İslam Hizmeti Sevdalısı ‘Celâl Hoca’

  • 10 Aralık 2014
  • 879 kez görüntülendi.
İslam Hizmeti Sevdalısı ‘Celâl Hoca’
REKLAM ALANI

‘Dininin dellalı olurum, Ya Rabbi…’

Efendimiz sallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde, “İnsan ölünce üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye, faydalı ilmi eser bırakmak veya ona dua ve istiğfar edecek salih evlat” buyurmuşlardır.(Müslim)

Bu müjdenin muhataplarından biridir tam adıyla Mahmud Celalettin Ökten ya da insanlara soyadını unutturacak kadar mesleği ile bütünleşmiş bir hoca, Celal Hoca… Kapanmayan defterlerin sahibi. Dinî eğitimin resmîleştirilmesi için gösterdiği çaba, onun bu yolda yürüyen her gençten nasipdar olmasını sağlayacak güzelliklerle sonuçlanmıştır.

REKLAM ALANI

Celal Hoca Osmanlı’nın son dönemlerinde doğmuş, çöküşünü görmüş, yeniden yapılanan bir yönetimde dönüşüm sürecini yaşamış bir insan. Zorlu yıllarda köşesine çekilmemiş, her dönem yapılacak bir şeyler olduğu bilinciyle ütopya gibi görülecek projeler hazırlamış ve gerçekleşmeleri için mücadeleye girişmiş bir eğitimcidir; köklerinden koparılmış bir nesli aslına dönüştürme çabasından asla vazgeçmeyen bir vatanperver…

1882’de Trabzon’da dünyaya gelen Celal Hoca dört yaşındayken babasını, on yaşındayken annesini kaybeder. Hafız olan annesi, vefat etmeden önce oğlunu da hafız yapmıştır. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamlayan Celal Hoca, daha fazla ilim elde etmek için İstanbul’a gider. Onun Rabbine verilmiş sözü vardır ve bu sözü yerine getirmesi gerekmektedir. Bir Ramazan günü camide okunan mukabele esnasında, “Ya Rabbi! Eğer bana Kitab’ının dilinden anlamayı nasip edersen ölünceye kadar bu dinin dellâlı olurum” diye dua etmiştir, daha çocuk denecek yaşında…

İstanbul’da önce Darulmuallimin, daha sonra Darulfünun Edebiyat bölümünü bitirir. Arapça, Farsça, Fransızca bilen, Arap edebiyatına son derece vakıf, batı kültürünü yakından incelemiş bir din âlimi olan Celal Hoca, felsefe ve kelam alanlarında iyi yetişmiş, bu konularla ilgili Arapça ve Fransızca’dan tercümeler yapmıştır. Felsefenin yanlışlarını İslam’ın doğrularıyla düzeltmek ve felsefe yoluyla imanını kaybeden veya kaybetmeye yüz tutanları, tekrar İslam’a çekmek için felsefe hocalığını tercih etmiştir. Resmî derslerinin yanında Beyazıt Soğanağa Camii’nde altı yıl süreyle İhya-ı Ulumi’d-din okutmuştur.

İHL’lerin açılışına vesile oldu

Celal Hoca uzun yıllar, İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe, edebiyat, felsefe ve mantık dersleri okuttuktan sonra Vefa Lisesi’nde felsefe hocası iken 1947 yılında emekliye ayrılır. 1948’te İstanbul Fatih’te eğitime başlayan imam hatip kursunda önce din öğretmeni, sonra müdür olur. Kurs önceleri öğrenci sıkıntısı çeker. Kursun açık kalabilmesi için yirmi öğrenci şartı vardır. Celal Hoca bu sorunu sokaktan gündeliğini ödeyerek topladığı amelelerle çözer. Niyeti, müfettişler geldiğinde kursu boş görüp kapatmalarına engel olmaktır. Bir süre sonra sekiz ay süreli bir kursla ezan okumayı bile öğrenmenin mümkün olmayacağını düşünerek yedi yıl eğitim verecek imam hatip okulu projesini hazırlar. Bu projenin kabulü için büyük çaba sarf eder. 13 Ekim 1951’de imam hatip okullarının açılmasına karar verilir. İstanbul, Ankara, Adana, Isparta, Konya, Kayseri ve Kahraman Maraş’ta açılacak bu okullara atanan müdürlere yazı gönderilir. Dönemin İstanbul Eğitim Müdürü, Celal Hoca’ya Ankara’dan yazı geldiğini ancak ödenek ve techizat yokluğundan okulun açılamayacağını söyler. Hoca emekli olmuş, maddi olarak ancak kendini ve ailesini idare edecek durumdadır. Çaresizliği kabullenmez, cami ve mescidleri tamir için, ‘İlim Yayma Cemiyeti’ adı altında bir araya gelen hayırseverlere ulaşır. Onlara, yaptıkları hizmetin çok önemli olduğunu, ancak içinde din adamı olmayan caminin bir işe yaramayacağını anlatır, imam hatip okulu için yardım etmelerini temin eder. (Bir Neslin Ardındaki Meçhul Kahraman Celal Hoca Belgeseli, ÖNDER-İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği-2012)

Öncelikle okul binası bulunur. Vefa Lisesi’nin karşısında bulunan son derece harap binayı elbirliği ile tamir edip eğitime başlarlar. Bu bina o kadar eski ve haraptır ki, tamiratı adeta yeni bir bina yapmaktan daha zor olur. Yeniden kullanılacak hale getirildiğinde bile itfaiyenin, “Üç dakikada yanıp kül olacaktır.” raporu vardır. (İSTİMDER-İstanbul İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği, Okulumuzun Tarihçesi)

Hoca imam hatip okullarının müfredatına dinî ve aklî ilimleri yerleştirmek için çok mücadele eder. Hem bu okulların müfredatına yabancı dil, sosyoloji, felsefe, fizik, kimya gibi derslerin konulmasına karşı çıkan hocalarla, hem de Arapça’nın ders olarak yer almasına karşı çıkanlarla uğraşır.

Nihayet gerekli hazırlıklar tamamlanır ve eğitime başlanır. Celal Hoca her konuda olduğu gibi okulun öğretmen kadrosunun oluşturulmasında da titiz davranır. Görevinde ehil olan öğretmenleri, bir araya getirir. Ancak dinî ilimleri okutacak öğretmen bulmakta zorluk çeker. Çünkü son yirmi beş yılın eğitim politikaları, din adamı yetişmesine engel olmuştur. Var olanlar vefat etmiş, hayatta olanlar oldukça yaşlanmıştır. Celal Hocanın tevessülü ile aralarında H. Basri Çantay, Ö. Nasuhi Bilmen A. Şeref Güzelyazıcı, Yaman Dede, A. Rıza Sağman, Hüseyin Karagöz, Mahmut Bayram, Nurettin Topçu, Zekai Konrapa, Mahir İz ve Ömer Haki Yener Hoca efendilerin de bulunduğu bir kadro tarih yazmak üzere bir araya toplanır.

Okula sadece ilkokulu bitirenler alınacaktır. Ancak milletin din eğitimine olan iştiyakı ve hasreti okula teveccühü arttırmış ortaokul mezunu olanlar da kayıt için başvurmuştur. Celal Hoca, hiç kimseyi geri çevirmek niyetinde değildir. Keskin zekâsıyla bu işe de bir çözüm bulur. İhzari (hazırlık sınıfı) adı ile bir sınıf açılır. Hoca imam hatip okullarının lise kısmının açılacağını hayal ederek bu gençlerin, dini derslerdeki açığını kapatmak istemiştir. 1955-56 öğretim yılında Allah’ın izni ve inayetiyle imam hatipliler için lise kısmı açılır.

Tuvalet bile temizlemiştir

Devletten hiçbir ödenek almadan açılan bu okulların ilk yıllarında, ne memur ne de müstahdem kadroları vardır. İstanbul İmam Hatip’in kurucu müdürü Celal Hoca, bir müstahdemin yapacağı görevleri bile yapmaktan imtina etmez. Okulun öğretmenlerinden Nurettin Topçu konuyla ilgili bir anısını şöyle aktarır: “Bir tatil günü imam hatip okuluna gittiğimde Celal Hoca’yı, tuvalet temizlerken gördüm:
– Hocam, sen koskocaman müdürsün, talebelere yaptır bu işi, gençler yapsın, dedim. Hoca:
– Hayır. Gençler yaptıkları işlerle şahsiyetleri arasında irtibat kurarlar. Yarın, “Tuvalet temizleyerek okudum” diyerek, komplekse düşerler. Onların gürbüz bir fidan gibi yetişmeleri, bizim mesuliyetimizin icabıdır. Çare yok, bu işi yapacak eleman temin edinceye kadar biz yapacağız, der. O “Saçımın telleri kadar canım olsa, hepsi bu yolda feda olsun.” diyecek kadar Kur’an hizmetine tutkundur. (Celal Hoca Kuşağı, Mustafa Özdamar, Marifet yay.,1993,s.201)

Arapça eğitim yapan bir kolej açma fikri vardır hocanın. Bunun için proje hazırlar, Milli Eğitim Bakanlığı’na götürür, ancak izin verilmez. Karar Şuray-ı Devlet’e (Danıştay) gider. Hoca işin peşini bırakmaz, Ankara’daki duruşmalara katılır. Bütün çabalarına rağmen, Arap Dili ile eğitim veren okul projesi dörde karşı beş oyla reddedilir.

Medine’ye âşık olur ama kalamaz

1956 yılında hacca giden İslam Davasının mücahid sevdalısı Celal Hoca, mücadeleli hayatının yorgunluğunu dindiren Medine’ye âşık olur, memlekete dönünce içinde oluşan hasreti dindirmek için Medine’de yaşamaya karar verir. 1959 yılında doktor olan kızı Hümeyra Hanım’la birlikte Medine’ye yerleşir. Kısa süre sonra rüyasında İstanbul’a dönmesi ve okul hizmetlerine devam etmesi söylenir. İstanbul’a döndükten on beş gün sonra Ali Fuat Başgil tarafından Yüksek İslam Enstitüsü’nde görevlendirilir. Bu göreve vefatına kadar devam eder.

Celal Hoca samimiyeti ile temayüz etmiş bir şahsiyettir. Oğlu Prof. Dr. Saadettin Ökten babasından bahsederken şöyle der: “Celal Hoca’nın ilk aklıma gelen özelliklerinden biri samimiyetidir. Öyle bir samimiyet ki Nurettin Topçu onu, “Gönlü hala beş yaşındaki safiyetini koruyor” diye tarif ederdi. İçi dışı bir kimseydi. Sonra ciddi bir insandı. O ciddiyeti, hayatının bütün safhalarında görmek mümkündü. Benim pederde gördüğüm kadarıyla, çalışkanlığı, sohbeti, irşadı, muhabbeti, hayatı sevmesi ayrı ama ondan kalan iki önemli mesaj samimiyet ve ciddiyettir.” (Altınoluk Dergisi, 1995 – Mayıs, Sayı: 111,s.13)

‘Onun gibi bir ilim adamını tasavvur edemiyorum’

O öğrencilerine vasiyet telakki edilecek şu cümleleri çok sık tekrarlardı: “Asrın ihtiyaçlarını müdrik, Şark’ı Garb’ı iyi bilen münevver kimseler olarak yetişmelisiniz! ‘Dindar görüneceğiz’ diye mutaassıp olmayın! ‘Aydın’ desinler diye de dinden taviz vermeyin.” (Özdamar, Celal Hoca Kuşağı, s.206)

Sürekli kitap okuyan, hafızasında beş bin beyit bulunan Hoca, bazı tercüme makalelerin dışında kitap yazmamıştır. Kendisine “Niçin kitap yazmıyorsunuz?” sorusuna bütün mütevazılığıyla “bunca eslafın eseri bir kenarda duruyorken, ben kimim ki, yazacağım?” cevabını verir. Yazar M. Şevket Eygi onun bu yönünü “İki türlü eğitim ve öğretim hizmeti verilmiş vaktiyle. Birincisi ağızdan şifahi, sözlü eğitim ve öğretim. İkincisi bildiğimiz kitabî tedrisat. Yazılı eğitim ve öğretim. Celal Hoca bu iki tarzın, ikisinin içinde de hizmet vermiş, ancak yazılı eser bırakmamıştır.” şeklinde ifade eder.(Özdamar, a.g.e. s.189)

Onu anlatan en güzel cümleler “Yakın tarihimizin önemli ve en şerefli şahsiyetlerini iyi tanımazsak ruhumuzun, mefkûremizin ve kurtuluşumuzun geleceği tehlikeye girer.” diyerek Celal Hoca’nın da yer aldığı ‘Millet Mistikleri’ adlı eserini yazan Nurettin Topçu’ya aittir: “Onun gibi bir ilim ve din adamını, değil memleketimizde hatta İslâm dünyasının ufukları arasında tasavvur edemiyorum. Gelişi güzel derlenmiş her bilgiyi ilim sayan kimselerin onu anlamasına imkân yoktu. Her büyük şahsiyet gibi hürmetkârları çok, lâkin dostları azdı. Pek az insanla görüşmekten hazzederdi. En sevdiği ve en çok beğendiği insanlar, Babanzade Naim Bey, Şair Mehmed Akif ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi idi. O iki devrin tam ortasında yaşadı. Son bulan bir devri, hüsran ve tahassürle selamlarken, hüsranla dolu bir devrin başladığını gördü. Celâl Hoca geç kalmış bir Ebussuud Efendi veya bir İbn Kemal’di.”(Bir Neslin Öncüsü: Celâl Hoca, Hüseyin Yorulmaz, Yeni Şafak,31.12.2012)

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ