KAPAK / En Güzel Örnek
KAPAK
En Güzel Örnek
Abdullah Sofuoğlu
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Kuşkusuz sizden Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın Elçi’sinde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab; 21)
İnsanoğlu bu dünyada hayatına yön verirken kendi inanç veya dünya görüşüne göre birilerine uyar ve onları örnek alır. Dünya hayatını asıl gaye olarak görenler, ehl-i dünyayı örnek alır. Dünyanın kazançlarını, menfaatlerini ve zevklerini hedefleyenler, bunlara düşkün olanları örnek alarak onlar gibi hareket eder. Asıl hayat ahiret hayatıdır, diye inanan, ahirette Allah’ın vaad ettiği mükafatları ve Allah’ın mukarreb kullarından olmayı hedefleyenlerin örneği ise Rasûlullah aleyhisselatu vesselamdır.
Allah-u Zülcelâl insanoğlunu kulluk etmesi için yarattığını bildirmiş ve nasıl bir kulluk istediğini de beyan etmiştir. En güzel kulluk örneği olarak da bir rehber ile yolumuzu aydınlatmıştır. Biraz düşünülecek olursa bu Allah’ın çok büyük bir rahmeti ve ihsanıdır.
Allah-u Zülcelâl bu ihsanının kıymetine dikkat çekmek için ayet-i kerimede mealen şöyle buyurur;
“Kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı (Kur’an) ve hikmeti (sünnet) öğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de öğreten bir Peygamber gönderdik.” (Bakara; 151)
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, kendisine vahyedilen Allah’ın ayetlerini okumakla insanoğluna başka türlü bilemeyeceği bir haber getirmiştir. İnsana yaratılış gayesini bildirmiş, hayatını manalı ve değerli yaşamanın yolunu göstermiştir. En önemlisi de ölümden sonra onu bekleyen hesabı haber verip ebedi azaptan kurtulmak ve vaad edilen mükafatlara kavuşmak için bu dünyada yapabileceklerini öğretmiştir.
Bu ayette ifade edilen tezkiye, her türlü pislik ve kötülükten arındırmak demektir. Rabbimiz, Resulünü göndermekle insanın itikadını, amellerini, ahlakını ve maneviyatını temizleyip arındırmıştır. Şirkten, küfürden, nifaktan, fısk-u fücurdan, ahlak-ı zemimeden, gafletten ve nefsani hastalıklardan arındırarak tertemiz kıldığı kullarını sâlih kulları ve evliyaları arasına seçmiştir. Bütün bu lütuf ve ihsanlara kavuşmak için uyulması gereken geçerli bir tek yol vardır:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Al-i İmran; 31)
Yegane Kurtuluş Yolu
Allah’ın sevdiği ve razı olduğu kullar arasına girmenin yolu ancak Allah’ın en güzel örnek diye gösterdiği Resulüne uymaktan geçer. Başka bir yol geçerli değildir.
Esasen Resul’e uymak İslam’ın temelidir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem her müslümanın Rehberidir. Rasulullah aleyhisselatu vesselam İslam’ı ilk yaşayan ve ilk uygulayan örnek şahsiyettir. Rabbimiz Kur’an’da Resulüne şöyle demesini buyuruyordu:
“Bana, Müslümanların ilki olmam da emredildi.” (Zümer; 12)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın hadis-i şerifleri ve sünnet-i seniyyesi, dinin temel hükümlerinin kaynağıdır. Farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı tayin etme, helâli, haramı ayırt etme açısından Allah’ın kitabı ile Rasûlünün onu hayata geçirmesi demek olan sünneti birbirinden ayrılmaz iki temel esas kabul edilir.
Sünnet, kelimesi köken olarak; “yol, birinin devamlı gittiği yol, âdet, gidişat, hayat tarzı” gibi anlamlara gelmektedir. İslami ıstılahta ise sünnet veya sünnet-i seniyye Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin söz, fiil ve takrirleriyle ortaya koyduğu hal ve hareketlerini ifade eder.
Sünnet, Kur’an’ın hem açıklaması hem de tatbiki yani hayata geçirilmesi demektir. Peygamberimizin uygulaması olmadan dinin direği olan namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetleri bile nasıl yapacağımızı bilmemiz mümkün değildir. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam:
“Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle, beni gördüğünüz şekilde namaz kılın!” (Buhârî, Ezân, 18) buyuruyor ve dinin hükümlerini bizzat tatbikatıyla öğretiyordu.
Daha sonraki nesiller Peygamber aleyhisselatu vesselamın nasıl namaz kıldığını bizzat göremeyeceğine göre onlar da sahâbe efendilerimizin onlara naklettiği şekilde öğrendiler ve sonraki nesillere doğru aktarmanın derdinde oldular. Böylece Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın sünnetini anlatan bir hadis külliyatı ve onlardan çıkarılan fıkıh, tefsir, kıraat, tasavvuf ve ahlak gibi ilimler, bize kadar ulaştı.
Bu yönüyle sünnet ve kaynağı sünnet olan ilimler, dinin en önemli kaynağıdır. Hatta Kur’ân-ı Kerim’i de biz Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme sımsıkı bağlanmış, ona uymaya titizlik gösteren ashabından alıyoruz ve ilk tefsirini onlardan öğreniyoruz.
Ashab-ı kiramın Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselama mutabaatı şuurlu ve muhabbetli bir bağlılıktı. Onlar sünnetin önemini çok iyi kavramıştı.
Abdullah bin Mesut radıyallahu anhu, “Amelsiz söz fayda vermez. Niyetsiz söz ve amel fayda vermez. Söz, amel ve niyet, sünnete uygun değilse yine fayda vermez” buyurarak sünnete uymanın önemine dikkat çekmiştir.
Muhabbetle Bağlılık
Allah’a uymanın yolunun Rasûlullaha adım adım uymaktan geçtiğini ifâde eden bu âyette önemli bir incelik vardır, “Allah’ı seviyorsanız, Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın,” denilmektedir. Yani Allah’ın kulluğunu sevgiyle, aşkla yapmak ve Allah’ın da sevdiği bir kul olmanın yolunun Resul’e mütabaattan geçtiğine işaret edilmektedir.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem sadece şeklen taklit edilecek bir örnek değil, amellerinden ahlakına, takvasından ruhaniyetine kadar her hali içtenlikle benimsenmesi ve özümsenmesi gereken bir maneviyat rehberidir.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın ashabı, ona sadece şeklen uymuyorlardı, büyük bir muhabbetle onun etrafında halkalanıyorlardı. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın muhabbeti onlar için her şeyin üstündeydi. Allah’ın Resulü bir şeyden hoşlanmasa, yüzünün rengi hafif değişse hemen hissederlerdi ve onu düzeltmeye koşarlardı. Hata işleseler hatalarının bağışlanması için mağfiret dilemesi ricasıyla hemen Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselama koşarlardı.
Zorluk seferi de denilen Tebuk seferine katılamayan ve bunun pişmanlığını yaşayan kişiler, mallarını getirip Resûlullah’a takdim etmişler, kendilerini arındırmak üzere bunları almasını ve sadaka olarak dağıtmasını, bir de bağışlanmaları için dua etmesini istemişlerdi. Hz. Peygamber ise kendisine böyle bir şey emredilmediğini ve onların mallarından alamayacağını söyledi.
Allah-u Zülcelâl ayet nazil ederek buyurdu ki:
“Onları arındırmak ve temize çıkarmak üzere mallarından sadaka al! Onlar için salat et (mağfiret dile ve dua et), kuşkusuz senin salatın onlara bir sekinedir. Allah her şeyi çok iyi işitmekte ve bilmektedir.” (Tevbe, 103)
Rasûlullah aleyhisselatu vesselam da ashabına büyük bir muhabbet besler ve bunu her haliyle izhar ederdi. Öyle ki, ashabın her biri “Peygamber Efendimiz en çok beni seviyor” diye düşünürdü. Bilhassa toplumun zayıf ve sevgiye muhtaç kesiminden olanlara hususi alaka gösterir, onlara sevgisini daha fazla gösterirdi. Mesela “Rabbim bana dört kişiyi sevmemi emretti ve onları sevdiğini bildirdi;” buyurarak toplumun fakirlerinden olduğu için önemsenmeyen dört sahabenin ismini hususi bir şekilde anmıştır. Bunlar: “Ali bin Ebi Talib, Selman-ı Farisi, Ebu Zer ve Mikdad bin Esved,” idi. (İbn-i Mace; Mukaddime, 11)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam ve ashabı arasındaki muhabbet bağı, itaati, bağlılığı ve fedakarlığı kolaylaştıran bir bağ idi. Ashab-ı kiram Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamı muhabbetle benimseyip örnek aldığı için onun haliyle hallenir, ahlakıyla ahlaklanırdı. Kısa bir zaman içinde cahiliyyenin zulümatından ve pisliklerinden arınıp yüksek ahlak ve fazilete ermelerinin ardında yatan sır da buydu.
Allah-u Zülcelâl Kur’an-ı Kerim’de sahâbîler hakkında şöyle buyurmuştur:
“İlk iman eden, en ön safta bulunan muhacirlerle ensar ve onlara iyilikle tabi olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah’dan razı oldular. Allah onlar için ebedî kalacakları, altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 100)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam da:
“Ümmetimin en hayırlı dönemi, benim içinde yaşadığım dönemdir. Sonra da onların peşinden gelenlerin dönemidir” (Buhâri, Fedâilu’s-Sahâbe, 1) buyurarak sahabenin üstünlüğüne ve onlara tabi olunması gereğine işaret etmiştir.
Allah ve Resulünün ashabı kiramı övmek suretiyle sonradan gelen ümmete onları örnek göstermesi, sahabelerden sonra gelen tabiin neslinin de onlardan dini ilimleri ve tatbikatı dosdoğru şekilde almalarına sebep olmuştur.
Ehl-i sünnet yolu da bu anlayışla, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin getirdiği, ashâb-ı kiramın, tabiin alimlerinin ve onlara uyan alimlerin yoluna bağlanmayı esas almışlardı. Dini hususlarda sonradan çıkarılan ihtilâf ve tefrikalardan sakınıp, Kitap, Sünnet ve icma-ı ulemaya ittiba eden müslümanlar ehl-i sünnettir.
Tasavvuf yolunun büyükleri de bu esasa sarılmışlardır. İmam-ı Rabbânî kuddise sirruhu:
“Hepimize lazım olan, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin, Kitab ve Sünnet’i layık olduğu şekilde anladıktan sonra, çıkardıkları hükümlerle itikadımızı tashih etmektir. Ehl-i Sünnet’in büyüklerinin görüşlerine muvafık olmadığı müddetçe hiç birimizin görüşü muteber değildir. Görülmüyor mu ki, her bid’atçi ve sapık, kendi batıl görüşlerini Kitab ve Sünnet’ten aldığını iddia etmektedir.” (Mektûbât, c.1. Mektup, 157) buyurur.
Fitnelerin Çaresi Sünnete Sarılmak
Tarih boyunca müslümanlar arasında ne zaman ihtilaflar çıksa bunun altında yatan sebep hep Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselama muhabbetle bağlılığın zayıflamasıdır.
Nitekim İbrahim bin Edhem kuddise sırruha “Neden insanların duâları kabul edilmiyor?” diye sorulduğu zaman sıraladığı sebepler arasında; “İnsanların Rasûlullahı sevdiklerini iddia etmelerine rağmen onun sünnetiyle amel etmemelerini” de saymıştır.
İslam ülkelerinde tefrikaların çıktığı, idarelerin zayıfladığı dini hükümlerin uygulanmayıp ahlakın bozulduğu zamanlara baktığımız zaman bu dönemlerde halkın yabancı fikirlere ve hayat tarzlarına özendiği görülür. Bilhassa zenginleşip azgınlaşmış bir kesimin nefsine uygun yorumlara meylettiği, sünnete uygun hayatı küçümsediği ve dinde tartışma çıkardığı bu dönemlerde toplumun huzuru bozulur, fitneler çıkar. Çünkü dinin emrettiği düzen aynı zamanda toplumda adalet ve düzenin de en büyük koruyucusudur.
Böyle dönemlerde alimler ve Allah dostları halkı yeniden Peygamber Efendimizin yoluna davet eder. Ümmetin kurtuluşu ancak Peygamber Efendimizin varisi olan alimlerin etrafında birleşmekle mümkün olur. Böylece dini ilimler öğrenilir, hayata geçirilir ve kalpler maneviyatla ihya olur.
Tasavvuf yolunun büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadî kuddise sırruh:
“Hakka giden bütün yollar, halka kapalıdır; ancak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin hal ve hareketine sarılıp sünnetine uyanların üzerinde bulunduğu Peygamberin yolu açıktır.” Buyurmakla tasavvufun aslında Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünnetini, maddi manevi olarak hayata geçirmekten ibaret olduğunu ifade etmiştir.
Rabbimiz bu Mevlit Kandili vesilesiyle kalplerimizde Resulünün muhabbetini kuvvetlendirsin ve bizleri onun yoluna hidayet eylesin. Amin.