İRFAN SOHBETİ / Miraç Gecesi ve Berat Gecesinin Fazileti
İRFAN SOHBETİ
Miraç Gecesi ve Berat Gecesinin Fazileti
Seyda Feyzullah Konyevi -ks-
Allah azze ve celle ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
“Geceleyin kulunu, ayetlerimizden bir kısmını göstermek için Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız, Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra; 1)
Miraç; Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan da yedi kat göğe kadar yükselmesidir. Miraç Gecesi, Recep ayının yirmi yedinci gecesine tekabül ediyor. Miraç mucizesi, hicretten bir buçuk yıl önce, hüzün senesinde vuku bulmuştur.
Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hüzün senesinde birçok eziyet çekmiş, en büyük destekçileri amcası Ebu Talip ve Annemiz Hz. Hatice radıyallahu anha’yı kaybetmiştir. Böyle bir dönemde Taif’e gitmiş ve orada da birçok eziyete maruz kalmıştı. Adeta karanlığın en zifiri halinde, Allah azze ve celle ona Miracı nasip etti.
Allah-u Zülcelâl, Peygamber sallallahu aleyhi veselleme Miraç’a çıkarıp kendisiyle arş-ı alâ’da görüşme imkanı verdiği için hem Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme hem de O’nun ümmetine büyük bir şeref bahşetmiştir.
Miraç hadisesi şöyle anlatılır:
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme’den Mescid-i Aksa’ya geceleyin Cebrail ile beraber geldiler. Oradan birinci göğe, ikinci göğe… Bu şekilde bütün gökleri bitirmek suretiyle Arş-ı âlâya, Allah-u Zülcelâl’in huzuruna kabul edildi. Hiçbir mahlukatın yakın olmadığı kadar Allah-u Zülcelâl’e yakın oldu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme’den Medine’ye Cebrail aleyhisselam ile beraber gelirken ilk önce, Medine’ye vardılar. Burada Cebrail aleyhisselam, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme:
“Namaz kıl ya Muhammed! Burası senin hicret yerindir, buraya hicret edeceksin.” dedi.
Bu olaydan birkaç sene sonra, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye hicret etmiştir. Medine’nin civarına gelince, Cebrail aleyhisselamın, “Senin hicret yerindir,” dediği yerde iki rekât namaz kıldı. Biraz daha ileri gittiklerinde Cebrail aleyhisselam:
“Ya Muhammed! Burada da iki rekât namaz kıl. Burası da Musa’nın Allah-u Zülcelâl ile konuştuğu, Tur-i Sina dağıdır.” dedi. Tur-i Sina’dan sonra, Cebrail aleyhisselam yine:
“Ya Muhammed! Burada da namaz kıl; burası da İsa’nın doğduğu Beytü’l-Lehm ismindeki yerdir.” dedi.
Daha sonra, beraber Mescid-i Aksa’ya geldiler. Orada bütün Peygamberler O’nu karşılamak için Beytü’l-Mukaddes’e geldiler ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem onlara namaz kıldırdı. Daha sonra, Peygamberler dağıldılar, herkes kendi yerine gittikten sonra, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Burak isimli binite bindi. Cebrail’le beraber birinci gökte Âdem aleyhisselam ile karşılaştılar. Her bir gökte bir Peygamberle karşılaştılar. Arş-ı âlâya vardıklarında Cebrail aleyhisselam, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden ayrıldı. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Cebrail’e:
“Dost dostunu tek bırakır mı?” dedi. O da:
“Ya Muhammed! Ben buradan yukarıya çıkamam.” dedi.
Bundan sonra ayrıldılar. Orada Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Allah-u Zülcelâl’in heybeti, azameti nedeniyle bir heyecan içindeydi.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ayakkabılarını çıkarmak istedi, Allah-u Zülcelâl: “Çıkarma ya Muhammed!” dedi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Ya Rabbi! Sen Nebi Musa’ya tekellüm ettiğin zaman, ayakkabını çıkar, diye emrettin.” dedi. Allah-u Zülcelâl ona:
“Sen Musa gibi değilsin ya Muhammed bana yaklaş!” dedi.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, hiçbir kulun yakın olmadığı kadar Allah-u Zülcelâl’e yaklaştı. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ettehiyyâtu lillâhi, ve’s salavâtu ve’t tayyibâtu el mubarekâtu lillâhi.” dedim. Benim Rabbim cevaben bana:
“Essalâmu aleyke eyyuhe’n nebiyyu” dediğinde, Ben: “Esselâmu aleynâ ve alâ ibadillahi’s sâlihîn (Selam, Allah’ın salih kullarının da üzerine olsun.)” dedim.
Melekler, bu hâl ve konuşmayı duyunca hep bir ağızdan: “Eşhedu en lâ ilâhe illellah ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluh.” dediler.
Elli Vakit Kıymetinde Beş Vakit Namaz
Allah-u Zülcelâl, orada doksan kadar konuyu, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemle konuşmuştur. Onlardan birincisi ve en mühimi, günde beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Onun ümmeti üzerinde emredilen esas olarak elli vakit namaz idi. Dönerken, Musa aleyhisselamın yanına geldiğinde:
“Ya Muhammed! Ben insanlarla çok uğraştım. Onların kuvveti yoktur. Günde elli vakit farz namaza dayanamazlar. Böyle olursa hepsi cehenneme gidecekler. Allah-u Zülcelâl’in emrini yerine getiremeyecekler.” demesi üzerine, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem geriye dönüp farz namazları bir günde beş vakte indirinceye kadar gayret etmiştir. Yine Musa aleyhisselam O’na beş vakit farz namazın çok olduğunu söylediği zaman:
“Vallahi ben, Rabbimden hayâ ediyorum. Daha bir şey isteyemem.” demiştir.
İşte, bu beş vakit farz namazın, her bir vakti on vakit namaza bedeldir. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ümmetinin sevaplarının her bir tanesi, on taneye bedeldir. Yine elli vakit namaz kılmış gibi, oluyoruz. Yani beş vakit farz namazı yerine getiren kimse, elli vakit namaz kılmış gibidir.
Allah-u Zülcelâl orada Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme:
– Ya Muhammed! Seni ne ile şereflendireyim? Buyurunca, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
– Ya Rabbi! Sana kul olmak istiyorum, dedi.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Allah-u Zülcelâl’in huzurundan ayrılırken, Allah-u Zülcelâl:
– Ben’den bir şey istemiyor musun, Ya Muhammed! Buyurunca, Hz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
– Ya Rabbi! Sen’den ümmetimi istiyorum. Ümmetimin halinin kıyamet gününde ne olacağını merak ediyorum. Başka bir şey istemiyorum; makam istemiyorum, diye cevap verdi. Allah-u Zülcelâl:
– O zaman ileriye bak, Ya Muhammed! Diye buyurdu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle devam etti:
“İleriye baktığım zaman, öyle bir deniz gördüm ki ne başı vardı ne de sonu, ancak Allah-u Zülcelâl biliyor. Denizin içinde bir ağaç vardı. O ağacın üzerinde bir kuş vardı. O kuşun ağzında da bir mercimek tanesi kadar bir parça toprak vardı.” Allah-u Zülcelâl:
– Bunları gördün mü? Ya Muhammed! Buyurdu.
– Ya Rabbi! Bir deniz görüyorum. Denizin içinde bir ağaç var. Ağacın üzerinde bir kuş var. Kuşun ağzında da bir mercimek tanesi kadar bir toprak var, dedim. Allah-u Zülcelâl:
– Ya Muhammed, o deniz benim rahmetimdir. Ağaç da dünyadır. Benim rahmetime karşılık bir deniz içinde dünya şu ağaç kadardır. Ağaç üzerindeki kuş da senin ümmetindir. Kuşun ağzındaki mercimek tanesi kadar toprak da senin ümmetinin günahıdır. O toprak o denize girse, o denize bir şey yapabilir mi? buyurdu.
– Ya Rabbi! Hiçbir şey yapmaz, dedim. Allah-u Zülcelâl:
– Deniz, o toprakla bulanır mı? Buyurduğunda:
– Ya Rabbi! Bulanmaz, dedim. Bunun üzerine Allah-u Zülcelâl şöyle buyurdu:
– Öyleyse senin ümmetinin günahı, benim katımda işte o toprak kadardır.” (Buhari, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiya, 22, 43; Menakıbu’l-Ensar, 42; Müslim, İman, 264;)
Allah azze ve celle kullarına karşı çok merhametlidir.
Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in Miraç’tan getirdiği hediyeleri gönül hoşluğuyla kabul edip ve o hediyeleri değerlendirmemizi nasip etsin. Çünkü onun getirdiği hediyeler Mukaddes hediyelerdir. O hediyelerin içinde mü’minin miracı namaz vardır. Allah azze ve celle’nin rahmeti vardır. Bakara suresinin son iki ayetinde geçen manalar vardır. Allah’a ortak koşmayan herkesin günahlarının affedilebileceği müjdesi vardır. Allah azze ve celle bu ve bunun gibi gecelerin bereketinden hepimizin istifade etmesini nasip etsin.
Berat Gecesi
Allah azze ve celle kullarını affetmek için sebepler yaratıyor. İnsanoğlu da o sebeplere başvurursa, o sebepleri değerlendirip tevbe ederse Allah azze ve celle onu af ve mağfiret ediyor. Allah azze ve celle kullarına gerek bazı mekanlarda olsun gerek bazı zamanlarda bu fırsatları insanlara sunuyor. İnsanoğlu bu fırsatları değerlendirilirse diğer günlere nazaran veya diğer mekanlara nazaran yaptığı her bir ibadet kat kat artarak amel defterine yazılıyor.
Nasıl ki Mescid-i Haram’da veya Mescid-i Nebevi’de kıldığımız bir namaz burada kıldığımız herhangi bir namazdan daha kıymetli, sevabı çok ise, aynı şekilde bazı gecelerin de diğer gecelere nazaran sevapları daha çoktur. Böyle faziletli geceler vardır. Bu gecelerden bir tanesi de şu an idrak ettiğimiz Berat Gecesidir.
Şaban ayının 15’i gecesine denk gelen bu geceye Beraat gecesi deniyor. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem özellikle bu gece de ne yapmamız gerektiği ile alakalı bize bilgi veriyor. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:
“Şaban ayının yarısı (Berat gecesi) gelince; gecesini namazla gündüzünü oruçla geçiriniz. Allah, o gece güneşin batmasıyla dünya göğüne tecelli eder ve şöyle der: ‘Benden af dileyen yok mu? Onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu? Ona rızık vereyim. Şifa isteyen yok mu? Ona şifa vereyim.’ Allah-u Teala, şabanın on beşinci gecesi tecelli eder ve anne babasına âsi olanlarla Allah’a ortak koşanlar dışında bütün kullarını bağışlar.” (İbn Mace, İkametü’s-Salat, 191, 1389)
Allah azze ve celle bu gece rahmetiyle, bütün affediciliğiyle dünya semasına tecelli ediyor. İnsanların ihtiyacını vermek istiyor. Yeter ki insanoğlu kalben istesin. Bu gece anne babasına âsi olanlarla Allah’a ortak koşanlar dışında bütün kullarını bağışlıyor. Bir başka rivayette; Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu gecede af dışı kalanları şu hadis-i şerif ile açıklıyor:
“Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şaban’ın on beşinci gecesinde rahmetiyle yetişip her şeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna.” (İbn-i Mace, İkame, 191)
Allah-u Zülcelâl hepimize samimi bir şekilde tevbe etmemizi nasip etsin. Allah azze ve celle adeta; “Yeter ki tevbe edin, yeter ki dünyanın zevki sefasının geçici olduğunu bilin, Ben de sizi affedeyim, o ebedi olan hayatta sizi nimetlerim ile müşerref kılayım,” buyuruyor.
Hz. Âişe radıyallahu anha şöyle anlatmıştır:
“Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem geceleyin kalkıp namaza durdu. Secdeyi o kadar uzattı ki ruhunu teslim ettiğini zannettim. Onu böyle hareketsiz görünce kalkıp başparmağını hareket ettirdim, hareket edince geri yerime döndüm ve secdesinde şöyle dua ettiğini işittim: “Azabından affına sığınırım, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana sığınırım. Ben, Seni Senin kendini övdüğün gibi övemem.” Başını secdeden kaldırıp namazdan ayrılınca:
“Ey Âişe! -Bir rivayete göre Humeyra- Resulullah’ın senin hakkını yerine getirmediğini mi zannettin?” buyurdu. Ben: “Hayır, vallahi Ya Rasulellah sallallahualeyhi vesellem secdeyi uzatmandan dolayı ruhunun kabzedildiğini zannettim.” dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Bu gece hangi gecedir, biliyor musun?” dedi. Ben: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” deyince şöyle buyurdu: “Bu Şaban’ın on beşinci gecesidir. Allah Şaban’ın on beşinci gecesinde kullarının haline muttali olur, bağışlama dileyenleri bağışlar, yardım dileyenlere yardım eder, kin tutanları oldukları gibi, mağfiretinden geri bırakır.” (Beyhaki, Şuabü’i-İman, 3711)
Günahlardan kaçınıp, itaat yurdu olan cennete doğru koşmamız lazımdır. Orası isyan yurdu değildir. İsyan eden temizlenmeden cennete giremez. O’nun gazabı bizim küçük gördüğümüz bir günahta gizli olabilir. Aynı şekilde O’nun rızası yine bizim küçük gördüğümüz bir sevapta gizli olabilir. O halde küçük ve büyük günahlardan kaçınmak, yine imkân dahilinde bütün sevapları işlemeye çalışmak lazımdır. O’nun rahmeti çok geniştir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle anlatıyor:
“Beni İsrail’de iki kişi vardı: Biri günahkardı diğeri de ibadette gayret gösteriyordu. Abid olan diğerine günah işlerken rastladığında: “Günahtan vazgeç!” derdi. Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı. Yine, “Günahtan vazgeç” dedi. Diğeri: “Beni Allah’la baş başa bırak. Sen benim başıma müfettiş misin?” dedi. İbadet ehli olan: “Vallahi Allah seni mağfiret etmez,” veya: “Allah seni cennetine koymaz!” dedi. Bunun üzerine Allah azze ve celle ikisinin de ruhlarını kabzetti. Bunlar Allah azze ve celle’nin huzurunda bir araya geldiler. Allah azze ve celle ibadette gayret edene: “Sen benim elimdekine kadir misin?” dedi. Günahkara da dönerek: “Git, rahmetimle cennete gir!” buyurdu. Diğeri için de: “Bunu ateşe götürün.” emretti. Ebu Hureyre radıyallahu anh der ki: “Adam (Allah’ın gadabına dokunan münasebetsiz) bir kelime konuştu, bu kelime dünyasını da ahiretini de heba etti.” (Ebu Davud, Edeb 51, 4901)
Görebiliyor musunuz, Allah azze ve celle’nin adına başkasına sen affedilmezsin dediği için haddini aştı ve ahiretini mahvetti. Allah azze ve celle’nin gazabı o haddi aşmada gizliydi.
İnsan ne kadar günahkâr olursa olsun, bir tevbe ile hepsini temizleyebiliyor.
Biz Allah azze ve celle’den korkarız yine O’na tevekkül ederiz. O’na acziyetimizi göstererek;
“Ya Rabbi! Sen kendini nasıl övdüysen ben de aynı şekilde seni övüyorum,” diyerek dua edelim.
Evet! Allah azze ve celle bu gece bizim için fırsatlar vermiştir. Bu geceye büyük bir önem vermiştir, yeter ki kulları af dilesin ve Allah azze ve celle’nin mağfiretine mazhar olsunlar.
Cehenneme değil cennete girmeye müstahak olsunlar. Bu gece o kadar kişinin günahını affediyor ki, kendimizi bu affa müstehak edelim.
Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, Allah dünya semasına nüzul tecellisi eyler, Beni Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi bağışlar; hatta daha da fazlasını…” (Tirmizi, Savm 39, 739)
Beni Kelb kabilesi en fazla koyun sürüsüne sahip olan bir kabileydi. Onlar hem kişi olarak hem de sürü olarak diğer kabilelerden daha fazlaydı. Bir koyunun ne kadar tüyü vardır bir düşünelim! Bu örnek öyle bir örnektir ki, Allah azze ve celle insanoğlunun sayamayacağı kadar insanların günahını affeder. Allah azze ve celle bizleri de günahını affedilen kullarından eylesin.
Allah azze ve celle ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
حٰمٓۜ وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ ف۪يهَا يُفْرَقُ كُلُّ اَمْرٍ حَك۪يمٍۜ
“Apaçık Kitaba yemin olsun ki, Biz Kur’an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir.” (Duhan; 1-4)
Allah azze ve celle, rivayete göre Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan dünyaya indirildiği Berat gecesi için Kur’an-ı Kerim’de böyle buyurmuştur. Ku’r’an-ı Kerim daha sonra Kadir gecesinden itibaren parça parça Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e inmeye başlamıştır.
İnsanın eceli, rızkı, başına gelecek her türlü felaket Berat gecesi tayin olunur.
Mesela, bu sene içinde ölecek kimse, Azrail aleyhisselama bildirilir. Yağmur, kar, fırtına, zelzele, bereket, saadet, felaket bu gece takdir olunur. Allah azze ve celle, senenin bütün olaylarını insanın eceline kadar hepsini bu gece takdir ediyor. Onun içindirki böyle bir gecede insan ne kadar ibadet ederse o kadar çok karlı bir iş yapmış olur. Özellikle böyle gecelerde ibadetle meşgul olmak büyük bir fırsattır.
Allah azze ve celle’nin rahmeti boldur. O hiç kimseye zulmetmez. Çok adildir. Adaletiyle yeryüzünde hükmeder ve rahmeti her zaman gazabını da geçmiştir.
Özellikle bu gece ibadet ile, namaz ile meşgul olmak, Kur’an-ı Kerim okumak, Tevbe ve istiğfarda bulunmak, zikir çekmek ve ilim öğrenmeye çalışmak bunlar her birisi bu gece yapılabilecek ibadetlerdendir. Ancak kaza namazı olan kişiler tüm bunların yerine sadece kaza namazları ile meşgul olması, kaza namazlarını kılması onun için daha makbul olur.
Allah azze ve celle bu gecelerin hayrını, bereketini ve rahmetini üzerimize yağdırsın. Hepimize nice böyle geceleri görmeyi ve ona layık bir şekilde hakkını yerine getirmeyi nasip eylesin.
Allah azze ve celle bizim tüm hatalarımızı, tüm günahlarımızı silsin ve bizi ahirette rahmetine gark olmuş bir şekilde, O’nun affına ve mağfiretine mazhar olanlardan eylesin. Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in ve salih kullarının şefaatine bizleri nail eylesin. Hepimize bu dünyada da razı olacağı şekilde amel-i salihler nasip etsin. Bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın, birlik ve beraberlik içerisinde O’nun yolunda her zaman yürümeyi nasip etsin.