bu derenin kenarında ne kadar yıkanırsa o kadar temiz olur. Ama derenin kenarında olduğu halde yıkanmazsa, çeşmenin başında olduğu halde o pınardan kana kana içmezse, o kişi çölde olan bir kişiden hiçbir farkı olmaz. Çölde olan kişinin susuzluğunu yaşayacaktır. Suyun olmadığı bir yerde bir kişinin yıkanamadığı kirliliği yaşayacaktır. Onun için insan hayatında karşısına çıkan her şeye karşı muamelesini de dosdoğru yapacak.
Odunun Bile Eğrisi Girmez
Yunus Emre rahmetullahi aleyhe, Şeyhinin dergahında odun lazım oluyor. Ormana odun toplamaya giderken arkadaşları bakıyorlar ki, ormanda en güzel odunları, dalları toplamaya çalışıyor ve dümdüz olanları toplamaya çalışıyor. Ona diyorlar ki:
“Sen neden bunu yapıyorsun? Bir sürü burada odunlar var, al topla hepsini hemen götürelim.” Diyor ki:
“Bu dergâha bırakın eğri adam, eğri odun dahi yakışmaz. Ben bu dergâha eğri odun götürmem,” diyor. Çünkü bu dergâh Allah-u Zülcelâl ‘in yolunu temsil ediyor. “Oraya benim götürdüğüm her şey aynı zamanda beni de yansıtacaktır,” demek istiyor. “Benim orada yaptığım her hizmet, benim ne olduğumu, benim kimliğimi oluşturacak.”
Demek ki hepimiz bu yolda, Allah-u Zülcelâl’in yolunda, onun yolundaki mukaddesat ne kadar seviyorsak ne kadar değer veriyorsak ne kadar özenerek ona bakım yapıyorsak biz O’yuz. Ya eğriyiz ya doğruyuz. Onun seçtiği odunlar değildi, o kendisini seçiyordu aslında. O kendisini sürekli bir işlemden geçiriyordu. Yunus Emre’nin yaptığı buydu.
Hayatı boyunca yaptığı her işi bir hikmetle yapardı. Hep en güzelini yapmaya, Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanmak için kaybettiği şeyleri bulmaya çalışırdı. Kaybettiği hikmetleri bulmaya çalışırdı. O hikmetler ki müminin yitiğidir. Onun yaptığı da bizim için böyle bir derstir.
Demek ki doğru olmak için müminin hayatında hep mücadele etmesi lazım. Nefsiyle mücadele edecek. Baştan savma bir fikir geldiğinde onunla mücadele edip sağlam olanı yaptırmaya çalışacak kendine. Güzel olanı yaptırmaya çalışacak kendine.
“Böyle bir dergâha eğri odun dahi yakışmaz,” diyor. Biz bu dergahlarda kendimizi düzeltmek için varız ya, kendimizi düzeltmek için geldiğimiz bu kapıda başka şeyleri de getirdiğimiz zaman, başka kişileri de getirdiğimiz zaman düzeltmek amacı ile olmalı. Öyle keyf-u sefayla insan gaflet uykusuna dalıp amacını, gayesini unutmamalı. O heyecanını unutmamalı.
Adaba riayet etmekten farzlara kadar, en küçüğünden en büyüğüne kadar hiçbir şeyi hafife almamalı. Her şeyi en güzel şekilde yapmalı.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Allah-u Zülcelâl, mümin kulunun işini güzel yapmasını ve sağlam yapmasını sever.” (Beyhâkî, Şu’abu’l-İman, 4/334)
Hem güzel yapacak hem sağlam yapacak yani en doğru şekilde yapacak. Doğru dediğimiz zaman sadece dil ile değildir. Aslında dil bütün kalplerde, kalbimizdeki bütün doğruluğun bir tercümanıdır. Dışa yansımış halidir. Tabiî sadık olanlardan bahsediyoruz. Bir insan kalbi ne kadar sağlam ne kadar doğru olsa dilinin kuvveti ve doğruluğu da o kadar ağır basar.
Abdullah bin Mesud radıyallahu anh rivayet ediyor: Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem yere bir çizgi çizdi. Dedi ki:
“İşte bu Allah’ın dosdoğru yoludur.” Sonra da bu çizginin sağ ve sol taraflarına da başka çizgiler çizdi:
“Bunlar da dosdoğru yolun dışındaki yollardır. Bunların her birinin başında birer şeytan beklemektedir,” buyurdu. Ve sonra şu ayeti kerimeyi okudu:
“İşte bu benim dosdoğru yolum artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip onun yolundan ayırır.” (En’âm; 153; Dârimî, Mukaddime, 23)
Allah-u Zülcelâl Hz. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme hitap ederek aslında bütün ümmetine hitap etmiştir. Ona “Dosdoğru ol!” derken aslında onun zatında bize hitap ediyor. Çünkü zaten o en doğru yoldaydı. En güzel ahlak süsleriyle süslenmişti. Bütün güzellikler onda toplanmıştı. Öyle güzellikler ki, nasıl ki çok güzel bir sanat gördüğün zaman gözlerin ona hayran kalır ya bütün kalpler Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin duruşuna, yürüyüşüne, zatına, gülüşüne, konuşmasına baktığı zaman hayran kalırdı. Müşrikler dahi ona hayran idi. Onun ahlakına hayran idi.
Müşrikler dahi ona “Sen eminsin,” diyorlardı. “Senden asla yalan işitmedik,” diyorlardı. Ebu Cehil ve arkadaşları Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin yanına geliyorlar, diyorlar ki:
“Ya Muhammed -aleyhisselatu vesselam- Vallahi biz seni yalanlamıyoruz. Senin sadık olduğuna inanıyoruz. Kanaatimiz tamdır. Fakat biz senin getirmiş olduğunu istemiyoruz.”
Sadece istemiyorlardı. İşlerine gelmiyordu. Çıkarlarına tersti. O putlarla geçimlerini sağlıyorlardı. Onların sayesinde ayakta kaldıklarını zannediyorlardı. Ve onların makamı da mevkisi de vardı. O makamların da gidebileceğinden endişe ediyorlardı. Herkesin kendine göre bir kaygısı onun doğru yolda önünde durmuş olan bir şeytan gibiydi ve onun doğru yolda ilerlemesine engel olmuştu. İnanmıyorlardı. Ama Rasûlullah aleyhisselatu vesselamın sadık olduğuna, onun hiçbir şekilde yalan söylemeyeceğine hepsi şahitlik ediyordu. Bütün müşrikler onun sadık olduğunu biliyorlardı. Böyle bir Zat’a Allah-u Zülcelâl; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol,” derken aslında bize söylüyor. Çünkü onlar bütün insanlar için örnek alınacak bir numune idiler.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Allah-u Zülcelal’in emriyle Safa Tepesi’ne çıkıyor ve Kureyş kabilesinin bütün kollarına tek tek sesleniyor. Herkes o davete icabet ederek toplanıyor. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Kureyşlilere sesleniyor:
“- Ey Kureyş cemaati ben size şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman atlıları var. Hemen size saldıracak mallarınızı gasp edecek desem bana inanır mısınız?” Dediler ki:
“Evet inanırız. Çünkü şimdiye kadar senin hep doğru olduğunu gördük. Hiçbir zaman senin yalan söylediğini duymadık. Hiç. Bu kadar belirgin olmuş. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bakın, o halde ben şimdi size önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allah’a inanmayanların o çetin azaba uğrayacaklarını haber veriyorum. Bunu da doğru olarak bilin,” diyor.
“Ey Kureyşliler. Size karşı benim halim düşmanı gören ve ailesine zarar vereceğinden korkarak hemen ailesine haber vermeye koşan bir adamın hali gibidir. Ben bir tehlikeli durum gördüm ve koşa koşa geldim.”
Şu hikmete bakın ne kadar güzel izah ediyor. İnsanın direkt gönlüne hitap ediyor. “Allah-u Zülcelâl yani beni koştura koştura size gönderdi. Haber vereyim diye, önünüzde büyük bir azap var. Aman ha o azaba düşmemek için doğru bir şekilde yaşayın.” demek istiyor.
“Ey Kureyş cemaati. Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah’ın huzuruna varmanız dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede hayır ve ibadetlerinizin mükafatını, kötü işlerinizin de ceza ve şiddetli azabını göreceksiniz. Mükafat ebedi bir cennet, mücazat da ebedi bir cehennemdir,” buyuruyor.
Allah-u Zülcelâl hepimizi cennetle mükafatlandırsın. Cehennem azabından, onun kokusundan dahi hepimizi muhafaza eylesin.
Allah Resulü aleyhisselatu vesselam bu konuşmayı yaptıktan sonra genel anlamda hadsizlik yapan bir itiraz çıkmadı oradan. Ancak Ebu Leheb, öz amcasıydı, o haddini aştı.
“Hay eli kuruyası -haşa-, bizi buraya bunun için mi çağırdın,” dedi. Ve ağır bir şekilde konuştuktan sonra Allah-u Zülcelâl Tebbet Suresini nazil ediyor. Buyuruyor ki:
“Ebu Leheb’in iki eli kurusun.”
O Resulullah’a öyle demişti ya. Allah-u Zülcelâl da ona çevirdi işte. Zaten kurudu da buyuruyor. Ve kendisi helak olup gitti.
Allah-u Zülcelâl onun helak olacağını, helak olduğu olarak tüm insanlığa bir mucize olarak sunuyor. Bir ayeti kerime “helak oldu,” dedikten sonra Ebu Leheb kafir olarak öldü ve Müslüman olmadı. Bu böyle bir mucizeydi. Ve o kişi gerçekten de o kadar zaman zarfında fırsatlar eline geçtiği halde, Müslüman olabileceği imkan olduğu halde hep azgınlaştı.
Şimdi Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin doğruluğuna bakalım.
Yemin Etse…
Müminin de her zaman sağlam, dürüst ve sadık olması lazım. Hayatının her alanında sadık olduğun zaman güçlü olursun. Sağlam olduğun zaman seni hiç kimse sarsamaz. Senin söylediklerin dahi doğru olur. Öyle bir şekilde yaşamak lazım ki, öyle doğru bir şekilde yaşamak lazım ki, bazen bu cemaatin içerisinde onlardan yüzlerce, binlercesi vardır ama sen bazen sadece bir tanesini örnek gösterirsin. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle yapmış. Şimdi bir konuya özellikle buraya dikkat çekeceğim. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Nice saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış, iki parça eski elbiseli kimseler vardır ki, kendilerine değer verilmez, belki kimse selam vermez. Fakat eğer bunlar Allah’a yemin etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz. Berâ b. Mâlik de onlardandır.” (Tirmizi, Menakıb, 55; İbn Mace, Zühd, 4)
Bakın bir örnek olarak söylüyor, hepsini söylemiyor. Aslında sahabeler arasında öyleleri çok, belki hepsi öyleydi. Ama Resulullah sallallahu aleyhi vesellem “Onlardan biridir,” diyerek birisini örnek gösteriyor. Maksat bu hakikate değinmektir. Yani Bera bin Malik yemin etse, dese ki şu olay şöyle olacak, Allah-u Zülcelâl onun yeminini boşa çıkarmaz ve o şey öyle vuku bulacak.
Hz. Ömer radıyallahu anh zamanında müslümanlar bir harpte çok zorluk çekiyorlar, neredeyse mağlup olmak üzereler. Hz. Ömer radıyallahu anhın aklına, Bera bin Malik hakkında Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin o müjdesi geliyor. Koşuyor Bera bin Malik’in yanına. Diyor ki:
“Allah Resulü aleyhisselatu vesselam böyle böyle demişti. Ya Bera, Allah için dua et ve yemin et ki biz bu savaşı kazanacağız.”
Bera bin Malik hem dua ediyor ve hem yemin ediyor:
“Biz bu savaşı kazanacağız…” Allah-u Zülcelâl zafer nasip ediyor. Ama bunun yanında diyor ki: “…Vallahi ben de şehit olacağım,” diyor. Ve Allah-u Zülcelâl onu da şehit ediyor.
Böyle bir doğruluk vardı onlarda. Kalplerindeki bütün doğruluklar dillerine yansımıştı. Dillerinden ne çıksa yanlış olma ihtimali yoktu. Doğruyu söylemek bizim anladığımız minvalde bir doğruluk değil bakın. Doğru ve yalan olarak değil aynı zamanda onun gerçekleşmesi konusunda da tesir ediyordu, Allah-u Zülcelâl’in izniyle. Böyle bir şeydi. Doğruluk budur. Mümince yaşamak.
Ben de bütün müminlerden, bu minvalde rica ediyorum. Herkes Allah-u Zülcelâl’e dua ederken yemin etsin. Hepimiz diyelim ki:
“Vallahi Gazze galip gelecek. Vallahi Suriye mümin olarak galip gelecek.” Bunu duyan her mümin böyle yemin ederek Allah-u Zülcelâl’e sunsun bunu. Kimin Bera bin Malik olduğunu bilmiyoruz. Dolayısıyla Allah-u Zülcelâl, kimin ağzıyla o hakikati gerçekleştireceğini de bilmiyoruz. Onun için her zaman Allah-u Zülcelâl’den bu güzellikleri, bu doğrulukları isteyin. Hiçbir zaman Allah-u Zülcelâl’in yanında bu istekler zor değildir.
Şimdi orada bazı kardeşlerimiz Şam’a kadar girdi, fethettiler. Elhamdülillah. Biz onların tabii akidelerini bilmiyoruz. Nasıl bir durumda olduklarını bilmiyoruz. Ama bizim için şu önemlidir. Ne olursa olsun bir halkı zulümden kurtarmak, Allah-u Zülcelâl’in hoşnut olduğu bir şeydir. Biz nasıl buna razı gelemeyiz? Biz nasıl böyle bir durumda memnun olamayız? Şükretmeliyiz.
Burada şunu bilmemiz lazım. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizim için bir örnektir. Onun hayatını her yerde tatbik ettiğimiz zaman mutlaka onun denizinden ıslanacağız. Yıkanmış olacağız, tertemiz olacağız ve ona benzeyeceğiz. Onun için Allah celle celaluhu buyuruyor ki:
“Sizin için Resulullah’ta güzel bir örnek vardır.”(Ahzab, 21)
Yani, “O’na tabi olun.” Müşrikler dahi onun sözünün ne kadar doğru olduğunu ve ne kadar kuvvetli olduğunu biliyorlardı.
Biz ne kadar Allah’a karşı doğru olursak sözlerimiz de o kadar doğru çıkar. Dualarımız o kadar doğru çıkar ve doğru bir şekilde semaya yükselir, adresini kaybetmez sözlerimiz. Biz dualarımızı gönderirken nasıl ve nereye gönderdiğimiz önemlidir. Bunun yanında bizim ne olduğumuz da önemlidir. Ne olduysak o şekilde gönderebiliriz.
Allah-u Zülcelâl bizi müstakim, istikamet üzere olan kullarından eylesin. Ticarette doğru olmak lazım, dürüst olmak lazım. Yapabileceğin şeyi yaparım dersin, yapamayacağın bir şeyi yapamam der bitirirsin. Onunla fakir olmazsın emin ol. Eğer zengin olacaksan da o yalanla zengin olamazsın, zengin olduğunu zannetsen de bereketi olmaz. Ve sen yarın öbür gün buraya hepsini bırakıp enkaza dönüşürsen uyuyakalır gibi ölür gidersin. Onun için dünya malına aldanmamak lazım. Serap gibidir. Her şeyde dosdoğru olmak lazım.
Allah-u Zülcelâl bizi doğrulardan kılsın. Allah-u Zülcelâl bizi o Fatiha suresinde de geçtiği gibi:
“Ya Rabbi bizi müstakim olan, doğru olan yola hidayet et.” Amin.
O duayı her zaman yapıyoruz ya. Allah-u Zülcelâl bizi müstakim olan yola hidayet etsin. Kendilerine nimet verdiği kullarının yoluna erdirsin bizi.
Allah-u Zülcelâl hepimizi birlik beraberlik içerisinde bu dinin yücelmesi için gayret edenlerden eylesin, hizmet edenlerden eylesin.
Dünya ahiret hepinizi mesut, bahtiyar kılsın, sıkıntılarınızı gidersin. Allah-u Zülcelâl hepinizin rızkınıza, ticaretinize bereket koysun.
Allah-u Zülcelâl Gazze’deki, Suriye’deki kardeşlerimize, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize, Myanmar’da, Sudan’da, nerede mazlum kardeşlerimiz, zor durumda olan kardeşlerimiz varsa hepsine yardım etsin, hepimize yardım etsin. Allah-u Zülcelâl bizi kendi yolunda, rızasında, taatinde kullansın. Ve sallallahu aleyhi vesellem.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ