Kâmil Mürşidin Vasıfları
SIRAT-I MÜSTAKİM
KÂMİL MÜRŞİDİN VASIFLARI
Tasavvuf kaynaklarında, tasavvufî hayata girmek, bir mürşide bağlanmak isteyenler için gerçek bir Şeyh’te yani Mürşid-i kamilde aranması gereken niteliklerden bahsedilir. Bunların başlıcaları şöyle özetlenebilir:
Mürşid-i Kamil, ilim, irfan ve eserleriyle temayüz etmiş olmalıdır. Günlük hayatı müstakim olmalıdır. İbadet ve dini görevleri yerine getirmede ciddiyet sahibi olmalıdır.
Belli bir tarikatın kuralları doğrultusunda tasavvufi eğitimini (seyr ü süluk) tamamlamış olmalıdır. Zincirleme olarak, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme dayanacak bir şekilde silsilesi belli olan bir zata tabi olmuş ve zâhirî olarak mürşidliği tasdik edilmiş olmalıdır.
Müridlerini yetiştirmekteki liyakati kabul edilmiş olmalıdır. Veli olması yeterli değildir, aynı zamanda mürşid olmalıdır. İlim, irfan ve feyz ve maneviyat kaynağı olmak bakımından Peygamber Vârisi olmalıdırlar.
Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşîbend kuddise sırruh Hazretleri, tasavvufta kalbi tasfiye ve nefsi tezkiye hususunda dikkat ettiği incelikleri şöyle beyan buyurmuşlardır:
“Bizler müridi gerekli olduğu tarzda, yani onun içinde bulunduğu hâle göre terbiye ederiz. İcâbında cezbe (kalbin aşk ve muhabbetle çekilmesi), icâbında sülük yolunu (manevi terbiye ile kalbin tasfiye edilmesi usulünü) tercih ederiz.
Biliriz ki, sohbetimize gelenlerin (bizimle bir arada bulunanların) bazılarının gönüllerinde muhabbet (sevgi) tohumu vardır, bazılarında yoktur veya dünyevî ve nefsanî alâkalardan dolayı çürümüştür.
İşte (Nakşibendi mürşidleri olarak) bizim vazifemiz, bu fâni alâkaları temizlemek ve gönle muhabbet tohumu ekmek, ekilmiş olanları da hakikat zemzemiyle sulayıp yeşerterek marifetullah güneşiyle bir ihlâs fidanı hâline getirmektir.
Zikir telkinine gelince, o, bir kimsenin eline çakmak taşı vermek gibidir. Bundan sonraki netice, yâni çakmaktaşını çakıp da aşk çırasını tutuşturmak işi, müride kalmıştır.”
Mürşid-i kâmil zatlar, İslam ahlakına sahiptirler, kendileri dışındaki şeyhleri kötülemezler, küçük görmezler. Tasavvuf yolunun düsturu kendini hiç görmektir.
Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruh Hazretleri buyurur:
“Ehl-i bâtının/kalb ehlinin yolu; yaptığı sâlih ameli az görmek, tevazu, hiçlik, yokluk, acz hâlinde bulunmak, amellerini kusurlu, hallerini noksan bilmektir. Nefsin enaniyetinin kırılması hususunda, kendini kusurlu görmek kadar faydalı bir şey yoktur.”
Mürşid-i kamiller keramete değer vermezler. Keramet, mü’min ve sâlih bir kimseden meydana gelen harikulade haller, olaylardır. Keramet haktır ancak velayetin şartı değildir. Bir kimsenin veli veya mürşid olarak kabulü için görülmesi veya gösterilmesi gerekmez. Nakşibendî Sâdâtı, kerametlerini gizlemeyi, Allah-u Zülcelâl’e edebin gereği saymışlardır.
Sâlih kimselerin dışında bazı kimselerden zuhur eden olağanüstü hallere ise “istidraç” denir. Fasık, günahkâr ve ahlaki kemâlâtı olmayan kişilerin bu tür halleri, istidraç veya sihir olup; Allah Dostlarının halleriyle hiçbir alakaları yoktur. Olağanüstü hal gösteren ama yaşantısı İslam’a uygun olmayanlara aitibar edilmez. Çünkü esas önemli olan istikamettir.
En büyük keramet istikamet üzere olmaktır. Yani zahiri ve manevi bütün hallerin İslam’a uygun olmasıdır.
Gönlü Hakka Bağlıdır
Mürşid-i kamilin sıfatlarını Halid-i Bağdadi kuddise sırruh Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde şöyle anlatır;
“Onun zahiri, halk ile batını da Hak iledir. Halk ile meşgul olması, O’nu Hak’tan beri edemez. Hareketleri hikmetten neş’et eder. Şefkati güneş gibi bütün Müslüman’ları, hatta tüm insanlığı ihata eder. Eskiden sadık müridler, böyle mürşidleri kapı kapı gezerek ararlar ve onları canlarından, mallarından, evlatlarından daha ziyade sever, insan-ı kâmil derecesine gelinceye kadar mürşidlerinin kapısında uzun seneler bekler, her fedakarlığa katlanır, hatta çilehanelerde günlerce riyazet yaparlardı.”
Mürşid-i kamilin alametlerinin sonu yoktur. Fakat en önemlisi, her fiili, kavli ve amelinin Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine uyması, asla aykırı harekette bulunmamasıdır.
Allah dostu Rabbani alimlerin mühim bir vasfı da nasipli gönüllerde onlara karşı emsalsiz bir muhabbet hasıl olur. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İmân edip de sâlih amellerde bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96)
Allah dostları hem müridlerine karşı büyük bir sevgi duyar hem de onlar tarafından farklı bir sevgiyle sevilirler.
Tecrübelerle sabit olmuştur ki, mürşid-i kamil bir zatın huzuruna varıldığı zaman, bütün gam ve keder gider. İnsanın içinde bir ferahlık ve muhabbet uyanır. Mürid mürşidinin meclisinden ayrılmak istemez. Bir inci tanesi gibi söylediği her sözden, şevki ve muhabbeti artar.
Ziyaretine gelen herkes, büyük veya küçük, genç veya ihtiyar, hatta devlet reisi bile olsa elini öpmeye mecbur ve hayır duasını niyaz ile mesrur olurlar.
Onların muhabbeti ölümsüzdür. Dünyadan göçtükten sonra dahi menkıbeleri, nasihatleri, kitapları ve hizmetleri unutulmaz.
Mürşid-i kâmil zatlar dünya, makam ve koltuk sevgisine iltifat etmezler. Her türlü insanın kurtuluşuna çalışırlar. Mürşidin bulunduğu mahalde muhabbet, tevhid, sevgi ve kardeşlik etrafı kuşatmıştır.
Böyle bir mürşid-i kamile kavuştuğu zaman bu nasibin kıymetini bilmelidir. İmamı Rabbani kuddise sırruh şöyle buyurur:
“Kâmil ve mükemmil bir şeyhe bağlanmak kibrit-i ahmerdir. Onun nazarı (bakışı) ilaç, sözleri şifadır. Böyle olmadığı zaman iş o kadar zordur ki, deveye hendek atlatmak bundan daha kolaydır.” (23. Mektup)