İstiğfar Edelim ki Dünya Islah Olsun

  • 07 Mayıs 2022
  • 649 kez görüntülendi.
İstiğfar Edelim ki Dünya Islah Olsun
REKLAM ALANI

İRFAN SOHBETİ

Seyda Feyzullah Konyevi (ks)

Ayet-i kerimede Allah-u Zülcelâl buyuruyor:

REKLAM ALANI

“Hatırla, bir de şöyle diyorlardı: “Allahım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir hakikat ise gökten üzerimize taş yağdır veya bize acı veren bir azap gönder!”

Halbuki sen onların içinde olduğu müddetçe Allah onlara azap etmez, istiğfar ederken de Allah onlara yine azap etmeyecektir.”(Enfal, 32-33)

Yani Allah azze ve celle kâfire dahi Peygamberinin hatırı için azap vermiyor. Bütün helak olan kavimlere baktığımız zaman o kavim ancak Peygamber oradan çıktıktan sonra helak oluyor. Eğer azap muhakkak olursa Peygamberine emrediyor, “O köyden veya şehirden çık,” diyor ondan sonra oraya azap geliyor.

Allah Resulü aleyhisselatu vesselam da onların içinde olduğu için Allah azze ve celle onlara azap etmiyor. Azap etmeyişinin bir sebebini daha söylüyor; bütün kainata söylüyor aslında; o da “Onlar istiğfar ettiği sürece azap verecek değil.”

Müminler orada istiğfar ediyorlar, kafirler o istiğfarın hatırı için azap görmüyor. Demek ki yeryüzü istiğfar edenlerin hatırı için hala ayakta duruyor. Bu dünya eğer dönüyorsa Müslümanların hatırı için, Allah diyenlerin hatırı için hala dönüyor.

Allah azze ve celle Peygamberine böyle hitap ederken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gitti, dâr’ül bekâya intikal etti. Ama istiğfar hala devam ediyor. O yüzden müminler istiğfar etmeye devam etmeli ki yeryüzü her zaman ıslah olmaya doğru gitsin. Çünkü ne kadar istiğfar eden olsa o kadar dünya selamette olur.

Mana Aleminin Sebepleri

Her ne kadar biz bu işin maneviyatını gözle göremiyorsak da; bizim içimizde de maneviyat vardır yani ruh alemimiz vardır. Bazı şeyler bu dünyada gözle görünmüyor. Madde aleminde yaşıyoruz, her şey gözle görülemez.

Dikkat edin, teknoloji olarak bir cihaz üretirler, onun vasıtasıyla gözle görülmeyen bir şeyi görürsün. Biz bu duvarın arkasını göremiyoruz değil mi? Aynı şekilde mana alemine de bir perde çekilmiş.

Bizim hayatımız iki yöne hitap ediyor, bir bedenimize hitab eden yönü vardır bir de ruhumuza hitap eden yönü vardır. Madde aleminde bulunan şeyler bedenimize hitap ediyor. Ama ruhumuza hitap eden şeyler ise Allah-u Zülcelâl’in emrettiği ibadetlerdir gerek istiğfardır gerek zikirdir. Bunlar bizim mânâ âlemimize hitap ediyor. Ama şunu unutmayalım ki Allah azze ve celle insanoğluna işaretler veriyor. Mümin onu tefekkür etsin, onu düşünsün bulsun.

Bu ayet-i kerimeden anlayabiliyoruz ki azabın gelmesi, sebeplere bağlanmış olabilir. Bazen harikulade, mucizevi bir şekilde azap gelmeyebilir. Bazen de sebeplere bağlanmıştır.

Azab birtakım sebepler ile meydana geliyor. Mesela yağmur buluttan yağıyor ama aşırı bir şekilde yağmur yağar sel basarsa, afet olur. Halbuki yağmur rahmettir ama sele dönüşünce bu azaba dönüşür.

Allah azze ve celle “O Peygamber aranızda olduğu sürece azap gelmez,” buyuruyor. Yani o Peygamberin orada bulunuşu mana alemine ve sebeplerin cereyan etme şekline etki ediyor ve böylece azap gelmiyor.

Bunları bilim inkar edebilir. Bilim bazen kendi kendini de inkar ediyor. Biz Allah azze ve cellenin vermiş olduğu fikri şifrelere bakalım, bunu tefekkür edelim.

Allah-u Zülcelâl istiğfar eden kullarına:

“Siz onların arasında istiğfar ettiğiniz sürece de yine onlara azap verecek değiliz,” diyor. Bundan çıkan mana, istiğfar etmen yani senin o duyguların yeryüzünde bir selamet yayıyor, bir huzur yayıyor ama göz bunu görmüyor.

Göz bunu görmediği için de ehl-i dünya bu gibi şeyleri inkar edebilir. İnkar ede dursunlar öbür dünyada karşılarına çıktığı zaman iş işten geçmiş olacaktır. “Keşke,” diyecekler.  Ayet-i kerimede buyuruluyor ki: “Keşke toprak olsaydım,” (Nebe, 40) yani mahşer günü buraya gelmeseydim, diyecekler.

Yapılan fiilleri bir kenara bırakalım, yeryüzünde ağızdan çıkan bir söz dahi dünyaya ve içindekilere etki ediyor. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:

“Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir…” (Fatır, 10)

Bakın: “Güzel kelimeler ona doğru yükselir,” buyuruyor. Sen güzel bir kelime söylediğin zaman bu kelime kesinlikle öylesine söylenmiş bir kelime olmayacaktır. Sen kötü bir kelime söylediğin zaman, o söz de olumsuz manada etki edecektir.

İstiğfar Edin ki…

Hz. Nuh aleyhisselamın kavmi tufan ile helak oldu, değil mi? Nuh aleyhisselamın Allah azze ve celleye yakarışlarını şimdi bir görelim ve onun kavminin helaki için dua edişindeki mazeretini görelim:

“(Ya Rabbi ben kavmime) dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dileyin (istiğfâr edin ve yağmur için dua edin). Çünkü O çok bağışlayıcıdır. (İstiğfârınız ve duanız sebebiyle Allah) gökten üstünüze bol yağmur göndersin. Sizi mallar ve oğullarla desteklesin, size bahçeler meydana getirsin ve size ırmaklar akıtsın.” (Nuh, 10-12)

Bakın Allah-u Zülcelâl istiğfar ile neler veriyor. Bilim bunu keşfedemedi, henüz çok erken bilmesi için. Ama Allah azze ve celle bize bunun dünyanın bir hakikati olduğunu söylüyor.

Rasulullah sallallahu ve sellem buyuruyor:

“Kıyamet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine kopmayacaktır.” (Müslim, İman 234, Tirmizî, Fiten 35)

Siz o virdlerinizi çektiğiniz sürece kıyamet kopmayacaktır. Yani son bir Müslüman kaldı o hala zikrediyor, virdini, yani günlük zikrini Allah diyor; Allah azze ve celle onun ölümünden sonra kıyameti koparacaktır.

“Allah’ın zikri, kıyametin kopmasına engel oluyor,” diyebilir miyiz? Bu hadisi şerife göre mecazen de olsa denilebilir. Adeta kıyametin kopmasına engel olan, bu dünyayı selamette tutan yani ayakta tutan Allah’ı zikredenlerin zikridir, Allah’a istiğfar edenlerin istiğfarıdır.

Hadis-i şerifte:

“Eğer Allah katında bu dünyanın bir sivri sinek kanadı kadar değeri olsaydı kafire bir yudum su bile içirmezdi.” (İbni Mace, Zühd 3; Tirmizl Zühd: 13) buyuruluyor.

Ama dünyanın değeri yok, “Hepsi sizin olsun,” diyor. Ama  “Muhakkak ki dönüşünüz bizedir,” buyuruyor.

O zaman herkes görecek ki dünyada belki ancak ömrü bir dakikadan ibaretmiş. Bütün ömrü. Şimdi biz bu kadar yaşadık, kırk, elli, altmış yaşında olanlar; geçmişimize bakalım ne kadar yaşadıysak, hepsi gitti, bitti. Şu anı yaşıyoruz, öncekiler silindi gitti. Yaptıklarımız peşimizden geliyor ama…

Vuslat Ancak

Mutabaat ile Mümkün

“Allah-u Teala’ya vuslata eren yani ona ulaşan her kimse kendi nefsiyle ulaşmamıştır. O ancak yine Allah ile ulaşmıştır, Allah’ın inayeti ile ulaşmıştır.”

Allah azze ve celle kulunu ulaştırmasa kul ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne kadar ibadet ederse etsin ulaşamaz. Ama eğer Allah’ın emrettiği gibi, Peygamberine tabi olursa işte o zaman doğru yolda yürümüş olur ve o zaman gerçekten Allah’a ulaşmış olur. Ulaşmanın yolu da ittibâdır, uymaktır, mutâbaat etmektir.

Ayet-i kerimede Allah-u Zülcelâl:

“Kim bizim yolumuzda mücahede ederse, gayret ederse biz onu yollarımıza hidayet ederiz,” (Ankebut, 69) buyuruyor.

Onun için bu yolda sağlam bir şekilde yürüyebilmek için aynı zamanda bu yolun yolcularıyla beraber olmak lazım. Hakiki manada Allah azze ve celleye yalvaran, ona dua eden, istiğfar eden ona karşı sadık olan kullarla beraber olmak lazım. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:

“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi aşırılık olmuş kimselere uyma.”(İsra, 28)

Allah azze ve celle çok açık ve net buyuruyor, uyarıyor, ikaz ediyor. Biz ne kadar iyilerle beraber olursak o kadar onların bahçesinden, maneviyat sofrasından istifade etmiş oluruz. Onların kokusu bizim üzerimize o kadar sinmiş olur. Bunları yaparken de günahlardan zaten ister istemez muhafaza olmuş olursun. Ama olur ki bu dünya hayatı imtihan yeridir bir günahla karşılaştığımız zaman da kendini muhafaza etmesi lazım.

Bütün günahlar, kalbe ait günahlar da dahil olmak kaydıyla bütün günahlar haramdır. Bütün masiyetler haramdır, yaklaşılmaması gerekir. O zaman mümin kul bilecek ki, onu yaptıkları ile birlikte, nerede olursa olsun, kalbindekilerle birlikte her şeyi biliyor Allah azze ve Celle. Buna böyle iyi dikkat etmesi lazım. Böyle murakabe etmesi lazım. Allah azze ve cellenin kendisini gözettiğini murakabe etmesi lazım.

Demeli ki: “Ben bunu nasıl yapabilirim? Bu günahı işlersem Allah korusun, Allah beni görüyor ve O beni gördüğü halde ben bunu nasıl yaparım?”

Bazı mümin kullar ise kıyamet gününde Allah azze ve cellenin huzurunda o günahlarla onun huzurunda durmaktan korkuyorlar. O nedenle günahlardan uzak duruyorlar. Ne mutlu onlara.

Günahlar İmanı Zehirler

Bir insan yemeğin içinde zehir olduğunu bilse o yemeği yer mi? Yiyemez, yemez.

O zehir nasıl ki insanın hayatını yok ediyorsa, bilmeliyiz ki günahlar da yavaş yavaş insanın imanını yok eder.

İmanına kadar ona zarar verir. Onun için her zaman günahlardan kendini koruyarak istiğfara yönelmeli, istiğfar denizine dalmalı. Dalarsa orada çok inciler, yakutlar, mercanlar vardır.

Allah azze ve cellenin hidayeti ile ilgili kısa bir menkıbe anlatmak istiyorum. Dikkat edin Resulullah aleyhisselatu vesselamın bir duası vardı; Ebu Cehil Hz. Ömer radıyallahu anh’den birisi Müslüman olsun diye dua ettiği zaman Allah azze ve celle İslam’ın güneşini Hz Ömer’in kalbine doğdurdu.

Ebu Cehil’in kalbine doğmadı o güneş. Birçok sebepleri vardır, Allah azze ve celle biliyor fakat biz bu kifayetsiz ilmimizle olsa şöyle bir şey düşünüyoruz; Ebu Cehil İslam ile çok alay ediyordu, Rasulullah ile çok alay ediyordu. Hafife alıyordu, hakaret ediyordu, çirkef, ahlaksızca bir tavır içerisinde inkar ediyordu. Hz. Ömer ise o sırada daha iman etmemişti ama kendi halinde inkar ediyordu hakaret yoktu, alaya alma, hafife alma gibi aşırı bir düşmanlık durumu yoktu. Bunun için hidayeti Allah ona nasip etti.

Bişr-i Hafi rahmetullah aleyhi önceden eski hayatında içki müptelasıydı, sarhoştu ve İslami yaşantısı yoktu. Bir gün sarhoş bir şekilde akşam vakti eve dönerken üzerinde besmele yazılı bir kağıt buluyor yolda. Besmeleyi görünce içi ürperiyor. Sarhoş halbuki. Sarhoşları da demek ki hor görmemek lazım. Allah-u Zülcelâl hidayet nasip edebilir; ona da merhamet etmek lazım, dua etmek lazım, nasihat etmek lazım.

Yerden kaldırıyor kağıdı ve çamurlarını siliyor tertemiz yapıyor. Sonra güzel kokular sürüyor ve evine getiriyor. Evinde yüksek bir yere asıyor. Bazen insanoğlunun bir ameli Allah azze ve cellenin rızasını celbedebilir. Bazen de bir günahı Allah’ın gazabını celbedebilir. İşte Bişr-i Hafi rahmetullah aleyh bu şekilde yaptıktan sonra uyuyor.

Bir Allah dostu alim bir zat rüyasında görüyor, ona rüyada diyorlar ki, “Bişr-i Hafi’ye git, söyle, o bizim ismimizi temizledi biz de onun kalbini temizleriz. O bizim ismimizi üstün tuttu, yükseklere astı biz de onun ismini büyük yaptık ve onun şanını yüksek makam-ı ali kollarımızın arasına kattık .O bizim ismimize güzel kokular sürdü biz de onu şahsiyetini kıyamete kadar Müslümanlar için güzel kokular saçan bir yıldız gibi yaptık.”

Bu zat, bu rüyayı birkaç defa görüyor. Birkaç defa görünce kalkıp gidiyor. Çünkü Bişr-i Hafi’yi tanıyor sarhoş olduğunu biliyor. Belki önce inanamıyor, belki bu rüya sadık mıdır, değil midir? Bilemiyor. Birkaç defa görünce kalkıp meyhaneye Bişr’in yanına gidiyor. Bişr diyor ki:

“Benimle sizin ne işiniz olabilir? Ben ayrı yolun sen ayrı yolun yolcusuyuz. Niye geldin buraya?” O da diyor ki:

“Benim sana haberim var.”

“Kimden haberin var?”

“Allah’tan, haberim var. Allah’tan sana haber getirdim.”

“Benim halim malumdur. Allah bana azap mı edecek?”

O yaptığı o saygıyı unutmuş tabii hatırlamıyor. İşlediği günahları düşünüyor.

“Hayır,” diyor “Ben bir rüya gördüm birkaç defa sana anlatacağım,” diyor. Anlatıyor ona rüyayı. Anlattıktan sonra Bişr arkadaşlarına dönüyor:

“Arkadaşlar, beni çağırdılar. Allah azze ve celle beni çağırdı. Artık bir daha beni göremeyeceksiniz burada,” diyor.

O zatın yanında tevbe ediyor. Allah azze ve celle o Bişr’i şu anda Bişr hazretleri yaptı.

O tevbe ile bir anda öyle amellere başlıyor ki, o tevbeden sonra Allah azze ve cellenin yanında bir evliya oluyor. Allah azze ve celle o saygısından dolayı ona o hidayeti nasip etti. İşte bir kul ne kadar günahkar olursa olsun Allah’a karşı o saygısını yitirmezse İnşallah Allah azze ve celle öyle ümit ediyoruz ki mutlaka ona hidayet nasip edecektir bir gün. Yeter ki Allah’a karşı, Allah’ın ismine karşı saygılı olsun. Her ne kadar günah içinde olsa bile günah işlediğinin farkında olsa bile “Evet, günah işliyorum,” diye tevbe ederek, “Bunu inkar etmiyorum, Allah’ın yasakladığı bir şeydir. Ben zayıfım, nefsime uyuyorum. İnşallah Allah beni bundan kurtarır,” diye o ümit ile yaşarsa İnşallah Allah azze ve celle hidayet güneşini kalbine koyacaktır.

Evet Allah azze ve celle hepimize tevbe-i nasuh nasip eylesin. Bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.

“Sen nasıl ki İslam fıtratı üzerine yaratıldın, günahsız olarak masum olarak yaratıldın, ruhunu temiz tut.”

Bir bebek doğduğu zaman günahsızdır, diyoruz. Bizim dinimizde öyle, başka dinlerde öyle değildir. Allah azze ve celle bir insanı yarattığı zaman İslam fıtratı üzerine yaratıyor yani masum günahsız bir şekilde.

Nasıl ki sen günahsız bir şekilde yaratıldın ruhunu o şekilde temiz tut ki Allah’ın huzuruna gittiğimiz vakit aynı temizlikte git oraya.

Allah azze ve celle hepimize doğduğumuz gibi aynı temizlikte, aynı masumiyette bizi huzuruna alsın.

“Biz dünyaya tertemiz olarak geldik. Evliya olarak, Allah’ın birer sevgili kulları olarak geldik ama biz insanoğlu büyüdükçe bu ruhu kirlettik. Neuzubillah. Bizim yapmamız gereken ruhumuzu tevbe ile temizlemektir. Bu dünyaya geldiğimiz gibi bu dünyadan çıkarken de tertemiz çıkmamız lazım.

Allah azze ve celle bizleri tertemiz bu dünyadan çıkanlardan eylesin. Sırat-ı müstakimden ayırmasın, nefsimize teslim etmesin. Kendi yolundan sadatların yolundan ayırmasın. Sadıkların, Salihlerin yolundan ayırmasın. Amin.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ