KAPAK / İhsan Sahibi Kullardan Olmak İçin
KAPAK
İhsan Sahibi Kullardan Olmak İçin
Abdullah Sofuoğlu
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Kim Allah’a teslim olarak ihsan üzere Allah’a kulluk ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değiller.” (Bakara, 112)
Bu ayet-i kerime, Yahudi ve Hristiyanların iddialarına cevap olarak indirilmiştir. Önceki ayette: Onlar: “Cennete ancak Yahudi veya Hristiyan olan girebilecektir” dediler. Bu onların kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi ortaya koyun.”
Rabbimiz bu ayet-i kerimede işin doğrusunu haber vermektedir: Cennete nail olacak, böylece bütün korku ve üzüntülerden ebediyyen kurtulacak olanlar ancak Allah’ın indirdiği her şeye gönülden teslim olan, Allah’a muhsin olarak kulluk edenlerdir.
Ayet-i kerimeden anlaşılabileceği gibi, ahiret gününde hiç kimse dünyadayken kendine edindiği bir isimle, kuru bir mensubiyetle cennete girecek değildir. Yani Yahudi ve hıristiyanların cenneti kendilerine tahsis edilmiş bir hak gibi görmelerinin aslı yoktur. Cennet Allah-u Teâlâ’nın rahmeti ve ihsanıdır, kimi isterse onu cennetine koyar. Cenneti kendisine muhsin olarak teslim olanlara vaad etmiştir.
Bu ayetlerin siyak sibakına bakıldığında her ne kadar konu Yahudi ve Hıristiyanların iddialarına cevap gibi görünüyor olsa da burada Müslümanlara da bir ikaz ve işaret vardır. Yahudi ve Hristiyanlar ellerindeki tahrif edilmiş dine bile doğru düzgün uymazken kendilerini cennetlik saymaktadırlar. Bunun gibi bazı Müslümanlar da Allah-u Zülcelâl’in ne emrettiğini neyi yasakladığını hiç umursamadan yaşayıp gittikleri halde kuru bir mensubiyet sayesinde cennetlik olacaklarından emindirler.
İşte bu ayet Allah’ın bir insanın sadece adına, ailesine, dış görünüşüne bakarak cennetine koymayacağını, ondan bazı şeyler isteyeceğini bildirmektedir. O istenen şey de muhsin bir müslüman olmak, yani ihsan sahibi bir kul olarak Allah’ın bütün emir ve yasaklarına teslimiyet göstermektir.
Muhsin Kimdir?
Muhsin kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de çokça tekrar edilen “hüsn” kökenli kelimelerdendir. Kök manası olarak güzel ve iyi manasına gelen bu kelimeden türetilen kelimeler Allah’a güzelce kulluk etmeyi ifade eder. Cibril hadisi diye meşhur olan hadis-i şerifte “İman nedir?” “İslam nedir?” “İhsan nedir?” sorularına verilen cevaba baktığımız zaman; Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ihsanı: “İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni elbete görüyor.” (Buhârî, İman 37; Müslim, İman 57) şeklinde tarif ettiğini görüyoruz.
Bundan da anlaşılabileceği gibi kulun bilhassa ibadetler sırasında ve mümkün olduğu kadar hayatın her alanında Allah’ı görüyormuş gibi kendini sürekli Allah’ın huzurunda hissetmesine ihsan denilir.
Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz muhsinlerin bazı sıfatlarını haber vermektedir. Evvela muhsinler, Allah’ın hidayetine uyan, rahmetine talip olan kullardır. Bunun alameti de Allah’ın hidayeti olan Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılmaları, onu tasdik etmeleri ve ellerinden geldiği kadar emir ve nehiylerine uymalarıdır. Rabbimiz buyuruyor ki:
“O (Kur’an), muhsinler için bir hidayet ve rahmettir. Onlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, ahirete de kesin olarak inanırlar.” (Lokman, 3-4)
Namazı kılmak, muhsin olmanın ilk şartıdır. Namazı olmayanın İslam ile en temel bağı kopuktur. Bu kişinin Allah-u Zülcelâl ile arasında bir kulluk ahdi yoktur. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam şöyle buyuruyor:
“Allah kullar üzerine beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim o namazları hafife almadan ve kasten hiçbir vakti terk etmeden hakkı ile eda ederse, o kimseyi cennete girdireceğine Allah’ın yanında bir ahdi vardır. Kim de o beş vakit namazı kılmazsa, onun için Allah’ın yanında bir ahdi yoktur! Allah dilerse ona azab eder, dilerse onu cennete girdirir.” (Ebu Davud 1420, Nesei 460)
Namazı kasten kılmamak, tamamen terk etmek bir müslümanda asla olmaması gereken bir durumdur. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam:
“Şüphesiz ki, kişi ile şirk ve küfür arasında, namazı terk etmek vardır!” (Müslim; 82/134) buyurarak namazı terk etmenin feci sonunu haber vermiştir.
İhsan sahibi bir müslüman ise namazını terk etmek söyle dursun son vakte bırakmaktan bile çekinir. Namazın abdestinden tadil-i erkanına, cemaate devamlı olmaktan huşu ile eda etmeye kadar bütün güzelliklerini eksiksiz yapmayı kendine gaye edinir. Rabbimiz de “Mü’minler gerçekten felâh bulmuşlardır.” Müjdesini verdikten hemen sonra, bu müjdenin şartına dikkat çekerek; “Onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” (Mü’minûn, 2)
İhsan sahibi bir kul Rabbimizin şu ikazını hiç aklından çıkarmaz: “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.” Demek ki ihsan sahibi olmak, halk içinde Hak ile beraber olmaktır.
Demek ki, felaha erişen bir mümin namazını en güzel şekilde kılar. Bir mümin kul namazını ihsan üzere kıldıkça o namaz da o mümine ihsanını yapar ve onu her türlü çirkinlikten koruyup güzelliklerle süsler.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut; 45)
İhsan sahibi bir mümin muhsin olarak, güzelce yaptığı her ibadetiyle güzelleşir, kemâlâta erişir. Tuttuğu oruçlar onu takvaya eriştirir. Zaten Rabbimiz de Ramazan orucunu bunun için farz kılmıştır:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günlerde farz kılındı ki, takvâya ulaşasınız.” (Bakara; 183)
Elbette orucun da insanı takva gibi bir kurtuluş vesilesine ulaştırması yine ihsan üzere tutulmasıyla mümkündür. İhsan üzere tutulan oruç sadece mideye ve zahiri organlara değil göze, gönle, dile, kulağa ve bilhassa vicdâna tutturulan oruçtur. Açlığı hissederken her gün faydalandığımız nimetleri tefekküre, Allâh’a karşı muhtaçlığımızı idrak etmeye ve böylece Allah’ın karşısındaki gerçek durumuzu fehmetmeye yardımcı olan oruç, ihsan üzere kulluğun anahtarıdır.
Zahiri ve Manevi Olarak İhsan
İçinde bulunduğumuz Receb ayı, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin çokça oruç tuttuğu aylardandır. Evvelki peygamberlerden beri mübarek bir ay sayılan Receb ayı, hem haram aylardan biridir hem de Ramazanı müjdeleyen üç ayların ilkidir.
Bu aylarda namaz, oruç, zekât, umre gibi zâhirî ibadetlere verilen sevaplar kat kat fazladır. Gayret sahibi müslümanlar bu aylarda ibadetlerini artırarak Allah’ın sevdiği Muhsinlerden olmaya çalışırlar.
Ancak Rabbimizin emrettiği bu zahiri ibadetlerin yanı sıra bir de manevi farzlar vardır. Bunlar: müslüman kardeşlerine güzel ahlâk ile muamele etmek, Allah’ın bütün mahlukatına karşı merhamet, iyilik, malını yerli yerince kullanırken cömertlik, hükmettiğin zaman adâlet, amellerinde ihlâs, hal ve hareketlerinde edep, arzu ve isteklerinde iffet, davranışlarında hayâ gibi kalbi ve manevi farzlardır.
İhsan sahibi bir müslüman bütün muamelelerinde rıfk ve mülayemet sahibidir; kimseyi incitmez. Üstlendiği sorumluluklarda ve işlerde güvenilirdir. Emanete ihanet etmez, kul ve kamu hakkından sakınır. Her bakımdan takva sahibidir. İçki, kumar, zina gibi zahiri haramlardan da yalan, iftira, gıybet, müslüman kardeşini hor görmek, kibir, haset gibi manevi günahlardan da sakınır.
İhsan, farz olan vazifelerden fazla olarak iyilikler yapmak, yüksek ahlak ile samimi iyilikler, cömertlikler ve bağışlar yapmak anlamına da gelmektedir.
Allah-u Zülcelâl ihsan sahiplerinin bir sıfatını şöyle haber verir:
“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, ihsan sahiplerini sever.” (Al-i İmran, 134)
İhsan sahipleri ancak zengin olunca, bolluk zamanında ikram edenler değil, kendi nefsinden fedakarlık yaparak en zor zamanda da gücü yettiği ölçüde iyilik yapanlardır.
İhsan sahibi olmak, ana baba ve akrabayı gözetmek, mazluma el uzatmak, yetime kol kanat germektir. Rabbimizin yarattığı her varlığa iyilikte bulunmaktır. Dertlere derman, gönüllere şifa, yolunu kaybedenlerin hidayetine vesile olmak; kısaca insanlığın hayrına olacak her türlü güzel davranış ihsandır.
İhsan kelimesi müminin yaptığı her işi, mesleğini, vazifesini ve sorumluluklarını da en güzel şekilde yapması, hakkıyla yerine getirmesi manasına da gelir.
Allah-u Zülcelâl üstlendiği her bir işi ve vazifeyi layıkıyla yapanları sevdiğini bildirmiştir:
“Yaptığınız işi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever.” (Bakara, 195)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam da:
“Allah-u Teâlâ, bir iş yaptığınız zaman onu sağlam ve güzel yapmanızı sever.” (Beyhakî, Şüabü’l-İman, 4/334) buyurmuştur. Farklı kaynaklarda, bir hayvanı öldürmek veya kesmek gibi bir işi de en güzel surette yapmak gerektiğini bildirmiştir.
Demek ki ihsan sahibi bir kul her anında Allah’ı görüyormuş gibi davranan, her işi dürüstlük ve samimiyetle yapan insandır. Dünya böyle insanlarla dolu olsa cennetten bir köşe olmaz mıydı? İşte ihsan budur. Dünya hayatını da ahiret hayatını da güzelleştiren bir manevi haldir.
Muhsinler Cihad Eder
Dünyayı böyle bir huzur iklimine kavuşturduktan sonra bu düzeni bozacak kötülüklere izin vermemek de ihsandır. Allah’ın sevmediği her türlü fitne fesat, günah ve taşkınlıklara karşı mücadele etmek, en ufak bir meyil göstermeyip taviz vermemek de ihsan sahiplerinin özelliklerindendir. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti muhsinlere çok yakındır.” (A’raf, 56)
İhsan bazen lütufla, ikramla, iyilikle yapıldığı gibi bazen de mücadeleyle yapılır. Allah’ın razı olduğu muhsinlerin bir özelliği de hayatları boyunca Allah yolunda cihad etmeleridir.
Rabbimiz:
“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, muhsinlerle beraberdir.” (Ankebut, 69) buyurarak ihsan sahiplerini müjdeler.
Cihad her zaman ve ortamda farklı şekillerde yapılır. Cehalete karşı ilimle, irşadla, kötülüklere set çekmekle, zalimlere karşı tavizsiz durmakla devamlı bir mücadele ruhunu diri tutmak da ihsandır.
Allah-u Zülcelâl bu mübarek aylarda bütün kulluk vazifelerimizi ihsan üzere yapanlardan olmayı nasip eylesin. Âmin.