İRFAN SOHBETİ / Müslümanlar Her Zaman Gayretli Olmalı
İRFAN SOHBETİ
Müslümanlar Her Zaman Gayretli Olmalı
Seyda Feyzullah Konyevi -ks-
Sohbet konumuz yine hepimizin derdi olan, hepimizin gündemimizde olan, ciğerimizi yakan Müslümanların başına gelen o acı olaylar. Hepimizin gündemimizde ve gündemimizden çıkmamalı.
Çocukların gündeminde dahi Filistin var. Hepimizin derdi olan, yüreğimizi yakan, bütün duyguları alt üst eden, mağara veya orman kanunlarında dahi olmayacak vahşetlerle Müslümanlara saldırılan bir durum var. Bir manzara var ve bu öyle bir vahşet manzarası ki, kelimeler kifayetsiz kalıyor. Çünkü karşınızda normal birileri yok. Ne bir insan var ne bir vahşi var. Bunların ötesinde bir şey. Duygudan mahrum, merhametten nasipsiz, şefkatten nasipsiz böyle bir güruh var. Dolayısıyla az da olsa anlayabilmemiz için sadece o kelimelerle işaret ediyoruz. Gerçek anlamda bunu yapanları tarif edemiyoruz. Onları tarif edecek kelimeler henüz çıkmadı. Bu kadar vahşi bir durum söz konusu.
Dolayısıyla müminler, Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin de buyurduğu gibi, “Müminler bir vücut gibidir. O vücudun herhangi bir azası hastalanırsa, bütün vücut hastalanır. O acıyı çeker…” (Buhârî, Edeb, 27)
Aynı şekilde ta Filistin’de, Gazze’de birisinin, bir mümin kardeşimizin başına bir şey gelse bizim dertlenmemiz, acı çekmemiz lazım. Acı çekmezsek kendi imanımızı sorgulamamız gerekir; Allah korusun. Allah-u Zülcelal bizi o merhametsizlerden eylemesin.
Allah-u Zülcelal ayeti kerimede buyuruyor:
“O halde o (düşmanlarınıza karşı) toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah’ın hem de sizin düşmanınız olanları hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz. Ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarfederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.” (Enfal; 60)
Kuvvet genel anlamda bir tabirdir. Allah Azze ve Celle bunu özellikle kullandı ki, ey müminler, yarın öbür gün çarklar değiştiği zaman, ‘işte bizim bunu hazırlamamız gerekiyordu’ demesinler. Bizim şartlarımıza göre her türlü gücü hazırlamamız lazım. Allah bizden bunu istiyor.
Kuvvet eskiden kılıç idi, mızrak idi, ok idi. Şimdi bu zamanın şartlarında toptur, tanktır, uçaktır, füzedir, radardır. Bunları müminlerin bilmesi ve hazırlaması gerekiyor.
Dönüp kendimize bir bakalım. Müminler arasında ne kadar insan bu tür durumlara, bu sektöre, bu işlere ne kadar meyil verdiler? Ne kadar ağırlık verdiler? Ne kadar kendilerini geliştirdiler? Sorgularsak kendimizi çok kamçılarız. Öyleyse sorgulayalım ve kendimizi uyandıralım. Biz kendimizi uyandırmazsak işte düşman bu şekilde saldırır.
“Ve cihad için atlar hazırlayın.”
O zamanda hızlı ordu at ordusuydu. Allah-u Zülcelâl özellikle ondan bahsediyor. Bu zamanın hız sağlayan araçları, denizaltılar, hava araçları olarak tevil yapabilirsiniz. Ne anlarsanız anlayın ama onu yapın mutlaka.
Allah-u Zülcelâl, müminlerden özellikle kuvvet hazırlamalarını istiyor. At birliği dediği o zamanın en değerli ve en güçlü birliğini misal veriyor. Siz bu zamanın en güçlü birliğini anlayın.
Bu ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki müminlerin en güçlü bir biçimde her zaman düşmana karşı hazırlıklı olması lazım. “Bunları hazırlayın ki,” buyuruyor, “onlarla hem Allah’ın düşmanlarını hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız.”
“Uyumayın, Gevşemeyin”
Müslüman’ın düşmanı her zaman çoktur. Kendisinin bildiği ve bilmediği, sadece Allah-u Zülcelal’in bildiği düşmanları vardır. Bunlara karşı Allah-u Zülcelâl bizi uyarıyor. Diyor ki, “Sakın kendi bildiğiniz düşmanlarınıza karşı ufak bir hazırlıkla yetinmeyin.” Uyumayın, gevşemeyin. Sizin bilmediğiniz düşmanlarınız var, onların gücünü bilmiyorsunuz. O zaman kendinizi daha daha geliştirmeniz lazım. Bilmediğiniz bir düşman her zaman çıkabilir, içinizden dahi çıkabilir; Allah korusun.
Dolayısıyla her yönüyle her zaman hazırlıklı olman lazım, uyanık olman lazım. Mümin disiplinli olacak hayatta. Uyanık olacak, bilecek ki kendisi bir sur içinde yaşıyor ve düşman da hemen surun dibinde onu bekliyor. Her an düşman o suru yıkmak için fırsat kolluyor. Ya da oradan senin o kalene girmek için senin uyumanı bekliyor. Gevşemeni, tembellik yapmanı bekliyor.
Sabrı elden bırakmanı bekliyor. Sabır neydi demiştik, bunu tekrar tekrar hatırlatıyorum. Sabır oturup beklemek değildir. Sabır gayrete devam etmektir. Gayret de pes etmemektir. Sabır pes etmemek. Bu sabırdır. Devam et, sabret diyor. Sabret yani hemen pes edip ümidini kırma ve kendini de o şekilde pes ederek mağlup etme.
Müslüman her türlü savaşa hazır olduğu zaman Allah-u Zülcelâl’in de buyurduğu gibi düşmanlar korkmaya başlayacaktır. Sana ilişmekten çekinecektir.
Osmanlı döneminde mesela Osmanlı en ufak bir tehlike sezdiği zaman onun üzerine gidiyordu. Kimden örnek almıştı? Resulullah’tan örnek almışlardı.
Şimdi Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin dönemine gidelim. Osmanlı ona mutabaat etti, böylece asırlarca hükümran olarak kalabildi.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme iman eden Ashab-ı kiram, bir avuç Müslüman. Bizans ise büyük bir devlet, büyük bir ordu, Müslümanların ordusu ile kıyaslanamayacak derecede. Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme, Bizans’ın Müslümanlara karşı savaş yapacağı, saldırı yapacağı haberi geliyor.
Müslüman Gafil Avlanmaz
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin bir ahlakı vardı. Düşmanla ilgili bir tehlike sezdiği zaman düşman hareket etmeden o onların üzerine yürürdü. Çünkü nasıl olsa gelecek. Ben beklersem onun gelmesi daha tehlikelidir benim için. Onun önce saldırması daha tehlikelidir. Çünkü o saldırdığı zaman tam olarak senin teçhizatın hazır olmayabilir. Onu duyar duymaz hemen hazırlanıp birden onların üzerine yürürdü.
Bizans’ın üzerine yürümüştü Tebuk gazvesinde. Savaşı olmadı orada. Ama Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem oraya giderken yol güzergahında birçok kabilelerle anlaşmalar imzaladı. Bir birlik oluşturdu, bir sulh oluşturdu. Ve Bizans’a bir göz dağı verdi.
Göz dağı verdi ki “Ben her zaman hazırım. Sen uyuduğun halde daha sen kararını vermeden ben senin kapında görünebilirim.” Bu mesajı vermiş oldu.
Bizans bir daha Müslümanlara göz dikmedi hiç. Saldırmaya cesaret edemedi. Çünkü biliyorlardı ki, görüyorlardı da Müslümanlar kiminle savaş etse hep galip geliyorlardı. Güçlülerdi, samimilerdi, ihlaslıydılar ve korkusuz idiler.
Şu cümle aynen o sahabelerin ifadeleridir: (Kafirlere) “Sizin hayatı sevdiğiniz kadar biz ölümü seviyoruz, şehadeti seviyoruz.” Derlerdi.
Kafirler de bunun farkındaydılar. Diyorlardı ki; “Ya biz kiminle savaşıyoruz? Bunlar ölümü seviyorlar zaten. Bizim neyimizle, kılıcımızla neden korksunlar? Korku yok ki. Üzerimize üzerimize gelirler.” Geliyorlardı da. Onun için korkuyorlardı.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı düşmana böyle bir korku salıyordu. İlla ki savaşmak gerekmiyor. O esnada caydırıcı bir hamle yapmak lazım. Ama net ve kesin bir hamle ki düşman oraya adım atamamalı.
İslam bunu istiyor. Allah Resulü bunu yapmış her zaman. Bizim böyle bir durumda maalesef biz ne yapıyoruz Müslümanlar olarak?
Şimdi biraz daha gündeme gireceğim, hakkınızı helal edin. Bizim zikrimiz şu anda budur, cihadımız şu anda budur, Sofiler. Şu anda biz ne kadar bunları konuşup bilinçlendirirsek insanları, bu insanları Hakk’a karşı, cihada karşı o kadar daha bir sarılmış vaziyete getirmiş oluruz. Bilinçlendirmiş, uyandırmış oluruz. Çünkü insanlar gerçekten bilmiyorlar. Bilmedikleri için de düşmandan bazı yanlış bilgileri alıp ona inanabiliyor. Sonra bakmışsın kalkmış dostuna düşman oluyor. Müslümana düşman olmaya başlıyor. Farkında değil ama. Yazık. Onun için anlatmamız lazım bazı gerçekleri.
Mümin her yerde olmalıdır. Olmadığın yer bil ki kaybettiğin yerdir. Olmadığın yer bil ki senin düşmanının olduğu yerdir. Olmadığın yer, onun eline geçecek ve orayı her zaman senin aleyhinde kullanacak. Hangi alan olursa olsun. Çünkü dünyada bir hak ve batıl var. İki kutup var her zaman. Ya sen oradasın ya da karşı kutuba onu teslim etmişsin.
Korkuyu Yenmek Lazım
Şimdi tüm İslam aleminde şu anda bir korku var. Savaşa girme korkusu. Diğer İslam ülkelerinde de aynı şekilde, hatta onlara daha ufak tehditler bile yapsalar yeterli oluyor. Bazı İslam ülkeleri çok çok acınacak durumdalar. Çünkü onların yöneticileri halkıyla aynı şeyi konuşmuyorlar, aynı pencereden bakmıyorlar. İslam ile alakaları olmayan yöneticiler var İslam aleminde. Dolayısıyla hiç kimse şu anda hâlâ elini taşın altına koymadı.
İslam alemi sadece konuşuyor, kınıyor, İsrail’den bir ses yok. Görüyorsunuz.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapmazdı. Bu şekilde korkak bir şekilde davranmazdı. Biz şu anda yanıyoruz, biz yanıyoruz. Onlara orada atılan bomba bize atılıyor. Sadece oraya atılmıyor tüm İslam alemine atılıyor. Farkında değilsiniz.
Size tehdit yapılıyorsa zaten siz savaşın içindesiniz. Size de saldırıyorlar demek ki. Zaten kendiniz dile getiriyorsunuz. Arz-ı Mevud’dan bahsediyorlar. Bugün gelmiyorsa yarın gelecek. O zaman bugün sen git onun kapısına.
Diyelim ki hiçbir şekilde savaşa dahil olamadın. Cihad yapamıyorum diyorsun. Çünkü bütün süper güçler toplanmış orada. Ama o zaman Hamas gibi bir mücahide yardım edin. Hak davasını savunan o bir avuç Müslüman en azından tüm Müslümanların izzetini koruyor. İki milyar Müslümandan, elliden fazla İslam ülkesinden daha güçlü o yirmi bin kişi. Sadece yirmi bin kişi Müslümanların izzetini koruyor. Bunun hatırı için onlara yardım edin.
Her ülkenin istihbaratı var. Bir şekilde girin oraya, onlara silah mı veriyorsunuz, füze mi veriyorsunuz; yardım edin.
İsrail’e ve destek olan ülkelere ambargo koyun. Hiçbir İslam ülkesi ambargo uygulamadı. Halk kendi nezdinde Allah için bir şeyler yapmaya çalışıyor ve Elhamdülillah başarıyor da. Ya Rabbi sana şükürler olsun. Elhamdülillah.
Bu da bizim için yine en azından şerefimizi korumak adına bir hamledir. Müslümanların en azından elinden bu geliyor, bunu yapabiliyorlar ve yapıyorlar da. Bütün samimiyetiyle, bütün ihlasıyla yapıyorlar bunu, görüyoruz bunu. Ve Elhamdülillah o canavarların şirketleri de tek tek yavaş yavaş inşaAllah batacaktır. Ama devam etmek lazım.
Evinize o boykot ürünlerini almayın. Onlarsız da yaşanmaz mıydı? Ölecek miyiz almasak? Devam etmek lazım. Devam etmezsek bakın tekrar uykuya dalmış gibi oluruz. Bilin ki işte bu canavarları beslememeniz lazım.
Şimdiye kadar o içtiğiniz onların kahveleri, yemekleri, gıdaları, deterjanları, bütün şeylerini, ürünlerini düşünün. Onların her birisinin bilin ki siz ne kadar alışveriş yapmışsanız onları güçlendirdi ve bir gün o güçle size saldırdılar ve yine yapacaklar.
O zaman siz özellikle şirketleri, firmaları iyi araştırmalısınız. Kim Allah için çalışıyorsa, kim dindarsa, kim müminse gerçekten, onun malını almalısınız. Düşmanın malını niye alalım? Bunu müslümanlar kendine prensip haline getirmeli. Bakın bizim marketimize, elhamdülillah, yıllardır, yeni değil yıllardır İsrail’i desteklediğini bildiğimiz markalar bir kere girmemiştir. Koymamışız hiç elhamdülillah. Bundan sonra diğer markaları da Allah razı olsun internetten paylaşıyorlar, öğreniyoruz. Onların hiçbirisini koymayacağız inşallah. Siz de koymayın.
Market işi yapanlar, ne iş yapıyorsanız yapın. Aldığınız ürünler, sattığınız ürünlere dikkat edin. Yapmayın. Allah Azze ve Celle sizin rızkınıza kefildir. Aç kalmazsınız, emin olun. Allah Azze ve Celle sizin rızkınızı öyle bir gönderir ki siz şaşırırsınız. Neyden korkuyoruz ki?
İşte bakın bizim şerefimizi koruyan o mücahidlerin neyi var? Ne malları, mülkleri var? Olmayınca yaşıyor yine insan. İlla ki bir şeyler olması gerekmiyor. Yani davayı korumak için sen her zaman zenginsin. Böyle bilmelisin. Davayı korumak adına insan fakirleşmez. O fakirlik, fakirlik değildir. O fakirlik de şeref olur. Zenginsen o zenginlik de şeref olur. Yeter ki o davada yürü.
Evet bu yardımlar özellikle bir yandan o kafirin belini kırarken bu ambargolarla bir yandan o mücahitlere yardım yapılması lazım. Bu kadar İslam ülkeleri bakın daha hala İsrail’le ilişkilerini bitirmediler. En basiti. Bütün ilişkiler sıfıra indirilmeli. Böyle bir devleti tanımıyoruz demeleri lazım. Yok bitti artık hükmünde olması lazım.
Her gün İsrail daha fazla yıkım yapıyor. Ve bu yıkımlar normal yerler değil camiler bombalanıyor. Hastaneler bombalanıyor. Okullar bombalanıyor. Okul zaten boş kalmış vaziyette artık. Okula gidecek çocuk kalmamış. Öyle bölgeler var okula gidecek çocuk kalmamış. Hepsi şehit edilmiş.
İsrail Hamas’ı yendi diyelim. Bu İslam ülkelerinin yöneticileri ne diyecekler? Kendi halklarına ne diyecekler? Hangi yüzle bakacaklar? Biz şu engeli yaptık, şu yaptırımı yaptık, şunları yaptık diyebilecekler mi? Yok yapmadılar çünkü. O kadar yardımlar gönderiliyor. Ama hepsi Mısır’daki o Refah kapısında bekliyor.
Müslümanlar 20 kişiyken Kabe’ye doğru yürüyüş yaptılar. O müşriklerin arasına. Nerede bu cesaret?
Diyoruz ki Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir. Birçok ülke yöneticileri bunu söyledi. İsrail geldi o çizgiye bastı, açtı gitti. Çizgi kalmadı. Artık herkes tüm alem, İslam alemi hatta insan alemi, tüm insan alemi artık bir şeyi bekliyor. Gözle görülür bir adım bekliyor. Herkesin ciğeri yanıyor artık. Artık herkes yeter diyor. Avrupa’da dahi, Amerika’da dahi, insan olan kalbinde bir miktar merhamet olan, Müslüman olmayanlar dahi sokağa dökülmüş. Hepsi o bebekler için ağlıyor ve feryat ediyor. Allah-u Zülcelal onları dahi bu insanlığa hizmet ettiriyor. İman yok bakın. İslam yok onlarda. Ama Allah-u Zülcelal’in kullarıdır hepsi.
Hepsi Allah’ın elinde. Allah dilerse, eğer Allah korusun biz görevimizi yerine getirmezsek, Allah-u Zülcelal bizi bir çırpıda def eder, bizim yerimize bu işi daha iyi yapacak bir halk yaratır. Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede buyuruyor:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar. Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” (Maide 54)
Eğer müminler Allah Azze ve Celle’nin yolunda yürümezse, onun yolundan vazgeçerse, Allah-u Zülcelâl daha şerefli, müminler için tevazu kanadını seren, kafirler için ise hep başı dik, sürekli vakarlı, korkmadan, cesur bir şekilde duruş yapan, duruş sergileyen bir cemaat, bir mümin halk eder. Onlar, o kafirlere karşı hep cihad ederler. Ve Allah’ın da lütfu boldur, onlara hep lütufta bulunur.
Şu anda hepimizin yerine Hamas yapıyor bunu. Kim ne derse desin, akidelerini bilmiyoruz, fikirlerini bilmiyoruz. Ama Allah yolunda cihad ediyorlar. Ve hiçbirimizin yapamadığını yapıyorlar. Ve hepimizden daha şerefliler. Kim ne derse desin, hiç kimse böyle büyüklenmesin.
Yok biz şöyleydik, biz böyleydik, böyle olduk, böyle olacağız. Bir Hamas edemezsiniz. Hiç kimse, dünyadaki hiç kimse bir Hamas edemez. Onlar şu anda hepimizin şerefini koruyorlar.
Ayıptır bu, o kadar iki milyar insan var. İki milyar. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’deyken müşriklerin sayısı müslümanların sayısının belki yüz katı, bin katıydı. İlk müminler parmakla sayılacak kadar birkaç kişiden ibaretti.
Biz demek ki henüz birkaç kişi olamadık. Onlar o cesaretle İslam’ı bize kadar getirdiler. O cihadla, o gayretle, o samimiyetle, o uyanışla bize kadar getirdiler ve bize emanet ettiler. Biz henüz onların sayısına ulaşamadık. Maalesef.
Selahaddin Eyyubi Hazretleri bir gün Cuma hutbesinde ona bir genç bağırıyor, protesto ediyor şimdiki zamanın tabiriyle. Diyor ki:
“Ey Selahaddin Kudüs esirdir,” diyor. “Sen ne öyle konuşuyorsun burada?”
Selahaddin Eyyubi Hazretleri hiç cevap vermiyor ona. Ertesi gün sabah namazında Selahaddin Eyyubi Hazretleri dönüyor cemaate.
“O dünkü Cuma hutbesinde bana kızan genç nerede?” diye soruyor. Diyorlar ki; “Yoktur, gelmedi.” Diyor:
“Cuma namazına gelen sabah namazına da geldiği zaman Kudüs bizimdir.”
Yani biz Allah’a karşı ne kadar samimiysek ne kadar ne kadar ciddiyetle çabalarsak Allah-u Zülcelal’in bize yardımı da o kadar bol olur. Biz de o kadar O’nun yardımına yaklaştıkça da O’nun bizden istediği şeyleri korumaya, sahiplenmeye daha çok muvaffak oluruz.
Peki bunun için ne yapmamız lazım? Buraya iyi dikkat edelim. Bakın hep diyoruz ki işte elimizden dua geliyor. Hayır elimizden sadece dua gelmiyor. Öyle diyorlar ki mümin yerinde otursun, dua etsin, bu kadar. Öyle olmaz. Dua, ibadet, bunlar hepsi bir kanattır. Senin ikinci kanadın var. İkinci kanad da dünyadaki gayretlerindir.
Allah-u Zülcelal ayeti kerimede buyuruyor:
“İnsana çalıştığından başkası yoktur.”
Az önce okuduğumuz ayeti kerime ne diyordu: “Onlara karşı güç hazırlayın.”
Bu dua mıdır? Yapmamız gereken güç hazırlığı var demek ki. Biz o gücü hazırlamadık. Kalkıp dua ederim diyoruz.
Gücü kim hazırlayacak bizim yerimize? O kuvveti kim hazırlayacak? Kim düşmana karşı hazırlanacak? İki kanadımız var. Birisi uhrevi kanattır, birisi dünyevi kanattır. Bu ikisi olmadan mümin kanatlanamaz, uçamaz.
İlerleyemezsin. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem sürekli sahabeleri hazır tutardı. O hazırlığı yaptıktan sonra sürekli bu sefer nefisleriyle cihad ederlerdi. İşte o nefisle cihad, o diğer kanattır.
Nefisle olan cihadımız, duamız, ibadetlerimiz bunlar diğer kanattır. Bir kanadımız ise o hazırlıktır. Dünyevi hazırlıklarımızdır. Bir elimizde kılıç, bir elimizde ibadet, dua bunlar olacak. Biz böyle bir durumda her zaman Allah için dünyamıza çalışacağız, güçlü olacağız.
Zahid olacağız aynı zamanda. Zahitlik kalptedir. Zühd dünya için çalışmamak değildir. Dünya sevgisini kalbine koymayacaksın. Dünya sevgisine karşı zahid olacaksın. Ve Allah için dünyada çalışacaksın. Senin o çalışman sana güç verecek. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Müminin güçlü olanı güçsüz olanından hayırlıdır,” buyuruyor. (Müslim, Kader, 34; İbn Mace, Zühd, 4168)
Sen hangi alanda güçlüysen, o alanda diğer müminlerden daha hayırlısın. İster maddi, istersen fikri, ilmi, bilek gücün olsun, fiziki olsun bunlar hepsi güçtür. Bizim onlara karşı yapmamız gereken demek ki sadece dua değil. Dua her zaman bizimledir.
O bizim dilimizden ve kalbimizden zaten hiçbir zaman düşmemeli. Her namaz vaktinde zaten dua da yapıyoruz ve hatta onların arasında da dua yapıyoruz. Bizim başka eksiklerimiz var demek ki. Onu dönüp araştıralım. İşte o da zahiri sebeplerdir. Biz zahiri sebepleri uygulamıyoruz demek ki. Bizim hatamız orada, eksiğimiz orada.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“Ey iman edenler sabredin, sabır yarışında düşmanlarınızı geçin.”(Al-i İmran; 200)
Sabır yarışı bakın. Sabır, oturup sabretmek değil bıkmadan, usanmadan gayret gösterip o işi neticeye kavuşturmaktır. Sabır odur işte.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
“Ve uyanık olun. Hazırlıklı ve uyanık olun.”
Burada ribat kelimesi var. Ribat kelimesi, düşmana karşı her zaman uyanık ve hazırlıklı olmak. Nöbette olmak. Kalenin surlarını bekleyen kişiye murabit denilir. Yani düşmanı gözeten, sınırları bekleyen de Allah-u Zülcelâl’in bu emrini yerine getiriyor demektir.
Bir asker kendi sınırlarını, vatanını, halkını, halkının şerefini korumak için o sınırda bekliyor veya şehrin içinde emniyeti sağlıyor ya; bu ribattır. Bu Allah’ın emrini yerine getirmektir. Bu zamanda daha gelişmiş bir nöbetçi var. Nedir o? Radar. Senin bunu yapman Allah’ın emrini yerine getirmendir. O radar her zaman gözetliyor.
Düşmanın bir uçağı girse, senin semalarında görünse hemen o radar onu tespit eder. Onu tespit ettikten sonra ona bir ok atman lazım. O oku da üretmen gerekiyor. O da füzedir. O da senin için bir görevdir. Velhasıl ne yaparsan yap, Allah adına Müslümanları korumak için ne yaparsan yap, hepsi cihattır ve hepsi Allah-u Zülcelâl’in emrini yerine getirmektir.
Her şeyde bir hayır gözetmemiz lazım. Bazı şeyleri biz şer olarak biliriz. Aslında bizim için hayırdır. Ayet-i Kerime’nin tabiriyle söylüyorum; bazı şeyleri de hayır zannederiz ama aslında bizim için şerdir.
Şimdi bu Müslümanlara saldırıyorlar. Şehit olanlar, hepsi inşaAllah cennettedirler. Onlar mükafatlarını fazlasıyla alacaklar. Bizim burada nimetlendiğimizin daha daha fazlasını şu anda öbür tarafta alıyorlar, inşaAllah. Fakat bizim için de burada bir ders oluyor. Bu bizim için bir hayırdır. O derslerden, o ibret vesikası olması bakımından onlardan ders almamız, uyanmamız bu bizim için hayırdır.
Bütün Müslümanlar şu anda farkına vardı ki, biz hepimiz aslında esaret altındayız, hepimiz işgal altındayız. Bir Gazze özgürdür. Herkes bunu gördü. Bu bir. İkincisi, hepimiz gördük ki biz uyuyoruz. Bu bizi uyandırdı. Üçüncüsü, hepimiz gördük ki biz çalışmamışız. Çalışmamışız, bundan sonra çalışmaya ahdettik, çalışmaya azmettik. Gayret edeceğiz inşaAllah.
Herkes kendi mesleğini, kendi bilgilerini İslam’ın faydasına aktarmalı. İslam’ın hizmetine sunmalı bir şekilde. Herkes bir şeyler yapabilir. Ve yine şunu öğrendi ki, biz birlik olamamışız. İnşaAllah bu da bizim birlik olmamıza vesile olur, muhabbetimize vesile olur, birbirimizle kaynaşmamıza vesile olur. Daha birçok hikmetleri var.
Bu dünyada biz ne yaparsak, eğer öbür dünyaya bir salih amel şeklinde gönderemiyorsak, ziyanda oluruz. Ancak gönderdiğimiz şeyler de biz öldükten sonra, hepsi orada sadece gönderildiklerimizle kalacak ve ölüm ile defter kapanacak. Fakat bazı ameller vardır ki, onlar biz öldükten sonra da yeşermeye devam edecek, meyvesini vermeye devam edecek. Onlar da Allah yolunda cihattır. Allah-u Zülcelâl’in yolunda gayret etmektir. Onun yolunda hizmet etmektir.
Cihat, daha önceki sohbetlerimizde de söylemiştik, sadece savaşmak değildir. Sen o savaşa çıkan mümin kardeşinin teçhizatını yaparsan, giyim kuşamını, silahını, yemesini, içmesini temin için ne kadar yardım edebilmişsen, gaza etmiş, o savaşa katılmış gibi olursun. Yine bir kişi o gazaya çıkan kişinin ailesini hayırla himaye ederse, korursa, gözetirse, bir emanet olarak görüp o şekilde onları muhafaza ederse, yine o savaşa, o cihada katılmış gibi sevap kazanır.
Resul-i Ekrem buyuruyor, “İnsanın ölmesiyle her ameli kesilir. Ancak Allah yolunda mücahede edenin ameli bundan müstesnadır. Onun ameli kıyamet gününe kadar nemalanır ve kabir fitnesinden de emin kılınır.” (Tirmîzî; Fedail’ul Cihad; 2)
Allah yolunda cihad eden, mücahede eden, yani gayret eden bundan müstesnadır. Onun amel defteri kapanmayacak, ameli ona hala yazılıyor olacak. Allah-u Zülcelal hepimizin amelimizi sadaka-i cariye gibi sürekli kılsın, öldükten sonra da devam ettirsin.
Bakın ne İsrail ne Amerika, Hamas’ı siyasi temsilci olarak kabul etmiyor, onlara terör örgütü diyor. Çünkü Hamas silahlıdır. Onlar istiyor ki Filistin silahsız olsun, o Mahmud Abbas gibi. Yasir Arafat döneminde zaten Filistin hükümeti, İsrail’le anlaşmaya girip silahını bıraktı. Onlar istiyor ki Hamas da bıraksın.
Hamas niye bıraksın? Kendi ülkesini savunmak için insan silahlanır. Bir ülke nasıl silahsız olur? Hele senin yanı başında bir canavar varsa, bir vahşi varsa, sen nasıl silahsız yaşayabilirsin orada? Dolayısıyla şimdi şunu ben de söylüyorum. Müslümanların yüreğindeki budur. Müslümanların kalbindeki budur. İradesi budur. İnşallah Hamas galip gelecek. Allah’ın izniyle Filistin’in bu resmi yönetiminin gözden geçirilmesi lazım. Bu hainlere bırakılmaması gerekir.
Bütün İslam ülkelerinin birlik olması lazım. İslam ülkelerinin petrolü kapattığını düşünün. İsrail’e ve destekleyenlere. Gazze’ye hayat yoksa tüm dünyada hayat yok desinler. En büyük petrol, İslam ülkelerinde var en çok topladığın zaman. Bunlar yapılırsa bir daha cesaret edemezler.
Allah’ın azze ve celle hepimizin birliğini daha iyi bir şekilde daim eylesin. Bizi her zaman uyanık olanlardan eylesin, basiretli kılsın, ferasetli kılsın. Bizi uyuyanlardan eylemesin. Bizi şeytanın fitne ve desiselerinden, tuzaklarından muhafaza eylesin. Bizi nefsimize teslim etmesin. Düşmana karşı her zaman bizi muzaffer kılsın.
Şu anda Filistin’de o mücahitlere Allah’ın huzuruna yardım etsin, güç, kuvvet versin, sebat, metanet versin. Bize de onlara yardım etme şerefini nasip etsin. Yardımlarımızı onlara ulaştırabilme şerefini nasip eylesin.
Bizi, hepimizi de aile olarak, çoluk çocuk, küçükten büyüğe kadar hepimizi İslam adına büyüyen insanlar kılsın. İslam adına yaşayan insanlar kılsın. Şu anda bazen bakıyoruz Gazze’de çocukları konuşturuyorlar. Şehitlerin çocukları, yetimleri; inanın birçok büyük insanlardan, birçok alimlerden daha güzel konuşuyorlar. Öyle bir samimiyet, öyle bir mütevekkil, öyle bir ihlaslı bir şekilde konuşuyorlar ki insan hayran kalıyor.
O kelimeler öylesine ağızlarına gelmiyor bakın, onlar yetiştirilmişler. İşte bizler de anne baba olarak çocuklarımızı yetiştirmemiz lazım. Onlara İslam’ı yedirip içirmemiz lazım. İslam’ı emzirtmek lazım onlara. O şekilde büyütmek lazım onları. Ta ki onlar da büyüdükleri zaman her birisi birer insan birer güzellik abidesi olarak, iyilik abidesi olarak büyüsünler.
Allah azze ve celle her zaman kalbimizi o mazlumların yanında tutsun. Kalbimizi o mazlumların, mağdurların yanında her zaman attırsın ki onlara yardım etmemizi nasip etsin.
Allah azze ve celle hepimizin sıkıntılarını gidersin. Bizlere de sizlere de dünya ve ahirette huzur ve saadet nasip etsin. Rızkınıza, ticaretinize bereket koysun. Sırat-ı müstakimden ayırmasın hepimizi.
Allah dostlarının yolundan, sahabelerin, Resulullah’ın yolundan ayırmasın. Allah azze ve celle hepinizin yuvanıza da huzur, saadet, muhabbet koysun.
Allah Azze ve Celle hepimizi kendi yolunda, kendi rızasında, kendi davasında, kendi taatinde kullansın.