KAPAK / Hayırlı İşler Yapmada Birbirinizle Yarışın!

  • 01 Aralık 2025
  • 7 kez görüntülendi.
KAPAK / Hayırlı İşler Yapmada Birbirinizle Yarışın!
REKLAM ALANI

KAPAK
Hayırlı İşler Yapmada Birbirinizle Yarışın!
Abdullah Sofuoğlu

Hicretin 9. Yılı Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme bir haber ulaştı:
“Rum hükümdarı Heraklius kırk bin kişilik ordu toplamış sizin üzerinize gelecek.”
Rasûlullah aleyhisselatu vesselam hemen Müslümanlara haber saldı ve Tebûk seferi için hazırlık başladı. Yol uzun, düşman zorluydu. İyi bir hazırlık yapmak gerekiyordu. Bu sebeple Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam ashabını hayır seferberliğine davet etti.
Bir adı da Zorluk Seferi olan bu seferde herkes canıyla malıyla imtihandaydı. Ama sahabenin önde gelenleri yine “hayırda yarış” ruhuyla harekete geçti. Hz. Osman radıyallahu anh hemen koşup üç yüz deve, yüz at, sekiz bin dinarı bırakıp gitti. Abdurrahman b. Afv radıyallahu anh gelip sekiz bin dirhem verdi. Hiçbir mala sahip olmayan sahabeler bile sabaha kadar kuyudan su çekip eline geçerse onu getirdi.
O sırada durumu elverişli olan Hz. Ömer radıyallahu anh de dört bin dirhem getirmişti. Hayırda yarışma şevkiyle bu sefer Hz. Ebubekir radıyallahu anh’ı geçmiş olabileceğini içinden geçirmişti. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam Hz. Ömer’e, ev halkına ne bıraktığını sorunca;
“Malımın yarısını getirdim, yarısını da ev halkına bıraktım…” buyurdu.
O sırada Hz. Ebûbekir radıyallahu anh geldi. Getirdiği meblâğı aynıydı. Dört bin dirhemi Efendimiz aleyhisselatu vesselama teslim etti. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ona da aynı soruyu sorunca tevekkül abidesi sadık dost:
“Ya Resulallah, ben hanımıma ve çocuğuma Allah’ı ve Resulü’nü bıraktım.” diye cevap verdi. Verdiği cevap yine hayır yarışında öne geçtiğini göstermişti. Çünkü hayır yarışında esas mesele maddi miktar değil, yapılan fedakârlıktı.
Dünya Yarış Meydanı
Allah-u Zülcelâl bu dünya hayatını bir imtihan ve yarışma meydanı olarak yarattığını bildirmiş ve: “Hanginiz en güzel amelde bulunacak?” (Mülk, 2) buyurarak kullarını “ahsen amel” yarışına davet etmiştir.
Dünya hayatı geçici bir uğrak yeridir, yerleşip kalacağımız bir yer değildir. Dünya amel işleyip ecir ve mükafatları toplayıp asıl yurdumuza döneceğimiz bir gurbet diyarıdır. O yüzden boş durulacak bir yer değildir, gevşeklik gösterilecek zaman değildir. Adeta bir yarışın içindeymiş gibi çaba gösterme zamanıdır.
Kıldığımız her namaz son namazımız olabilir. Alıp verdiğimiz her nefes son nefesimiz olabilir. Dünya hayatının her bir anı, her bir nefesi, ele geçen her bir imkân bir sermayedir. Bu sermaye ile en iyi kârı elde etmek için çaba göstermeyenin sonu pişmanlıktır. Bu pişmanlıktan kurtulmanın çaresi, hayırlı işlerde acele etmek, ertelememek, adeta bir yarış içindeymiş gibi gayretli olmaktır.
Rabbimiz bize kulluk hususunda, hayır işlerinde, en güzeli amel yapma yolunda üstün bir gayret içinde olmayı, adeta yarışır gibi bir şevk göstermeyi emrediyor:
“…Siz hep hayırlı işler yapmada birbirinizle yarışın! Nerede olursanız olun, Allah hepinizi huzurunda bir araya getirecektir. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Bakara; 148)
Elbette Allah-u Zülcelâl yarattığı kullarını en iyi bilendir. Kulları arasında akıl, irade gücü, sabır ve gayret bakımından farklı derecelerde olanları en iyi şekilde bilmektedir.
Cenabı-Hak bir ayet-i kerimede buyuruyor ki.
“Sonra biz o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere mîras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.” (Fatır; 32)
Allah-u Zülcelâl her ümmeti, gönderdiği Peygamberleri ve indirdiği kitapları ile cennet yoluna davet etmiştir. Bu kullardan kimisi, bu hidayetin kıymetini layıkıyla bilememiş, tam istifade edememiştir. Ömrünü dünyevî arzularla geçirmiş, hatalardan, günahlardan sakınamamıştır. Bunlar ancak nefsine zulmetmiştir. Kimisi ise biraz olsun gayret göstermiş, hatalarına tevbe etmiş, kendini düzeltmeye çalışmıştır. Muktesid diye isimlendirilen bu grubun iyilikleri hata ve ihmallerinden daha fazladır. “Sâbikun bi’l-hayrat” adıyla anılan seçkin kullar ise Allah’ın indirdiklerine hakkıyla uymuş, emirlerine sarılmış ve bütün hayır işlerinde öncü ve en ileride olmuştur.
Ehl-i Sünnet âlimlerin açıklamalarına göre Kur’an’a vâris olan bu üç grup da Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselamın ümmetinin parçaları olup hepsi de cennete girecektir. Ancak iman ettiği halde günah işleyerek nefsine zulmedenlerin, Allah’ın umûmî bir affı olmadığı takdirde cehennemde bir müddet kaldıktan sonra cennete girmeleri muhtemeldir. Sevapları hatalarından fazla olan “muktesid” kulların ise affedilerek cennete girmesi ümit edilir.
Bu üç sınıftan, “sâbikun bi’l-hayrat” ifadeleriyle işaret edilen kısım ise “Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır,” şeklinde meal verilen, ümmetin en hayırlı kısmıdır. Hayırlarda öne geçen bu kimseler “Peygamber vârisi” olarak halkın önderleri olanlardır. Onlar âhirette mükâfatta da öne geçeceklerdir. İşte bunlar “mukarrabûn” yani Allah’a en yakın kullardır.
Demek ki hayırlarda öne geçmenin yolu, Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılmaktır. Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen, amel eden, amelinde ihlâslı olan ve başkalarına da vesile olanların mükafatları daha büyüktür. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hususta şöyle buyuruyor:
“Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiyi cennetin yollarından birine sevkeder. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunan her şey, hatta suyun altındaki balıklar bile âlim için Allah’a istiğfar ederler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, miras olarak altın ve gümüş bırakmazlar; onlar ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa, büyük bir nasip almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim 1/3641; Tirmizî, İlim 19/2682)
Yarışın Mükafatı; Cennet
Görüyoruz ki “hayırda yarışmak” ilâhî bir emirdir. Rabbimiz bu dünya hayatını kulları Rabbine kendini beğendirmek hususunda yarışırcasına gayret göstersinler diye yaratmış. Hem bu yarışmada, elinden geldiği kadar gayretini ortaya koyanlara çok büyük mükafatlar vaad etmiş. Mükafatlarına inanarak, rağbet ederek en güzel ameli yapacağım diye uğraşan kullarının olmasından razı oluyor. Böyle bir gayreti göstermiş olmasına karşı keremi bol Rabbimiz çok büyük mükafat vaad ediyor:
“(Ey kullarım!) Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan cennete yarışırcasına koşuşun. Bu cennet ki, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmıştır. Bu, Allah’ın lutfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Al-i İmran, 133-134)
Cennet, Allah’ın ebedî hayatta vereceği bütün mükâfatları bir araya toplar. O hem azabtan, kınanmaktan, pişmanlık acısından, utançtan kurtulup selamete çıkmaktır. Hem müjdelere, tebriklere, övgülere kavuşup ferahlamaktır. Allah-u Zülcelâl cennetine kabul ettiği kulunu affetmiş, hatalarını örtmüştür. Artık orada hiçbir sıkıntı, hiçbir korku, hiçbir hüzün yoktur.
Cennet sadece köşk değil, nehir değil, ağaç, meyve, sofra değildir. Cennet, “Allah’ın ikramlarda bulunduğu dostu olmak” demektir. Allah-u Zülcelâl dostlarına karşı en keremli olandır. Allah’ın ağırlaması, lütuflarda bulunması insanın aklına hayaline sığmaz.
Ayet ve hadislerde cennet nimetlerinden bazılarının zikredilmiş olması sadece örnek vermek içindir. Cennet öyle latif ve nûrânî bir âlemdir ki orada olmanın ne demek olduğu kelimelere sığmaz. Akıl o âlemi hakkıyla anlayamaz. Cennette ihsân edilecek en büyük lütuf ise yine akılla anlaşılması muhal bir şekilde Cemalullah’a kavuşmaktır…
İşte hayırlarda yarışmanın karşılığı bu manada cennettir. Bunun için yarışılmaz mı?
Herkes Yarış Halinde…
Herkes bir şeyler için yarışır. Rabbimiz buyuruyor ki:
“İyi bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, bir süs ve gösterişten, aranızda bir öğünmeden, mal ve evlatta çokluk yarışından ibarettir…” (Hadid, 20)
Herkes bir şeyleri ister, bir şeyler için uğraşır, didinir. İnsanda kendini başkalarıyla mukayese edip yarışmayı seven bir taraf vardır. Bilhassa başkalarından aşağı kalmamak için mümkün olduğu kadar en iyi şeylere ulaşmak ister. Nefsin bu özelliğine münâfese denmiştir.
Nefis kendisinde en iyi en güzel şeyleri görmek ister. Başkasında gördüğü üstünlüğe gıpta eder, “Bende de olsun,” der.
Cenabı- Hak, Mutaffifîn Sûresinde cennet nimetlerini saydıktan sonra kullarını bu nimetlere ulaşmak için yarışırcasına gayret göstermeye davet eder:
“(Ey Mütenâfisûn yani yarışmayı seven kullarım. Yarışanlar işte asıl) bunlar (bu muhteşem cennet nimetleri için) yarışsınlar.” (Mutaffifin; 26)
Gıpta etmek, kendinde de olsun istemek, hayırlı bir şeyde olursa güzeldir.
“Ne güzel ilim öğrenmiş, amel ediyor, başkalarına da vesile oluyor. Ömrünü en hayırlı şeyle geçiriyor ve bol bol sevap kazanıyor.” Diye gıpta etmek hayırlı bir özenmedir.
Hayırlı işlerde imrenmek, örnek almaya vesile olduğu müddetçe en güzelidir. Tam aynısını örnek alamıyorsa elinden geldiği kadar örnek almak da güzeldir. Hiçbir şey yapamıyorsa bile onu sevmek, onun adına sevinmek de güzeldir, kişiye hayır getirir. Başkasının ayağını kaydırmak, kötülemek, gözden düşürmeye çalışmak ise hasettir. Şeytanın kovulmasına sebep olan çok kötü bir huydur.
Hayırlarda yarışan insanlarda haset olmaz, gıpta ve örnek almak şeklinde bir yarış ruhu olur. İşte bu şekilde yarış ruhuna sahip olmak övülmüştür.
Hayırlarda yarışmak hayatın her alanında, bütün amellerde en güzelini yapmakla olur. Meselâ selâm alıp verirken bile daha iyisini yapmak hayırda yarışmak demektir:
“Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın yahut aynı ile karşılık verin.” (Nisâ, 86)
Kusurları bağışlamak, hataları örtmek, iyilikleri gizlice yapmak da hayırda yarışmaktır. En takvalı olmak, en sabırlı olmak, en metanetli olmak da azim isteyen amellerdendir. Hatta en mütevazı olmak, en samimi olmak, en zâhid olmak da Allah’ın katında kıymeti büyük olan sâlih amellerdendir. Bilhassa son nefese kadar imanını kuvvetlendirmek, kalbini muhafaza etmek, sâlih amellerini ihlasla devam ettirmek en büyük kurtuluştur.
Yarışmaların sonucu asıl son anda belli olur. Bir yarışmacı ilk dakikalarda ileri atılmış, öne geçmiş olsa ama yarışı tamamlayamasa onu kimse birinci ilan etmez, öyle değil mi?
Yarışta şevkin sönerse, kalbine vesveseler gelirse, bir imtihana uğrayınca sarsılıp yarım bırakırsan yarışı kazanamazsın. Bunun gibi kulluk yarışında da sonuna kadar halini muhafaza etmek önemli. Bunun için Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ikazına kulak verilmeli:
“Amellerin en hayırlısı az da olsa en devamlı olanıdır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 28)
Hayırda yarışanlar saman alevi gibi bir parlayıp bir sönen geçici bir heyecanla hareket etmezler, nefisleriyle devamlı bir mücahede içinde gayretlerini son ana kadar sürdürürler.
Zamana Karşı Yarış
Hayırda yarışmanın önemli bir inceliği de hayra koşarken zaman kaybetmemektir. Çünkü bazı şeyler tam zamanında yapılınca kıymet kazanır. Bir yetimi zamanında sahiplenirsen, himaye edersen, yetiştirirsen, okutursan büyüyünce hayırlı bir insan olur, sana ebedi hayatta Peygamber Efendimizin cennette komşusu olmak gibi bir derece kazandırır. Ama “şimdi para biriktireyim, sonra zengin olunca hayır yaparım,” derken nice yetimler ziyan olursa, kötü hallere düşerse geçen zaman geriye gelmez. Bu arada belki de sen daha zengin değil, tam tersine daha fakir olabilirsin. Ya da elindekini hayra harcayacak iman kuvvetini bulamayabilirsin. Belki de çoluk çocuğun büyüyünce elindeki imkanları onların lüksüne, israfına harcamaktan bir türlü hayır işlemeye fırsatın olmaz.
Zaman geçip giderken bize ne getirir ne götürür bilmiyoruz. O yüzden her şey zamanında yapılmalıdır.
Hayat bir yarıştır, zamana karşı bir yarış. Zaman en büyük rakibimizdir. O bizi âciz düşürmeden ne yaparsak kârdır. Yarışı ancak zamanında gayretini ortaya koyan kazanır.
Sahabe bunu ne de güzel anlamıştır…
Uhud Savaşı’nda bir sahabe Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e sordu:
“Savaşta ölürsem bana ne var?” Efendimiz aleyhisselatu vesselam:
“Cennet!” deyince, adam elindeki hurma salkımlarını attığı gibi ön saflara koştu. Câbir bin Abdullah, o adamın şehid oluncaya kadar çarpıştığını anlatmıştır. (Buhârî, Meğazî, 17; Müslim, İmâre, 143)
İşte onlar böyle inanmıştır. İnanınca da hemen gereğini yapmıştır. Hemen ileri atılmıştır. Tereddüt etmemiş, hesap yapmamış, vesveselere geçit vermemiştir.
“Madem ki cennet var, işte ben o cennete talibim,” deyip yürümüştür.
Ne mutlu o yiğitlere…

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ