İRFAN SOHBETİ / İslam Ahlakı ile Gönül Kazanalım
İRFAN SOHBETİ
İslam Ahlakı ile Gönül Kazanalım
Seyda Feyzullah Konyevi -KS-
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارِ
“Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Allah onlara ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)
O zalimler ki Allah-u Zülcelâl onlardan bahsederken:
“Onlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın!” denildiğinde, “Biz sadece ıslah edicileriz!” derler.” (Bakara; 11)
Oysa onlar ifsat edicilerin, bozgunculuk yapanların ta kendileriydi. Yeryüzünde şu anda dünyanın birçok yerinde kafirler Müslümanların başına musallat olmuş ve hep Müslümanları katlediyorlar. Bir parça toprak uğruna. O toprak ki insanoğlunun gözünü doyuracak olan da ancak odur. Tabi kabir aleminde onun gözlerini doyuracaktır. Bu dünyada maalesef insanoğlu o toprağa da doymuyor, o mal mülke de doymuyor ve onun uğruna insanları katlediyor. Böyle vahşice, zalimce ve akılsızca bir duruma düşüyor.
Gazze’ye baktığımız zaman, Suriye’ye baktığımızda, Libya’ya baktığımızda, Yemen’e baktığımızda, Doğu Türkistan’a baktığımızda Myanmar’da; her yerde, nerede Müslümanlar zayıfsa hep onlara saldırıyorlar, katlediyorlar. Onlar bu vahşet üzere birlik içerisine girmişler, bütün güçlerini zulüm için kullanıyorlar. Eğer biz Müslümanlar onları izleyip bir şey yapmazsak, o kardeşlerimize yardım etmezsek, o kardeşlerimiz için kalbimizden gözyaşı dökmezsek, vebal altında kalırız. Biz de Allah korusun vicdanımızı kaybederiz.
Vicdanını kaybeden bir insan kaybolur. Kardeşlerinin safından çıkıp gider, artık nerede olduğunu da bilemez. Neuzü billah. Onun için Allah-u Zülcelal insanoğluna görevler yüklemiş.
Şeytan, şeytanlığını yaparken bizim de çalışıp şeytana engel olmamız lazım. Ve kardeşlerimizin zulüm altında kalmasına engel olmalı, onlara afiyetleri için yardımcı olmalıyız. Eğer biz bunu yapmaz da kendi aramızda çekişirsek, birbirilerimizin hatalarını söylemeye bile tahammül edemezsek, bu İslami ahlak değildir. Bu şeytana yardımcı olmaktır. Aynen şunun gibi:
Hani Medine’de bir adam içki içiyor, sürekli Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geliyor. Ona had uygulanıyor sonra gidiyor, bir daha içiyor, bir daha geliyor. Bu defalarca tekrar edince artık sahabiler bu kişiden bıkıyor, buna lanet okumaya başlıyorlar.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem uyarıyor sahabeleri:
“Kardeşiniz hakkında şeytana yardımcı olmayın. Biliyorum ki o Allah ve Resulünü seviyor.” (Buhârî, Hudûd, 4, 5)
“Günah işliyor ama Allah ve Resulünü seviyor. Kalbinde iman var.” buyuruyor.
Manevi olarak insan ya kardeşine yardım eder ya da şeytana yardım eder. Dolayısıyla bizim birbirimize yardımcı olmamız lazım. Cennete göndermek için, cenneti kazandırmak için yardımcı olmamız lazım. Bir kişiye günahından dolayı lanet edip, onun şahsına kin beslersen o kişiyi kazanamazsın. Rahmetle, şefkatle bakman lazım.
Birbirimizi Anlayalım
Birbirimize yardımcı olurken, kendimizi onun yerine koyduğumuz zaman onu anlayabiliriz. Ama biz kendi dünyamızda yaşayarak onun dünyasını anlamaya çalışırsak anlayamayız. Bu çağın tabiriyle empati yapmamız lazım.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bize emanet etmiş olduğu bu İslami ahlaka göre de bunun adı îsardır. Yani bir müminin diğer kardeşini kendine tercih etmesidir. Nasıl tercih edebilir? Kendini onun yerine koyarak. Onun açlığını, susuzluğunu hissetmen lazım. Onun acısını, duygularını, kederini, sevincini hissedebilmen lazım. O zaman sen onun gönül alemine girmiş olursun o da senin dünyana girmiş olur. O zaman ona yardımcı olabilirsin.
Ona vicdan gözüyle bakmadığın zaman, herhangi bir ihtilafından dolayı hemen kafirdir deyip, onu cehenneme göndermeyi bir marifet bilirsen onu kaybettiğin gibi, kendi merhametini kaybetmiş olursun.
Böyle, sanki İslam’ı temsil eden bayrak sadece kendisinin tekelindeymiş gibi, diğer Müslümanların hepsi yanlış yoldaymış gibi görüyor. O herkesi tekfir edince en büyük hizmeti yaptığını zannediyor. Oysa en büyük fitneyi yapıyor. Müslümanları birbirine düşürüyor.
Allah-u Zülcelal ayeti kerimede buyuruyor,
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek “Sen mümin değilsin” demeyin; çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır. Daha önceleri siz de böyleydiniz. Derken Allah size lütufta bulundu. Bu sebeple iyi anlayıp dinleyin. Hiç şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 94)
Demek ki bir kişi Allah’ın selamını veriyorsa, tekfir etmeyeceksin. Ayetleri, Resulullah’ın hadislerini inkâr etmiyorsa kafir diyemezsin. Ne olursan ol, istersen allame-i cihan ol. İhtilaflı meselelerde senin görüşüne uymuyor diye ona kafir diyemezsin. Dersen kendi imanını tehlikeye atmış olursun.
Bütün mümin kardeşlerimize tavsiyemizdir. Gözünüzü açın ve imanınızı yarın kıyamet gününde kimse kurtaramaz. Mümin bir kimseyi tekfir etmeye kalkışmayın.
Kimse şeytan kadar alim değildi. İlmi doğru kullanmak lazım. Kendi nefsine, hevasına göre kullanmamak lazım. Ayetin devamında “Dünya nimetlerini elde etmek için hiç kimseyi tekfir etmeyin,” diyor. İnsanoğlunun psikolojisini anlatıyor bize Allah-u Zülcelâl. O zaman ganimet elde etmek için bugün de başka bir şey elde etmek içindir. Şöhret mi olur, mal mülk mü olur, ne olursa olsun, kendini üstün göstermek için, bir şeyler elde edebilmek için ona buna kafir diyerek yeryüzünde Müslüman bırakmaz.
Şeytan bir kişiyi şaşırtmışsa, onu uyandıran bir kimse yoksa, ufku dar bir şekilde olaylara bakarak hep aynı şeyleri tekrar eder. Tekrar ettikçe de kendini kahraman zanneder. Oysa bütün müminler ondan şikayetçi olur.
Bırak Müslümanları, kafirlere karşı dahi yeter ki Müslüman olsun, kurtulsun, cennete girsin diye, merhametle gönlünü kazanmalıyız.
Müslümanın Merhameti
Bakın Gazze’de, Doğu Türkistan’da, kafirin musallat olduğu her yerde, hep bir vahşet vardır, işkence vardır. Afrika’da 20 milyondan fazla insan öldürülmüş. Düşünebiliyor musunuz? Nasıl bir vicdan, nasıl bir kalptir bu? Nasıl bu kadar kana doyulmaz? İnsanın aklı hayali almıyor.
İşte o küfrün vahşetidir. Şimdi imanın rahmetine bakalım. Kafirler hep aynı zihniyette, cahiliye devrinde de Müslümanları yakaladıkları zaman işkence ediyorlar, vahşet uyguluyorlardı. Böyle bir vahşetin karşısında Müslümanların tutumu ise şöyleydi:
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, sahabeleriyle birlikte Bedir Savaşı’na çıkıyor. Düşmandan önce Bedir kuyularının başına varıyorlar. Bir strateji uyguluyorlar kuyuyu ele geçiriyorlar. Havuz gibi bir şey yapıyorlar müslümanlar sularını içiyorlar. Sonra düşman geliyor. Onlar da onların karşısında bir yerde yerleşiyorlar. Eskiden öyleydi. İki ordu hazırlanıyor.
Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem önce bunlara sulh için elçi gönderiyor. Çünkü İslam’da her zaman sulh esastır. Savaşmak için çabalanmaz yani. Kafirler kabul etmiyor. Savaş olacak ve düşman su içmek istiyor. Ama su Müslümanların elinde. Düşmandan bazıları hemen suyun üzerine gelmeye çalışıyor. Sahabeler engel oluyor. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem diyor ki, “Çekilin gelsinler su içsinler.”
Bakın, Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ilk başta sulh teklif etti. Olur ya belki bazıları Müslüman olur. Nasıl ki Taif’te kendisine taş atanlar için helak olmaları için beddua etmedi, hidayet için dua etti. Aynı şekilde onların gönüllerine hitap ediyordu. Kabul etmediler. Az sonra çarpışacaklar. Düşmandır bu, birbirlerini öldürecekler. O anda dahi onlara insanlık öğretmekten geri durmuyor. Oysa o susuz halleriyle daha çabuk yenilirlerdi. Zaten galip olamadılar ama susuz, bitkin ve güçsüz kalacaklardı. O halde bile onlara su ikram etti. Bizim meselemiz budur.
Ben de sizin kalbinize hitap ediyorum. İnsanlara merhametle bakarsan ona cenneti kazandırma ihtimalin daha yüksektir. Bizim gayemiz bu olmalı. Kurtulmak mı istiyoruz? Kurtulmak istiyorsak kurtulmanın yolu kurtarmaktan geçiyor.
Ayet-i Kerime’de buyuruyor:
“Sizin içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran; 104)
Demek ki biz onlara iyiliği tavsiye ettikçe, onları kurtardıkça biz kurtulmuş oluyoruz. Yani başkasını kurtaranlar var ya, onlar kurtulanlardır, buyuruyor. Öyleyse bizim kurtarmaya çalışmamız gerekir.
Siz birbirinize ne kadar iyilikle muamele ederseniz Allah-u Zülcelâl de size öyle muamele edecek. Sen insanların hallerini didik didik araştırırsan ki bu senin görevin değil, haddin de değil, bu Allah’ın işidir. Allah-u Zülcelâl de senin hesabını didik didik yapar. Allah korusun. Biz birbirimizin hatalarına karşı casus değiliz. Birbirimize yardımcı olmak için beraber yaşıyoruz. Birbirimizle tanışalım diye, muhabbet edelim diye ve birbirimizle güzel geçinelim diye beraber yaşayabilme kabiliyeti vermiş Rabbimiz. Yoksa bazı hayvanlar gibi yalnız da yaşayabilirdik.
Bir başka merhamet manzarası… Bedir Savaşı bitiyor ve kafirlerden birçok esir alınıyor. Kafirler olsa müslüman esirlere işkence ederler. Öyle işkence yapar ki hiçbir şeyi hatırlayamaz hale gelenler var. İsrail hapishanelerinde akrabalarını hatırlayamayacak derecede bitmiş vaziyette insanlarımız vardı. Ama biz ne yapıyoruz? Yine bütün insanlara insanlığı öğreten Resulullah’tan öğreniyoruz.
Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesselam esirlere iyi davranmalarını buyuruyor. Esirler alındıktan sonra Bedir’den Medine’ye dönüş için uzun bir yolculuk başlıyor. Fakat binekler yeterli değildir. Sahabe-i Kiram o zaman ne yapıyordu, biliyor musunuz? Resulullah aleyhisselatu vesselamın emri üzerine bineklere sırayla biniyorlardı. O yol boyunca esirleri yürütüp kendileri binebilirlerdi ama sırayla biniyorlar. Onları evlerine getirip günlerce misafir ediyorlar. Tabii kaçamayacakları şekilde ama misafir gibi ağırlanıyorlardı hakikaten. O zamana kadar hep en güzel şekilde davrandılar.
Mus’ab bin Umeyr’in kardeşi Ebû Azîz, Bedir’de müşriklerin bayraktarlığını yapmıştı. Müslümanlara esir düştüğünde onlardan gördüğü şefkat ve merhameti şöyle anlatır:
“Bedir Savaşı’nda ben de esir düşmüş, Ensâr’dan bir topluluğa teslîm edilmiştim. Bedir’den dönerken, sabah ve akşam yemekleri geldiğinde ekmeği bana verirler, kendileri kuru hurma ile geçiştirirlerdi. Çünkü Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-, esirlere güzel muâmelede bulunmalarını tavsiye etmişti. Onlardan birinin eline bir ekmek parçası geçse hemen onu getirip bana verirdi.”
Ekmek büyük bir nimetti. Şu anda bakmayın insanların onu basit gördüğüne çok büyük bir nimetti. Biz varlığın, bolluğun içinde yaşadığımız için onun kıymetini bilmiyoruz, suyun kenarında olan bir insanın suyun kıymetini bilmemesi gibi. Sahabenin ellerindeki bütün yiyecekleri ekmek ve hurmaydı. Ekmeği esirlere verirler hurma ile açlıklarını geçiştirirlerdi.
“Ben onlara mahcup oluyordum. Ekmeği onlara iade ederdim. Derdim ki siz yiyin ekmeği bu sefer. Onlar kesinlikle diyor ben ne kadar ısrar edersem de o ensar sahabiler ellerini ekmeğe sürmezlerdi.” (İbn-i Hişâm, II, 288; Heysemî, VI, 86)
O sıcak çölde hurma yemekten içleri yanıyordu ama idare ediyorlardı. Böyle merhametli idiler. Eğer bu şekilde onların gönüllerini fethetmeseydiler İslam bu zamana gelemezdi.
Bizim aklımızla, keyfimizle, tepkilerimizle biz İslam’ı bu şekilde yayamıyoruz. Bakın hala bir şeyler beceremiyoruz. Onları örnek almamız lazım. Bütün her şeyimizle İslam davasının yücelmesi gayesine kendimizi adamamız ve bu gayeyle bütünleşmemiz lazım.
Birbirimize Hakkı Tavsiye Edelim
İnsanoğlu çok çabuk unutuyor. Bunun için hep bir hatırlatıcı olması lazım. Birbirimize hatırlatmamız lazım. Ben de tüm mümin kardeşlerime hatırlatıyorum. Ehli tesavvuf olsun olmasın. Hepsi bizim başımızın tacıdır. Bütün mümin kardeşlerimize hatırlatmamız lazım.
Bütün müminler kardeştirler. Ve birbirimize merhametle, sevgiyle, şefkatle, dürüstlükle, sadakatle, Allah’a teslimiyetle birbirimize yardımcı olalım.
Bütün müminler birbirleriyle nasıl daha güzel kardeşlik yapabilir, nasıl daha çok muhabbet hasıl olabilir? Bunun yöntemlerini araştırmamız ve keşfetmemiz lazım. Sadece kitap okuyup anlatayım ile olmuyor, doğru yöntemlerle uygulamamız lazım.
Nefsimizi bir kenara bırakacağız. Dünyevi menfaatlerimizi bir kenara bırakacağız. Allah Azze ve Celle’nin rızasının dışında olan her şeyi bir kenara iteceğiz.
Sizler internet ortamlarında onunla bununla mücadele etmeyin. Tartışmayın. Tartıştığınızda vaktiniz kaybolmuş vakittir. Kaybetmeyin zamanınızı. Siz onun yerine hakikati en güzel cümlelerle koyun. Hakikati yaşayarak gösterin, temsil edin. Sen hakikati gösterdiğin zaman o yanlışı anlar zaten.
Geçen bir söz gördüm, çok hoşuma gitti. SubhanAllah. Allah-u Zülcelâl karşıma çıkardı.
“Tatlı dilli birisine sorarlar” diyor. “Sen nasıl böyle tatlı dilli oldun?” O da diyor ki:
“Söz ağzımdan çıkarken önce ben tadına bakarım. Eğer o söz acıysa onu kendim yutarım. Yok tatlıysa o zaman ağzımdan çıkarırım. Karşıdakine onu söylerim.”
Biz de böyle yapalım. Tatlı bir şekilde kardeşlerimizi uyaralım. Allah ve Resulü’nü anlatıyoruz. Şahsi bir tartışma yapacak durumumuz yok. Hakikati anlatalım ki yarın öbür gün biz hep beraber Allah yolunda cihad etmemiz gerektiği zaman birbirimize sırtımızı dönmeyelim. Birbirimize sahip çıkalım.
Bizim yolumuz bellidir biliyorsunuz. Biz kendimizle uğraşalım. Kendimizi terbiye edelim. Hatta başkalarının edepsizliğini gördüğümüz zaman ibret alalım. Hani o meşhur bir söz vardır; “Ben edebi edepsizlerden öğrendim,” diye… O şekilde edebimizi daha çok korumuş oluruz.
Her şeye ibret nazarıyla bakalım ve akıbetimizi düzeltmek için Allah-u Zülcelâl’den niyaz edelim. O’na aşık bir şekilde yürüyelim. O’na muhabbetle dolu dolu, coşkulu bir şekilde yaşayalım. O’nun cenneti için, O’nun rızası için, her şeyimiz O’nun için olsun. Celle celalühü. Hayat böyle güzeldir.
Allah-u Zülcelâl hepimizin yolunu istikamet üzere kılsın. Allah-u Zülcelâl bizleri de sizleri de sırat-ı müstakimde sabit kılsın. Bizi birbirimize kardeş kılsın. Birbirimize karşı muhabbetlerimizi sürekli canlı tutsun. Ben birbirimize karşı derken sadece sofileri kastetmiyorum bakın, bütün müminleri kastediyorum.
Allah-u Zülcelâl bizim de sizin de hastalarımıza ve bizlere sizlere şifalar ihsan eylesin. Dünya ahiret hepinizi mesut, bahtiyar kılsın.
Allah-u Zülcelâl rızkınıza, ticaretinize bereket koysun. Resulullah’ın yolundan, sahabe-i kiramın yolundan, Evliyaullahın yolundan hepimizi ayırmasın, hepimizi o yolda sabit kılsın. Ve bizi bir göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefsimize teslim etmesin. Ve sallallahu ala seyyidina Muhammedin Nebi’l-Ummi ve ala alihi ve sahbihi ve sellem.