İSLAM ALEMİ / Kelime-i Tevhid Bayrağına Düşmanlık ve Düşündürdükleri

  • 06 Mart 2024
  • 298 kez görüntülendi.
İSLAM ALEMİ / Kelime-i Tevhid Bayrağına Düşmanlık ve Düşündürdükleri
REKLAM ALANI

İSLAM ALEMİ
Kelime-i Tevhid Bayrağına Düşmanlık ve Düşündürdükleri
Gülistan Araştırma

1 Ocak sabahı Galata Köprüsü’nde gerçekleşen “Şehitlere rahmet Filistin’e destek” yürüyüşüne katılan bir şahıs, üzerinde Kelime-i Tevhid yazan yeşil renkli bir bayrağı açtığı için yumruklu saldırıya uğradı. Saldırganın yumruk atarken; “Biz Türk’üz, bir Türk olamadınız, o bayrağı burada açamazsın” dediği aktarıldı. Sosyal medyada üzerinde “Kelime-i Tevhit” yazan bu bayrağın “Hilafet Bayrağı” olduğunu öne sürenler oldu. Bunun üzerinden büyük bir tartışma başladı.
Son zamanlarda genç neslin durumu insanın yüreğini sızlatıyor. Ecdadımız bu Kelime-i Tevhid uğruna canını verdi. Bu topraklarda ezan sesi susmasın diye, bir Allah’a ibadet edilsin diye tatlı canlarını feda ettiler. Ama onların neslinden gelenler, bizi biz yapan, bizi bin yıldır birlik beraberlik içinde tutan, dünyaya medeniyet dersi vermemize rehberlik eden bu dinin en temel ifadesine nefret duyuyor, tahammül edemiyor.
Ne yazık ki mevcut eğitim sisteminde, Kelime-i Tevhid’in ne olduğunu bilmeyen bir nesil yetişti. Bunlar ne olduğunu bile bilmeden hilâfetten nefret eder hale geldiler. Halbuki nefret ettikleri Hilâfet, İngilizlerin yok etmek için uğraştıkları birlik beraberliğimizdi. Batı emperyalizmine karşı direnişin kalesi olan Hilafet yıkıldıktan sonra İslam dünyası paramparça oldu ve bugünkü feci manzaralar ortaya çıktı.
Bu zavallı beyni sosyal medya iftiralarıyla doldurulmuş kişilere sorsan kendilerini milliyetçi olarak sunacaklardır. Halbuki gerçek bir milliyetçi de batının yayılmacı ve sömürgeci politikalarına karşı en etkili siyasetin birlik beraberliğimizi güçlendirmekten geçtiğini bilir. Birliğimizin mayası da İslam’dır ve İslam kardeşliğidir.
Halifelik Neden Kaldırıldı?
İngilizler neden hilafeti ortadan kaldırmaya çalıştı? Çünkü İslam coğrafyası üzerindeki emellerini kolayca gerçekleştirmenin yolu, ümmet ruhunu, kardeşlik bilincini yok etmekten geçiyordu. Hilâfet egemen güçlerin kurmak istediği sisteme direncin manevi gücünü sağlıyordu. Müslümanları birbirine kenetleyen, tek bayrak altında birleştiren şuurun adıydı, Hilafet.
Hilâfet önce güçsüzleştirildi, sonra ihanete uğradı, sonra tamamen kaldırıldı. İlk olarak İngiliz basınında Osmanlı hilâfetinin meşrû olmadığı yolunda yazılar yayımlanmaya başlandı. İngiltere’nin halkı Müslümanlardan oluşan sömürgelerinde ortaya çıkan direnişlerin hilâfet etrafında güçlenmesi ihtimalini ortadan kaldırmak için yürüttüğü bir siyasetti bu.
İngilizler müslüman kamuoyunu etkileyebilmek için Osmanlılar’ın hilâfet iddiasının İslâm âleminin tamamı tarafından kabul edilmemiş olduğunu, Osmanlı hilâfetinin biatla değil zorla ve tevarüsle gerçekleştiğini ileri sürüyorlardı.
İslam alemi üzerindeki sömürgecilik planlarını uygulamak için müslüman toplumları birbirinden kopuk küçük devletçikler haline getirmek istediler. Aynı amaçla İngilizler 1916’da Şerîf Hüseyin’i isyana yönlendirdiler.
II. Abdülhamid Han İslâm dünyasını Osmanlı hilâfeti etrafında birleştirmeyi başarması ve ortak bir kamuoyu oluşturmasıyla batının oyunlarını bozuyordu. Bu sebeple ona büyük düşmanlık besliyorlardı. Onun gerçek halife olamayacağı yönünde neşriyat yapılıyordu. Bu neşriyat ne yazık ki kendi özüne yabancılaşmış Jön Türkleri de etkiliyordu.
II. Meşrutiyet döneminde hilâfetin gücü ve etkisi daraltılmak istendi. Hilâfet kurumu, Otuz bir Mart Vak‘ası’ndan sonra çıkarılan kanunla daha da sınırlandırılarak güç ve itibar kaybına uğratıldı. Fakat bir müddet sonra İttihat ve Terakkî yönetimi hem içerideki müslümanların devlete bağlılığını devam ettirebilmek hem dışarıdaki müslüman kamuoyunun desteğini sağlayabilmek amacıyla tekrar hilâfet kurumunun önemini kavradı. Bilhassa Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında İslâm âleminden ve özellikle Hindistan’dan gelen maddî ve mânevî destek Jön Türkler’i hilâfetin sahip olduğu potansiyel hakkında yeterince bilgilendirmişti.
Ancak onlar da hilafetin manevi gücünün yeterli olacağını umarak cihad-ı ekber ilanıyIa 1. Dünya Savaşı’na gidiler. Oysa İngiltere, Fransa ve Rusya kendi müslüman sömürgelerinde halkı harekete geçirmesi muhtemel bütün kişi ve kuruluşları tasfiye etmişlerdi. Bu sırada İngiltere’nin Araplar’a yönelik çalışmaları sonuç verdi ve Şerîf Hüseyin Osmanlı Devleti’ne isyan etti. Fakat Şerîf Hüseyin İngilizler’in yanında savaşa katıldıktan sonra İslâm âleminin tepkisinden korkulduğu için kendisine hilâfet meselesini gündeme getirmemesi ve savaş bitimine bırakması tavsiye edildi. Savaştan sonra da onu ortada bıraktılar.
İngilizler’in uyguladıkları Hilafeti ortadan kaldırma siyaseti Hindistan müslümanlarını harekete geçirdi. Onların tepkisini yatıştırmak için Osmanlı hilâfetine ve mukaddes bölgelerdeki hâkimiyetine halel gelmeyeceğini taahhüt eden İngilizler yine sözlerini tutmadılar. Bunun üzerine Hint müslümanları Osmanlı hilâfetinin hukukunu korumak üzere büyük bir eylem başlattılar. Hindistan Hilâfet Hareketi denilen bu eylem, aynı zamanda Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’nin de dışarıdaki en büyük destekçisi oldu.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Sevr Antlaşması’nın şartları Osmanlı devletini ve ümmetin birliğini ortadan kaldırmaya yönelikti. İstanbul işgal altında iken Ankara’da kurulan yeni meclis de padişah-halifenin durumunun “padişah ve halife cebir ve ikrahtan âzâde olduğu zaman” ele alınacağını belirtiyordu. 1921 anayasasında da meclis görevi, “hilâfet ve saltanat ve vatan ve milletin istihlâs ve istiklâlinden olan gayenin husulüne kadar” olmak kaydıyla kabul etti. Yani hilafetin kaldırılmasından bahsedilmiyordu.
Milli mücadele yıllarında ve Lozan anlaşmasında ülkenin iki başlılıktan kurtarılması gerektiğine inanan meclis, saltanatı hilâfetten ayırarak lağvetti. Hilâfet ise çetin müzakereler sonunda çıkan kanuna göre sadece dinî muhtevalı bir kurum olarak devam edecek ve halife hiçbir siyasî faaliyete katılmayacaktı. Ancak bu ortak görüş değildi.
İlk mecliste Hilafetin muhafaza edilmesini savunan muhalefet grubu, “Hilâfet-i İslâm ve Büyük Millet Meclisi” başlıklı bir risâlede hilâfetin asla kaldırılamayacağı, halifenin sadece ruhanî sorumluluklarının değil dünyevî görevlerinin de bulunduğu ve içinde yaşanan olağan üstü şartların normale dönmesiyle halifenin bunları yerine getireceği belirtiliyordu.
Türkiye’de bu tartışmalar sürerken İslâm âleminde, yeni Türkiye’de ruhanî bir konumda değerlendirilen halifenin hilâfet kurumunun geleceğiyle ilgili endişeleri dile getiriliyordu. Bu sırada Londra’da bulunan Ağa Han ve Seyyid Emîr Ali, Hindistan müslümanları adına Başbakan İsmet Paşa’ya bir mektup göndererek hilâfet kurumunun etkin bir konumda muhafaza edilmesini istediler. Onlara göre hilâfet hakkındaki belirsizlik müslümanlar arasında ciddi rahatsızlıklar uyandırıyordu ve halifenin itibarının azalması İslâm’ın zayıflamasına yol açabilirdi (The Times, 14.12.1923).
Sadece Şerif Hüseyin Kandırılmadı!
Bütün bu olaylar sırasında hilafetin kaldırılmasını savunanların dile getirdiği argümanlar ise yine dönemin tek parti iktidarının İngilizlerin boş vaatlerine kandıklarını göstermektedir. Rauf Bey son Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa’ya hilafet kaldırılırsa yeni kurulan cumhuriyetin daha güvende olacağı yönünde telkinler yapıldığını söylemiştir. Hatta İngilizler’in Türkiye hakkındaki şüphelerinin ortadan kalkması durumunda Musul meselesinde zorluk çıkarmayacakları şeklinde bir kanaat taşıdığını ifade etmişlerdir. Kısacası İngilizler tarafından kandırılan ve ihanete sürüklenen sadece Şerif Hüseyin değildir.
Hilâfetin kaldırılması İslâm âleminde büyük bir şaşkınlığa ve tepkilere yol açtı. Hatta bu habere inanılmadı. Hindistan’dan, Mısır’dan ve Uzakdoğu’dan gelen tepkilerde Ankara hükümeti geri adım atmaya ve bütün müslümanları ilgilendiren bu konuda yalnız başına karar vermeyip İslâm âleminin kanaatlerine değer vermeye davet edildi. Bütün bunlar sonuçsuz kalınca Mustafa Kemal Paşa’ya halife unvanını bizzat kendisinin alması önerildi. Ancak bu teklif de kabul görmedi. Daha sonra bu şaşkınlık, çeşitli yerlerde birçok halife adayının ortaya çıkmasıyla yerini bir bekleyişe bıraktı; Vahdeddin ile Abdülmecid Efendi’den başka Fas Kralı Yûsuf, Yemen İmamı Yahyâ, Mekke Şerifi Hüseyin, Asîr Emîri Sudanlı Şeyh el-Merâgī, Afgan Kralı Emânullah Han, Haydarâbâd Nizamı Osman Ali Han ve Şeyh Senûsî gibi isimler ortaya atıldı.
Önceleri genel eğilim Abdülmecid Efendi’nin halifeliğinin devam etmesi şeklindeydi. Hindistan’da ve Mısır’da Türkiye’nin kararı şiddetle kınanarak çözüm arayışlarına başlandı. Abdülmecid Efendi de bu çabalara katılıyor, İsviçre’de yaptığı açıklamalarda bu hususta kararın İslâm âlemine ait olduğunu söyleyerek Türkiye’nin uygulamasını İslâm’a ve İslâm’ın menfaatlerine aykırı bulduğunu belirtiyordu.
Hilâfet konusunda kongreler de yapıldı ama bir sonuç alınamadan dağıldı.
Artık Uyanalım!
Hilafetin kaldırılması ümmetin büyük çoğunluğu ve Anadolu halkının ortak görüşüne dayanmayan, İngiliz vaad ve ayartmalarından kaynaklanan bir karardı.
Kelime-i Tevhit bayrağı esasen hilafet sancağı değildir. Ancak gönüllerdeki özlemin bir ifadesi olarak görülmesi mümkündür. Her müslüman, İslam dünyasının bugünkü halinden üzüntü ve utanç duymaktadır. 2 milyarlık bir ümmete bu çaresizlik yakışmamaktadır. Bu çaresizliğin altında yatan en büyük sebep ise başsızlık ve birliksizliktir.
Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte ümmet başsız, birliksiz, güçsüz, himayesiz kaldı. Daha sonra kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı kurumunun da amacı müslümanların birliğini sağlamaktı ama görüldüğü gibi işe yaramamaktadır.
Bugün hıristiyanların Papa, Patrik gibi ruhani liderleri, etkili siyasi, askeri birlikleri ve teknolojik, ekonomik iş birlikleri vardır. Müslümanların ise birliğini sağlayacak bir sistem yoktur. Bugün müslümanların büyük çoğunluğu dışarıdan müdahalelerle şekillendirilmiş siyasi yapılar altında yönetilmektedir. Birbirinden farkı olmayan müslüman topluluklar arasına ülke sınırları çizilmiş, her birinin başına dış güçlerden izin almadan hiçbir şey yapamayan zayıf işbirlikçi idareciler yerleştirilmiştir. Bu siyasi yapı sayesinde İslam ülkelerini istedikleri gibi sömürmektedirler. Bazen de bu ülkeleri birbirlerine düşürüp silah satmaktadırlar.
İslam coğrafyası kaç asırdır Müslüman kanı ile sulanmaktadır. İslam ülkelerinin çoğunda iyi yönetim yoktur. Gençler iş bulamayıp başka ülkelere göç etmekte ve çoğu zaman kimliklerini kaybetmektedirler.
Bu durum, IŞID gibi örgütlerin kuruluşuna da gerekçe hazırlamaktadır. Bu örgütler İslam’ın terörle ilişkilendirilmesine de bahane teşkil etmektedir. Daha fazla geç kalmadan Müslümanlar kendi özlerine uygun, meşru bir sistem kurarak sorunlarını çözmeye mecburdurlar. Her müslüman bu şuura sahip olmalıdır.
Kurtuluş Savaşından İbret Alalım
Türkiye Cumhuriyeti, bir kurtuluş savaşının sonunda kuruldu. Biz bu savaşta haçlılarla savaştık. İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, Ruslar, Ermeni militanlar bizi Müslüman olduğumuz için yok etmek istedi. Bizi bu topraklardan ya tamamen söküp atmak veya İç Anadolu’da birkaç şehire hapsetmek istediler. Hala bu arzularından vazgeçmiş değiller.
Bizler Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken batının istediği gibi, alfabemizi, dilimizi, kanunlarımızı, yaşam tarzımızı değiştirdik, Batılılaştık. Ama hala bizi Avrupa birliğine almıyorlar. Senelerdir bizi kapısında beklettikleri Avrupa birliğine bütün komşu ülkeleri hiç düşünmeden aldılar. Çünkü onlar hıristiyan biz ise müslümanız. Kelime-i Tevhid bayrağına düşman olacak kadar kendi özüne yabancılaşmış olsalar bile yine bu ülkenin insanlarını kendilerinden saymazlar. Artık gözümüzü açalım.
Güya Türkiye Cumhuriyeti NATO üyesidir ve ABD müttefikidir. Ama ABD Yunanistan adalarını ve Suriye, Irak sınırlarımızdaki çeşitli terör gruplarını silahlandırmaktadır. Bize ise birçok savunma sanayii araç ve mühimmatını satmamaktadır. Bunlar bize bir şey anlatmıyor mu?
Artık gözümüzü açalım. Dün Bağdat’ta, Bosna’da, Halep’te, Afganistan’da yapılan katliamlar; bugün Gazze’nin başına gelenler yarın İstanbul’un başına gelebilir. O zaman bizim imdadımıza kim koşacak?
Bugün bir içeceği bile boykot etmeye zahmet etmeyenler, yarın belki de kendi ödedikleri paralarla alınan bombalar altında ölecekler.
Artık kendimize gelme vaktidir. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz bize daima düşmana karşı uyanık olmamızı öğütlüyor. Çünkü Allah’ın dininin, kitabının, Peygamberinin düşmanı ve bizim de düşmanımız olan bu Haçlı zihniyetinin insafı yoktur. Onların dostları yoktur, sadece menfaatleri vardır.
İslam düşmanlarına güvenmek ahmaklıktır. Onların kinleri bitmez. İslamofobi dedikleri bir korku değil bir nefrettir. Bitmeyen bir kin ve intikamdır. Onlarda ahlak yoktur, sözlerinde durmazlar. O yüzden Gazze’nin hali bir derstir, bir ibret vesikasıdır. Bir gün İslam alemindeki her ülkenin, her şehrin başına gelebilecek bir felakettir.
Bu felaketlerden birine uğrama sırası bize gelmeden önce tek çaremiz, güçlenmek ve birlik oluşturmaktır. Müslümanların güvenliğini, birliğini, güçlenmesini, caydırıcı olmasını sağlamak için etkili bir siyasi yapıya ihtiyaç vardır. Adı hilafet olsun veya olmasın müslümanların yeniden iş birliği, güç birliği yapmasına ve birlikte siyaset yürütmelerine önderlik edecek bir sitem gerekmektedir.
Hilafet bir emanettir. Hilafeti kaldırmak bir kişi veya grubun inisiyatifinde bir konu değildir. Hilafetten nefret edenler ezandan, camiden, başörtüsünden, medreseden nefret edenlerdir. Onlar işgalcilerin beynini yıkadığı öz kimliğini unutmuş kimliksiz bir sürüdür. Onların ifsat ettiği bu şuursuz sürüye karşı bizler de kendi neslimizi yetiştirmek ve iyi donatmak zorundayız.
Rabbimiz, İslam alemini bu halden kurtarsın. Bizlere uyanış, şuur, birlik ve kuvvet nasip etsin. Bizi bu dine hizmet etmekle şereflendirsin. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ