İRFAN SOHBETİ / Ölüm Yok Oluş Değildir

İRFAN SOHBETİ
Ölüm Yok Oluş Değildir
Seyda Feyzullah Konyevi -KS-
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Ankebut; 57)
İnsanoğlu sınırlı günlerden ibaret bir ömre sahiptir. Belki birkaç gün veya belki birkaç dakikalık bir ömre sahiptir. Bu kâinatın bütün zamanını saymış olsak, bunun yanında insanoğlunun ömrü birkaç dakikadan ibaret olacak. Milyonlarca senenin yanında insanın ömrü çok kısa. Ve sonuçta her olacak olan şey olmuş gibi düşünmek lazım.
Allah-u Zülcelâl yine ayeti kerimede buyuruyor:
“Muhakkak ki sen öleceksin ve onlar da ölecekler.” (Zümer; 30)
Ancak burada öyle bir tabir kullanmış ki: meyyit. Meyyit, ölü demektir aslında. Zahiri olarak mana sen de ölüsün, onlar ölüdürler. Ama buradaki maksat sen de öleceksin, onlar da ölecektir. Burada şunu düşünelim; zaten ölecek olan Allah’ın katında ölmüş gibidir. Olacak hadiselerin hepsi Allah-u Zülcelâl’in katında yazılı mıdır? Yazılıdır. O halde Allah-u Zülcelâl’in katında ölmüş, kendi cennetinde veya kendi cehennemindedir. Çünkü netice, hakikat oraya varıyor. Her şey yazılı ama Allah-u Zülcelâl kimseyi mecbur bırakmıyor.
Allah’ın ilminin yanında her şey yazılıdır. O her şeyi biliyor ama izliyor bizi. Ki yarın demeyelim; “Ya Rabbi, evet, Sen biliyordun bizim cennete veya cehenneme gireceğimizi ama belki ben cehenneme değil de cennete girecek ameller işlerdim. Sen niye beni dünyaya göndermedin?” Kimsenin böyle dememesi için Allah-u Zülcelâl herkesi dünyaya gönderip imtihan ediyor.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme soruyorlar:
“Ya Resulallah, madem her şey yazılıdır, neden o zaman biz amel işleyelim?” Diyor ki:
“Çalışın,” buyurdular. “Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekavet ehli olanlar da şekavet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!” Sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): “Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız” (Leyl 5-7; Buhari, Tefsir, Leyl, Cenaiz 83, Edeb 120, Kader 4, Tevhid 54)
Ne yapıyorsan sana o kolaylaştırılmış demek ki. O kaderine doğru meylediyorsun. İnsanoğlu nefsani temayülleri sebebiyle, “Madem kaderimizde her şey yazılı, o zaman ben niye namaz kılayım?” diyor. Bunu diyeceğine “Madem her şey yazılı ben neden günah işleyeyim ki?” desene. Demiyor insan. “Madem her şey yazılı ben o zaman en güzel insan olayım,” de.
Sen bir insansın. Sana iyilik yakışır. Madem her şey yazılıdır diye bir itiraza gireceksen iyilik yönüyle düşün. Ama onu yapmıyorsan ha demek ki o zaman sen burada kontrol altında tutulması gereken bir mahluksun. İmtihana tabi tutulan bir mahluksun. Tüm insanoğlu için bu böyledir. Allah’ın hükümleri bunun için lazımdır işte. Allah-u Zülcelâl insanoğlunu başı boş bıraksaydı her türlü kötülüğe meylederdi. Hiç iyilik aklına gelmezdi. “Ben neden iyilik yapayım ki?” derdi. Oysa iyiliğin bir nedeni olması gerekiyor muydu ki?
Allah-u Zülcelâl Davud aleyhisselama vahyediyor:
“Ey Davut kullarıma söyle ben cennet ve cehennemi yaratmamış olsaydım yine de ibadet edilmeye layık değil miydim?” (Ruh’ul Beyan Tefsiri)
İnsanoğlu cennet isteğiyle cehennem korkusuyla Allah’a ibadet ediyor. Farz et ki sen bir insansın. Allah-u Zülcelâl seni yarattı ve farz et ki cennet ve cehennem yok. Ne yapacaktın? Allah-u Zülcelâl de sana ibadet emri de vermemiş. Yine de ona ibadet etmeyecek miydin? Yani bunu söylüyor adeta Allah-u Zülcelâl.
Hesaba Çekilmeden Önce…
İnsanoğlu haddini çabuk aşıyor. Konumuz aslında ölümle ilgili ama ölüme doğru giderken yapmamız gerekenleri de aslında bu şekilde söylemiş olalım. Çünkü Resulü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor. Hadis diye biliyoruz ama bazıları Ehl-i İrfan sözüdür, diyor:
“Ölmeden önce ölünüz.” Bir başka hadisi şerifte ise:
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”
“Allah-u Zülcelâl’in ilminde her şey yazılıdır,” buyuruldu ya. “İnsan kendi kaderine doğru meyillidir. Senin kaderin neyse sen ona doğru yürüyorsun,” diyor ya Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem. Öyleyse bu ölüme her zaman hazırlıklı olmamız lazım. Hatta ölmeden önce ölmüş gibi olmalıyız.
Ahirette olsak dünya nimetlerinin hiçbir kıymeti olur mu? Olmaz. Öyleyse biz ahirette olmuş olsak dünya nimetlerini ne yapardık? Bunu da ahirette bir faydaya çevirecek bir eşya olarak Allah-u Zülcelâl elimize koymuş olsaydı ne yapardık? Onu biz hemen Allah yolunda kullanırdık. Ya sadaka verirdik ya İslam’ın izzeti için çabalardık. Onu mizanda bir sevaba dönüştürecek bir şeylere başvururduk. Seni cennete koyacak bir amel yapardık. İşte bu dünyadayken kendini ahirette farz et.
Ölmüşsün, berzah alemini de geçmişsin ve şimdi hesap meydanında, haşir meydanında hesap vermek üzere ellerinde sevapların ve günahların var, bekliyorsun. Şimdi amel defterine ne yazmak istiyorsun? Onları yaz. Sevap mı yazmak istiyorsun defterine bugün sevap işle. Günah mı yazmak istiyorsun? Hiç kimse bunu yapmak istemez.
Ahirette olduğunu düşünen bir insan günahın yanından bile geçemez. Ancak ne zaman geçebilir? Gaflet uykusuna daldığı zaman geçebilir. Zaten ölüm de bir uyanıştır.
Bizim şu anda ahirete karşı gözlerimiz kapalı. Ancak herkesin kalbinde de bir göz var. O gözü Allah-u Zülcelâl açar. Allah-u Zülcelâl onu açtığı zaman sen onunla ahireti görebilirsin. İdrak edebilirsin yani; kavrarsın onu. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de ahirette neler olacağını anlatmış. Olmuş gibi anlatmış.
Ne demiştik? “Sen bir ölüsün. Onlar da birer ölüdürler.”
Tarikata ilk girerken ne rabıtası vardı? Ölüm rabıtası. İnsanoğlu bu dünyada nasıl ki ölünce, ölü yıkayıcısının eline teslim oluyor, onun elinde hiçbir hareket edemiyor. Yıkayıcı onu sağa çeviriyor, sağa dönüyor. Sola çeviriyor, sola dönüyor. Yıkıyor onu, tertemiz ediyor. Sonra onu bembeyaz bir kefene sarıyor. Ve sonra onu bir tohum gibi toprağa ekiyor. Sonra kıyamet günü bir ağaç gibi filizlenip mahşer meydanına doğru sevk edilecek.
İnsan ölünce nasıl teslim oluyorsa bu dünyada bir ölü gibi Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerine teslim olmamız lazım. Allah’ın emri bizi namaza sevk ediyorsa namaza koşacağız. Onun nehyi bizi hangi günahtan sakındırıyorsa ondan uzaklaşacağız. Bu teslimiyettir. Ona teslim olmaktır. İşte bu ölmeden önce ölmektir. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bir başka hadisi şerifinde buyuruyor:
“Lezzetleri yıkıp yok eden ölümü çokça hatırlayın.” (Tirmizi, Zühd 2)
Biz de ölümü hatırladıkça dünya nimetlerini, özellikle helal olmayan dünya lezzetlerini kendimize kerih göstermiş oluyoruz. Yani onları onlardan tiksindirecek olan ölümü hatırlıyoruz. Ölümle insan o günahların verebileceği lezzetinin sahteliğini anlıyor. Dolayısıyla o geçici zevkler, geçici safalar hepsinin boş olduğunu, aslında zevk ve safa olmadığını insanoğlu daha iyi anlıyor.
Bir alimin, İbn’ul Cevzi’nin sözü vardır. Diyor ki,
“İbadetlerin meşakkatleri gider lezzeti kalır…” Yani cennet kalır insana. “Haramların, günahların da lezzeti gider, geçicidir, azabı kalır.” İlk başta lezzetli gibidir. Ama sonunda azap ve cehennem vardır.
İşte bir ölü gibi Allah-u Zülcelâl’e teslim olan bir insan böyle hareket eder. İbadetlerini istediği gibi yapar. Neyi emretmişse baş üstüne deyip koşar. O’nun davasını yüceltmek için elinden geleni, canıyla, malıyla, fikriyle, her şeyiyle çalışır. “Bundan da kaçının,” dediği şeylerden de var gücüyle kaçar.
“Ve siz nerede olursanız olun ölüm size ulaşır…” buyuruyor. “Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile…” “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz,” buyuruyor Allah-u Zülcelal. “Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya; 35)
Kaçış yok. Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi ne bir an geri kalabilirler ne de bir an öne geçebilirler. Tam zamanında.
Ne kadar kaçarsan kaç bir gün ona kavuşacaksın. Ne kadar kaçarsan kaç bil ki ölüm kaçtığın istikamettedir. Herkes ondan kaçtığını zannederken ona koştuğunun farkında değil. Böyle bir hayatın içerisindeyiz. Biz ona doğru koştuğumuzun farkında olmadan hep hayata tutunmaya çalışarak gaflet içerisinde uyursak bizim uyanışımız ölümle olur. Ona mutlaka kavuşacağız çünkü.
“Herkes uykudadır. İnsanoğlu öldüğü zaman uyanacaktır,” (Keşfü’l-Hafâ, II, 312) buyuruyor Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselam. İşte ey Müslüman, o gayri ihtiyari, senin iradenle olmayan o ölüm gelmeden önce senin iradenle olan ölümden önce ölmeyi tercih et.
Ölmeden önce ölmek, ölümden sonraya hazırlık yapmaktır. Öldükten sonraki hayatın nasıl olmasını istiyorsan ona göre karar verip tercihini yapıp ona göre yaşamaktır. Yaşamını ona göre dizayn etmektir. Kimseden utanmadan, kimsenin lafına aldırış etmeden, o ne der bu ne der demeden kendi asıl hayatına karar vermektir. Tertemiz bir hayat yaşamaktır.
Bakın geçtiğimiz günlerde insan kılığında ama şeytanın kulu gibi ona köle olmuş, birisi kalkmış iki tane kızcağızı kesmiş, öldürmüş ve sonra kendisini de cehennemin kuyusuna atmıştı. Şimdi bu nasıl bir hayattır? Satanist bir hayattır.
İslam ne kadar güzeldir. İnsan İslam ile ne kadar temizleniyor. Bakın bu hayat nasıl bir hayattır, onların yaptığı nasıl bir hayattır? Pis, necaset dolu bir hayat. Öyle bir hayat ki Allah-u Zülcelâl bize İslam’ı nasip ettiği için şükrediyorsun.
Onları gördükçe İslam için şükrediyorsun, kıymetini anlıyorsun. Daha da ileri gittiğin zaman Gazze’de Yahudilerin yaptıklarını görüyorsun. Masum insanlara katliam yapıyorlar. Bir taraftan Myanmar’da katliam yapıyorlar. Bir taraftan Doğu Türkistan’da katliam yapıyorlar. Bunların hepsini sen gördükçe İslam’ın tertemiz ruhunu görüyorsun. “Elhamdülillah ki Müslümanız,” diyorsun. “Elhamdülillah ki Allah-u Zülcelal bize bu vahşeti yasaklamış,” diyorsun.
Tertemiz bir hayat, tertemiz bir İslam. İşte ölümden sonraki hayata hazırlanmak İslam ile olur. Müslümanca yaşamakla olur. Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerini yerine getirmekle olur.
Allah Azze ve Celle ölenler için yine bir ayeti kerimede buyuruyor:
“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, işte ey insan bu senin öteden beri kaçtığın şeydir denir.”
Hep o kaçtığımız şey var ya, o ölüm. Hayata tutunuşumuz. O kaçtığımız şey bir gün mutlaka bir gün kaçtığımız istikamette karşımıza çıkacak. O kadar. Biz kendimiz ona doğru koşacağız. Hiç boşuna kaçmaya gerek yok. Durduğun yer senin öleceğin yerdir zaten.
Öyleyse insanoğlu bu dünyada öyle bir şekilde yaşamalı ki…
Bir şair diyor ki:
Yâdında mı doğduğun anlar
Sen ağlardın gülerdi âlem
Öyle bir ömür sür ki mevtin
Olsun sana hande, halka mâtem
Sen annenden doğup geldiğin gün ağlıyordun, etrafındakiler gülüyordu, hepsi ferahlıydı. Öyle ya, bir de hediyeler getirmişlerdir senin için, sevinçlerinden. Ama sen ağlıyordun. Sen ana rahmindeki aleminden koptun, bu dünyaya doğdun.
Bizim bu dünyadan çıkışımız da öbür dünyaya bir doğumdur. Bu dünyada buna ölüm diyorlar. Öbür dünyaya bir doğum diyorlar. Öbür dünyaya gittiğin zaman oradaki arkadaşların seni karşılayacak, işte yeni bir kardeşimiz doğdu buraya diyecekler. Böyle bir hadisedir bu aslında.
Şimdi öyle bir ömür sür ki, sen öldüğün zaman herkes ağlasın, sen gül. Tüm cihan senin için ağlarken, sen o esnada neşeli ol. Öbür dünyaya doğarken orada cennetini gör. Öyle bir şekilde yaşa.
Ölüme Hazırlanmak Lazım
Ölümden kaçış yok. Hz. Ali radıyallahu anh buyuruyor:
“Öyle bir hayat yaşa ki insanlar yaşarken seni özlesinler. Vefatından sonra da sana hasret kalsınlar.”
Elest bezminde bütün hepimiz yaratılmıştık. O Elest meclisinde Allah-u Zül Celal’in ben sizin Rabbiniz değil miyim? dediği zaman biz de inşaAllahu Teala “Bela” yani “Elbette” demişizdir. “Evet ya Rabbi, tasdik ediyoruz. Sen bizim Rabbimizsin.” O zamanki sözümüzü hatırlamıyoruz değil mi? Ama bilinçaltımızda var, bunu unutmayın.
Ana rahminde çocuk hareket eder. Neden hareket ettiğini hatırlar mısınız? Ne hareketler yaptığınızı hatırlamazsınız. Belki de düşünüyordunuz, ama ne düşündüğünüzü hatırlamıyorsunuz. Hatta çocuk, dört yaşına kadarki hayatını hatırlamaz diyorlar. Belli bir süreç var o sürecin öncesini hatırlayamıyorsun. Dolayısıyla, biz o zaman vardık. Ancak misal alemindeydik biz. Bu şu anki, bu alemde değildik.
Bu aleme gelişimiz bir doğumdu, bu dünyadan da başka bir aleme doğacağız. Öyleyse doğumdan korkmayın. Sadece oraya hazırlık yapmaya odaklanın. Gerçekten olacak olan bir şeyden korkmak, ona hazırlıksız olmaktır. Yoksa insan neden korksun? Olacak bir şey madem, neden korkuyorsun? Ve madem burada geçicisin, orada da ebedisin, oraya daha çok sevdalı olmak lazım.
Neden buradaki hayata daha çok tutunuyoruz? Yani önümüzde iki tane seçenek var. Bir tanesi şeker, diğerinde ise paha biçilemeyen altın ve mücevherler var. Biz şekere tutunuyoruz. “Hayır şekerimizi elimizden almasınlar,” diyoruz. Ama bu tarafta bu şekerlerin fabrikasını yapacak mücevherler var elimizde. Bu kadar değerli şeyler var. Bunlara hiç göz dikmiyoruz. Korkuyoruz bunları elimize almaya. İşte böyle bir haldeyiz. Öyleyse oraya hazırlıklı olmak lazım. Hazırlıklı olursa insan, inşaAllah-u Teâlâ, o zaman da zaten bir şekilde başımıza gelecek. Başımıza gelecek olanı sanki başımıza gelmiş gibi yaşamak lazım.
Ölümden kaçış yok. Bir adam, bir gün Süleyman aleyhisselamın ziyafetindeyken, bir anda Azrail aleyhisselamı görüyor. Bakıyor ki çok heybetli ve çok korkuyor. Diyor ki;
“Kesin Azrail aleyhisselam benim canımı almaya geldi.” Koşa koşa Süleyman aleyhisselamın yanına gidiyor:
“Ey Allah’ın Peygamberi Azrail aleyhisselam bana göründü ve bana hışımla baktı. Kesin canımı alacaktır. Rüzgara emret, beni Hindistan’da şu şu adaya götürsün.” diyor.
Süleyman aleyhisselam da biliyor aslında, kimin ölümden kaçışı var ki? Her şey Allah-u Zülcelal’in emrinde. Ama kırmıyor,
“Tamam,” diyor, rüzgâra emrediyor, Allah-u Zülcelal’in izniyle. Ertesi gün, Süleyman aleyhisselam Azrail Aleyhisselam ile karşılaşıyor. Dünkü adam aklına geliyor. Soruyor:
“Hayırdır dünkü o adamla aranızda ne vardı? Niye ona hışımla baktın?”
“Yok,” diyor, “Ey Allah’ın Peygamberi. Ben ona kızmadım. Ben ona sadece hayretle baktım. Çünkü benim defterimde onun ölümü, Hindistan’ın ta şu şu adasında yazılıydı. Ben dedim ki bunun yüz tane kanadı olsa Hindistan’daki bu adaya gidemez ve ben bir saat sonra bunun canını almam lazım. Ben nasıl alacağım? Ama baktım ki Hindistan’a gitmiş, onun canını orada aldım zaten.”
Adam kendi eceline koşmuş. Bir saat sonra Azrail Aleyhisselam oraya gidecek. Demek ki biz ölümümüze koşuyoruz. Öyleyse korkmamak lazım.
Mevlâna Hazretleri “Ölüm bir aynadır,” diyor. “Sen ölümü kerih görüyorsan aslında onda kendi yüzünü görüyorsun” diyor. “Korktuğun için öyle görüyorsun. Sen dostuna gider gibi onu görürsen, onu çok güzel göreceksin. O da kendini sana çok güzel gösterecektir.”
Dosta gider gibi görmek lazım. Allah dostlarının dediği gibi, o geceyi bir düğün gecesi görür gibi. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin “Refik-i ala” yani “En yüce Dost’a gidiyorum,” dediği gibi.
En yüce Dost, en büyük Dost, en cömert Dost. Hangi güzel vasıfları söylesen, hepsinden daha güzel bir Dost. Böyle bir dosta gittiğini düşün. Yani sen ölümle yok olmuyorsun. Ölüm bir varlıktır, yokluk değildir. Bir intikal var hep, sadece intikal.
Allah Azze ve celle başta Filistin’deki, Doğu Türkistan’daki, Çeçenistan’daki kardeşlerimize yardım etsin.
Allah Azze ve celle onların kalplerindeki o merhameti daim eylesin. Bizi de onları da hepimizi de istikamet üzere birbirimize her zaman yardımcı olmak üzere hayatımızı inşa etmemizi nasip etsin. Ve bu inşa üzerine de cennette inşallah her birimize bu yaptığımız iyiliklerle bize mükafatlarımızı sonsuz bir şekilde versin. Çünkü o cömerttir. O sonsuz mülk sahibidir. Onun yanında hiçbir şey eksilmez. Ne kadar verirse denizden bir iğne ucu kadar bir şey eksilmez onun mülküne göre.
Allah Azze ve celle hepinizin sıkıntılarınızı gidersin. Sizlere, hastalarınıza şifalar ihsan eylesin. Dünya ahiret hepimizi, bizleri de sizleri de mesut, bahtiyar kılsın. Allah Azze ve celle rızkınıza, ticaretinize bereket koysun. Helalinden nasip etsin. Helalin peşinden koştursun her zaman. Allah Azze ve celle bizi de sizi de Resulullah’ın yolundan, sadatların yolundan, Evliyaullah’ın, sahabenin yolundan ayırmasın. Âmin.