İRFAN SOHBETİ / Şükür

  • 02 Nisan 2024
  • 396 kez görüntülendi.
İRFAN SOHBETİ / Şükür
REKLAM ALANI

İRFAN SOHBETİ
Şükür
Seyda Feyzullah Konyevi -ks-

Allah azze ve celle ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ
“Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim; 7)
Allah azze ve celle’ye karşı yapılacak en çirkin fiillerden bir tanesi nankörlüktür. Çünkü kişinin kendisi O’nun mülküdür ve O’nun mahlukudur. İnsanın elinde olan bütün nimetler, mallar ve mülklerin asıl sahibi Allah azze ve celledir. O’nun mülkü olan yeryüzünde O’nun nimetlerini masiyette kullanmak ve nankörlük etmek Allah azze ve celle’nin şiddetli azabına bir sebeptir.
Nasıl ki iyiliklerin çeşitleri vardır. Aynı şekilde kötülüklerin çeşitleri de vardır. Bu kötü amellerin başında da nankörlük gelmektedir. Nankörlük insanı çirkinleştiren kötü bir ameldir. Kime karşı olursa olsun nankörlük kötü bir haslettir. Aslında nankörlük yapan kişi kendi karakterini ortaya koymaktadır.
Nankörlük, Allah azze ve celle’nin katında çok kötü fiildir. İnsan nankörlük ettiği zaman nankörlük ettiği kişilere zarar vermiyor ve kendi kötü karakterini ortaya koyuyor. İnsanlara teşekkür edilmesi gereken yerde, edilmeyen teşekkür de böyledir. Bunun hakkında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Cebrail’in bana haber verdiğine göre, Allah azze ve celle kıyamet günü mahlukatı haşrettiğinde, bir başkasından iyilik gören kuluna şöyle buyurur:
“Sana iyilik eden kuluma teşekkür ettin mi?” O da:
“Ey Rabbim! Bana dokunan iyiliğin Sen’den geldiğini bildiğim için sadece Sana şükrettim.” der. Allah azze ve celle ona:
“Bu iyiliklerin sana ulaşmasına vasıta kıldığım kuluma teşekkür etmedikçe Bana şükretmiş olmazsın!” buyurur.” (Ali el-Müttaki, III, 741-742)
Allah azze ve celle bizlerden böyle olmamızı istiyor. Kendi selametini kaybetmemiş olan bir insan kendisine ufak bir bardak su bile ikram edene karşı teşekkürü bir borç bilir. Böyle bir durumda İnsanoğlu birbirine karşı teşekkür etmeyi gerekli sayıyorken, onun aklı, tabiatı ve fıtratı bunun gerektiğini söylüyorken, her şeyimizi bize veren Allah azze ve celle’ye nasıl şükretmeyelim!
Öyle insanlar vardır ki; çalışmış, çabalamış ve elde etmiş ama şükürden haberi bile yok. Bu çok çirkin bir manzaradır. Halbuki insan ne elde ettiyse hepsini Allah azze ve celle vermiştir. Allah azze ve celle ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
“Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır.” (Nisa; 126)
Allah azze ve celle, insanoğlunu doğumundan ölümüne kadar birçok nimetlerle donatmıştır. İlk önce kâinata bir bakalım. Güneş ve Ay canlıların hizmetine sunulmuştur. Hepsi bir dengede dünyanın etrafında dönmektedir. Bu denge bozulursa dünya mahvolur. Bizler rahat yaşayalım diye hepsi bir hesap içerisinde kendi yörüngesinde çalışmaktadır. Nitekim Allah azze ve celle ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ
“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” (Rahman; 5)
Bütün gezegenlerin de bir yörüngeleri vardır. Güneş ve ay gibi, hiçbirisi rastgele kendi başına hareket etmiyor. Onlar bir emir üzerine hareket ediyorlar. Bunların hepsi Allah azze ve celle’nin insanoğlunun hayatına sunmuş olduğu nimetlerdir.
İnsanoğlu da bu hizmetleri göz önünde bulundurarak hareket ederse ve bunları göz önünde bulundurarak yaşarsa, o zaman bu hizmetlerin de şükrünü eda etmiş olur. Eğer bunların şükrünü eda etmezse o zaman nankörlük etmiş olur. Nankörlük eden bir insan haddini aşmış olur. Haddini aşan insan da Allah azze ve celle’nin azabına müstehak olur.
Rüzgarlar insana hizmet ediyor. Rüzgâr olmasa bitkiler belki aşılanmayacak, çünkü bitkiler de aşılanarak büyüyor. Rüzgâr olmasa yine bulutlar hareket edemez, yağmur yağmaz. Yağmur yağmasa su olmaz. Bir bardak suya ihtiyacı olan bir insanın, buna muhtaç olarak yaşayan bir insanın, bir lokma ekmeğe muhtaç olan bir insanın kalkıp böyle bir durumda haddini aşması, nimetleri sanki kendisine aitmiş gibi zannetmesi büyük bir gaflettir ve büyük bir aldanıştır.
Sağlığımız İçin Ne Kadar Şükrediyoruz?
Şibli rahmetullahi aleyh, bir gün Hacca gitmek için yola çıkar. Yolu Bağdat’tan geçmektedir. Zamanın halifesi Harun Reşid, Şibli rahmetullahi aleyh’in Bağdat’a uğradığını duyunca kendisine hizmetlilerini göndererek;
“Biz mi sizleri ziyaret edelim, yoksa siz mi bizi ziyaret edersiniz?” diye sordurur. Şibli rahmetullahi aleyh;
“Biz halifenin yanına geliriz.” diye haber gönderir ve saraya doğru yola çıkar. Halife Harun Reşid, Şibli rahmetullahi aleyh’e;
“Bize bir nasihat eder misiniz?” der. Şibli rahmetullahi aleyh de;
“Bana bir bardak su getirin.” der.
Halife Harun Reşid’e dönerek;
“Eğer çölde susuz kalsanız, ölmek üzere olsanız, biri elinde bir bardak su ile çıkıp gelse, dese ki ‘Bu bir bardak suyu sana veririm ama servetinin yarısını isterim.’ Verir misin?” Halife Harun Reşid önce bir düşünür ve sonra;
“Elbette veririm!” der. Şibli rahmetullahi aleyh;
“Peki bu suyu içtin, çıkaramıyorsun, idrarını yapamıyorsun. Bir doktor gelse, ‘Ben senin sıkıntını çözerim fakat servetinin diğer yarısını isterim,’ dese verir misin?” diye sorar. Halife Harun Reşid bir süre düşünceye dalar ve;
“Elbette veririm!” diyerek yine aynı cevabını verir. Bunun üzerine Şibli rahmetullahi aleyh;
“O halde bir bardak su bile etmeyen servetine ve dünyaya güvenme!” buyurur.
Demek ki insanoğlu bütün dünyaya sahip olsa, böyle bir durumda bir bardak su karşılığında hepsini verecektir. Öyleyse bir bardak su bile etmeyen bu dünya sana ait değildir.
İşte bizim meselemiz budur. Hakikaten insan ömrünün sonuna kadar para ve mal biriktiriyor. Sonra hastalanıyor ve bütün servetini sağlığına tekrar kavuşmak için harcıyor. Çünkü sıhhat daha önemli.
Tüm bu nimetleri Allah azze ve celle’den bilmemiz lazımdır. Bilmeliyiz ki, bu nimetler Allah azze ve celle tarafından bize bir lütuf olarak ve aynı zamanda bir imtihan olarak verilmiştir. Bu nimetlere acaba şükrediyor muyuz? Yoksa şükretmiyor muyuz?
Öyle insanlar var ki şükürden bile habersizdir. Adeta dünya bataklığına dalmış, sarhoş olmuş gibi ne yaptığını bilmiyor. Zannediyor ki bu hayat eğlenmekle hep devam edecek!
Ama ölüm bir anda gelir. Bir bakmışsın ki hayat bitmiş. Bir zamanlar bu yeryüzünde bir eğlenceden başka bir eğlenceye koşturuyordu. Büyük bir aldanışın içinde olduğunun farkında bile değildi. Bu hayatı ölçü dairesinde yaşamak lazımdır. Eğer insan haddini aşarsa o zaman aldanmış olur.
Tefekkür Eden Şükreder
İnsanı şükürden men eden şükürden alıkoyan en büyük gaflet, insanın kendisini hesaba çekmemesi ve tefekkür etmemesidir. İnsan tefekkür ederse bir şeyleri idrak etmeye başlar.
Tefekkür etmezse hep başı boşmuş gibi, hiçbir sorumluluğu hiçbir mesuliyeti yokmuş gibi yaşar ve ölüme bu şekilde yakalanır. O zaman her şey için çok geç olur. O yüzden ölüm gelmeden evvel uyanmamız lazımdır. Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Ölüm gelip çatmadan evvel ölünüz.” (Keşfü’l-Hafâ, 2;29)
Ölüm gelmeden önce uyanık bir şekilde nimetleri değerlendirirsek, nimetlerden istifade edebilirsek o zaman hem Allah azze ve celle’nin bu nimetlerinden istifade etmiş oluruz hem de o nimetin şükrünü eda etmiş oluruz.
İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:
“Allah-u Zülcelal’in nimetlerine şükretmenin en güzel şekli, kişinin o nimetleri Allah’a isyan etmek için kullanmamasıdır. Bu da yine Allah-u Zülcelal’in tevfiki ile olur.”
Allah azze ve celle’nin mülkünde O’nun vermiş olduğu nimetlere karşı O’na nankörlük etmek çok çirkindir.
Herhangi bir işe başladığımız zaman da yine hamd ve şükür ile başlamamız lazımdır. Çünkü o gücü, o kuvveti ve o azmi veren yine Allah azze ve celle’dir. Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
“Allah’a hamdederek başlanmayan her önemli iş bereketsiz olur.” (İbn-i Mace, Nikâh 19)
Onun için hep O’nun Şükrü ile yaşamamız lazımdır. Hep şükür halinde olmamız gereklidir.
Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
“Bir gün Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Medine’ye gitmek üzere Mekke’den yola çıkmıştık. Azvera denen yere yaklaştığımızda Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bineğinden indi. Sonra ellerini kaldırarak bir süre dua etti, daha sonra secdeye kapandı, uzunca bir süre secdede kaldı. Bunu üç defa tekrarladı. Nihayetinde şöyle buyurdu:
“Rabbimden dilekte bulundum ve ümmetim için şefaat niyaz ettim. O da ümmetimin üçte birini bana bağışladı. Ben de Rabbime şükretmek için secdeye kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp Rabbimden ümmetimi bağışlamasını diledim; O da bana ümmetimin üçte birini daha bağışladı. Ben de bunun üzerine Rabbime şükür secdesine kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp Rabbimden ümmetimi diledim; O da bana ümmetimin geri kalan üçte birini bağışladı. Ben de Rabbime şükretmek üzere tekrar secdeye kapandım.” (Ebu Davud, Cihad 162/2775)
Elhamdülillah bu bizim için de büyük bir müjdedir. Allah azze ve celle’nin, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e o şefaat izni vermesi büyük bir lütuftur. Allah azze ve celle hepimizi Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatine nail eylesin.
Herhangi bir nimete mazhar olduğumuzda şükrü unutmamamız lazımdır. Bulunduğumuz yer müsaitse hemen Allah azze ve celle’ye şükür secdesine gitmemiz gerekir. Ve bu şekilde hayatımızın her anında her zaman O’na şükürde bulunmamız bize gösterilen bir yoldur.
Nimeti Kullanırken Şükür
Cüneyd-i Bağdadi kuddise sırruh yedi yaşında iken dayısı Sırr-i Sakati rahmetullahi aleyh onu hacca götürür. Harem içinde gerçekleşen irfan sohbetlerinden birinde, şükür hakkında konuşulur. Oradaki ariflerin her biri kendi değerlendirmelerini yaptıktan sonra, Sırrı-i Sakati rahmetullahi aleyh, Cüneyd-i Bağdadi’ye dönerek onun da konuşmasını ister. Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyh bir müddet düşündükten sonra şu muhteşem cevabı verir:
“Şükür, Allah-u Teâlâ’nın lütfettiği nimetle O’na asi olmamak ve o nimeti masiyete sermaye etmemektir.”
Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyh’in bu kısa ve öz cevabı ne kadar güzel bir cevaptır. İnsan, Allah azze ve celle’nin vermiş olduğu nimetleri O’nun yolunda kullanırsa devamlı şükür halinde olur. Allah azze ve celle’nin bahşettiği nimetlere elimizden geldiğince hamd ve şükredersek, Allah azze ve celle, şükrümüzü kabul ederek bizden razı olur.
Bişr-i Hafi rahmetullahi aleyh, vefatından sonra rüyada görüldü. Kendisine:
“Allah senin hakkında ne hüküm verdi?” diye sorulunca, şu karşılığı verdi:
“Allah beni affetti ve cenneti bana lütfederek buyurdu ki:
“Ey Bişr! Eğer Ben’im için ateş korları üzerinde secde etseydin bile kullarımın kalbinde senin için yerleştirmiş olduğum muhabbetin şükrünü eda edemezdin!”
Öyleyse bizim üzerimizdeki imandan sonra en büyük nimetlerden bir tanesi de Allah azze ve celle’nin kalbimize koyduğu o güzel duygulardan muhabbettir, şefkattir, merhamettir. Bizler bunların yeşermesi için her zaman uğraşmalıyız. Sevmeye çalışarak, merhamet etmeye çalışarak, şefkat etmeye çalışarak bunları elde edebiliriz.
Peygamber Efendimizin bize öğrettiği şu duayı okumaya gayret edelim:
“Allah’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım eyle!” (Ebu Davud, Vitr, 26)
Allah azze ve celle hepimizi şükredenlerden eylesin. Vefasızlıktan, nankörlükten muhafaza etsin ve bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ