KAPAK KONUSU / Müminlere Karşı Merhametli Kafirlere Karşı İzzetli
KAPAK
Müminlere Karşı Merhametli Kafirlere Karşı İzzetli
Abdullah Sofuoğlu
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ve ashabı Mekke’den Medine’ye hicret ederek burada İslam ümmetinin temelini kurmuşlardı. Medine halkından samimi bir şekilde İslam’a koşanlar, Rasûlullah aleyhisselatu vesselam’ı ve muhacirleri muhabbetle bağırlarına basmışlardı. Ancak Medine halkı arasında münafıklar da vardı. Bunlar görünüşte müslüman olmuş ama kalben tam teslim olmamışlardı. Bunlar zayıf karakterli oldukları için Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi o devirde ticaret için ilişki halinde oldukları İslam düşmanlarıyla münasebetlerini sürdürüyorlardı. Çünkü müslümanlar ile Yahudiler arasında savaş olur da müslümanlar mağlup olursa Yahudilerle araları bozulmasın istiyorlardı.
Allah-u Zülcelâl indirdiği ayetlerde onları şöyle uyarıyordu:
“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost ve sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar birbirinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse, kesinlikle onlardan olur. Şüphesiz ki Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.
Kalplerinde hastalık bulunanların: “Ne olur ne olmaz, korkarız ki zaman aleyhimize dönüverir de başımıza bir felaket gelir” diyerek, o zâlimlerin dostluklarını kazanmak için âdeta yarış yaptıklarını görürsün. Kim bilir, belki de Allah, mü’minlere bir zafer, bir ferahlık ihsân eder veya münafıklara doğrudan kendi katından bir musibet verir de onlar, içlerinde gizledikleri nifak yüzünden: “Eyvah, biz ne yaptık!” diye pişman olurlar.” (Maide; 51-52)
Âyetlerin indiği dönemde Yahudiler bölgenin iktisâdî hayatına hâkim durumdaydı. İslâm devleti ise henüz gücünü ispat etmiş değildi. Münafıklar Allah-u Zülcelâl’in iman edenlere zaferler nasip edeceğine tam olarak inanıp tevekkül etmedikleri için iki yüzlü bir politika ile kendilerine garanti arıyorlardı. Halbuki yüce Allah vaadini yerine getirerek Peygamberine ve müminlere fetihler nasip etti. Yahudiler ise parça parça bertaraf edildi ve boyun eğdirildi.
Allah-u Zülcelâl kalbinde iman tam yerleşmemiş, kendilerine dost olarak müminleri seçip Yahudiler ve münafıklarla arasına mesafe koymamış olan bu arada kalmış şahıslara şöyle sesleniyordu:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” (Maide; 54)
Bu ayet-i kerimede “Ey iman edenler,” diye hitap edilmesi, kalbinde zayıf da olsa hala iman olan kişilerin muhatap alındığını göstermektedir. Ancak bu imanın garanti olmadığını, bu yanlış yolda giderlerse dinlerinden dönmek gibi bir tehlikeyle karşı karşıya oldukları da bildirilmektedir.
Demek ki, bir mümin için İslam’ın emrettiği kardeşlik bağını muhafaza etmek, kafirlerle ilişkilerine mesafe koymak çok mühimdir. Bu bağ korunmazsa dinden dönme tehlikesi mevcuttur.
Allah’ın Emanetine Sahip Çıkalım
Allah-u Zülcelâl’in indirdiği hak din İslam, müminlere nasip ettiği bir nimet ve muhafaza edilmesi gereken bir emanetidir. Bu emaneti yüklendiği halde hakkını veremeyenler onu elinden kaçırabilir. Allah-u Zülcelâl hiç kimsenin İslam’a hizmet etmesine muhtaç değildir. Eğer bir kimse veya toplum dininden dönerse Allah-u Zülcelâl onların yerine İslam’a hizmet şerefini başka bir topluma da nasip edebilir. Rabbimiz bu gerçekleri beyan ederek müminlere kalplerindeki duygu ve düşünceleri düzeltmeleri yolunda ikazda bulunmaktadır.
Ayeti kerimenin devamından anlaşıldığına göre Allah’ın sevdiği ve dinine hizmet için seçtiği hakiki müminlerin birinci hususiyeti, “Allah’ın onları sevmesi, onların da Allah’ı sevmesidir.”
Allah-u Zülcelâl âyet-i kerîmede, “Gerçek mü’minlerin Allah’a olan sevgileri, her şeyden daha sağlam ve daha kuvvetlidir” (Bakara 2/165) buyurarak, müminin kalbinde ağır basan en büyük sevginin Allah sevgisi olması gerektiğini bildirir.
Müminler en çok Allah’ı sevdikleri için de mümin kardeşlerine karşı alçak gönüllü ve şefkatli, kafirlere karşı ise izzetlidirler. Çünkü onlar Allah’ın sevmediği, gazap ettiği kafirlere asla sevgi duymazlar. Hiçbir menfaat arzusu veya dünyevi bir endişe onlara karşı alttan almalarına sebep olmaz.
Kâfirlere karşı tavizsizdirler, imanları sağlam ve kesindir. Kafirlere karşı izzetli bir şekilde davranarak onları hak dine davet etmeli, tebliğ vazifesini ifa etmelidir. Kâfirlerin hiçbir hile ve fitnesi sebebiyle korkuya kapılmamalı, onlara baş eğmemeli, batıl ve sapkın yollarına doğru dememelidir. Onlara sevgi ve özenti duymamalı, hayatlarına imrenmemelidir.
Kafirlere Özenti Duymayalım
Bugün dünyayı ve bilhassa İslam alemini sömürerek zenginleşmiş, teknoloji yatırımlarıyla güç elde etmiş olan ülkeler, dünyada her türlü sapkınlığın öncüsü haline gelmiştir. Bunların bilim teknik alanındaki ilerlemelerine bakıp imrenmek ve her konuda doğru yolda olduklarını zannetmek çok büyük hatadır. Halbuki Allah-u Zülcelâl dünya nimetlerini kafirlere de müminlere de verebilir. Bu onların doğru yolda olduğunu göstermez.
Bilhassa çeşitli zulümler yaparak elde edilen ve sonra yine zulme kullanılan üstünlüklere imrenmek müslümana yakışmaz. Zaten bu üstünlükler onların kibrini ve sapkınlıklarını daha da artırmaktadır. Müslümanlara karşı İslamofobi adı altında nefret ve husumetlerini kusmaya devam etmektedirler.
Müminler asla herhangi bir başarıları sebebiyle kafirlere hayranlık duymamalı, onları dost edinilecek ve örnek alınacak kişiler gibi görmemelidir. Rabbimiz bu hususta müminleri şöyle ikaz ediyor:
“Ey iman edenler! Benim ve sizlerin düşmanı olan kimseleri veli/dost edinmeyin. Onlar, size gelen hakkı inkâr ettikleri hâlde, siz onlara sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz. (Oysa onlar,) Rabbiniz olan Allah’a iman ettiğiniz için, Resûl’ü ve sizi (Mekke’den) çıkarmışlardı…” (Mümtehine, 1)
Demek ki müminler dostlarını düşmanlarını ayırt etmeye dikkat etmelidir. Düşman düşmanlığını unutmaz, öyleyse müminler de düşmanlarının düşmanlıklarını unutmamalıdır.
İmanın ilk meyvesi, sevdiğini Allah için sevmek, buğzettiğine Allah için buğzetmek ve mümin kardeşlerine karşı merhametli olmaktır. Resûlullah aleyhisselatu vesselam imanın ve cennete girmenin temel şartını şöyle bildiriyor:
“Sizler inanmadıkça cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” (Müslim I, Kitabü’l-İman)
Mümin Kardeşliği Zafer Getirir
Müminleri sevmek ne demektir, nasıl olur?
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidir/en yakınıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. Allah’ın rahmet edecekleri bunlardır işte…” (Tevbe; 1)
Demek ki müminler, mümin kardeşleri ile iyilik yolunda yardımlaşmalı, hayırlara vesile olmalıdır. Allah’a en güzel kulluk yapma yolunda cemaatleşip birbirine salih amelleri hatırlatmalı, örnek olmalıdır. Birbirlerini sırf Allah için seven kişileri Allah-ü Teala’nın da seveceğini Rabbimiz kudsi hadiste şöyle belirtiyor:
“Allah Teâlâ, “Sırf benim için birbirini seven, benim rızâm için toplanan, benim rızâm uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızâm için sadaka verip iyilik edenler, Benim sevgimi hakederler” buyurmuştur.” (Muvatta’, Şa’r 16)
Bunun yanında mümin kardeşinin derdiyle dertlenmeli, sıkıntılarını gidermelidir. Kendisi de ihtiyaç sahibi olsa bile bir mümine verilen yardımı, ihsanı kıskanmamalıdır. Rabbimiz muhacirlere yapılan yardımlara sevinen ve onları haset etmeyen ensarın faziletini şu ayetlerle methetmiştir:
“Kendilerinden önce (Medine) yurdunu hazırlayan ve iman ehli olan (Ensar), onlara hicret edenleri severler ve (Muhacirlere) verilenlerden dolayı içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Şiddetle ihtiyaç duymalarına rağmen (kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr; 9)
Her bir mümin sahip olduğu zeka, kabiliyet, ilim, makam, mevki, mal ve serveti müslüman kardeşlerinin yararına kullanmalı, asla onlara karşı kibirlenmemeli, tepeden bakmamalıdır. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam:
“Müslüman kardeşini hor görmesi kişiye kötülük olarak yeter.” (Müslim, Birr 32)
Müslümanlar, din kardeşleri hakkında çıkarılan söylentilere, iftiralara kulak vermemelidir. Bilhassa zamanımızda sosyal medya vasıtaları ile yayılan dedikodulara karşı çok dikkatli olunmalıdır. Aslı olup olmadığı bilinmeden bu gibi dedikoduları aktarmamalıdır. Çünkü bugün sosyal medya araçları tam bir provakasyon aracı haline gelmiştir. Müslüman daima İslâm düşmanlarına karşı şuurlu olmalı, onların fitnelerine karşı uyanık olmalıdır.
Müminler ırk, soy sop, maddi güç, kalkınmışlık ve benzeri dünyevi sebeplerle mümin kardeşini hor görmez. Hatta bazı fikir ayrılıklarını ve ufak tefek kusurları da büyük bir husumet haline getirmez. Hakkı söyler, Hakk’a davet eder, hak yolda güzel örnek olur, ama tekfir etmez, dışlamaz. Allah-u Zülcelâl biz müminlere şu uyarıyı yapmaktadır:
“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız. Sabredin, kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal; 46)
Müminlerin arasında bir anlaşmazlık olduğu zaman adaletle hükmederek ve affı, merhameti tavsiye ederek aralarını düzeltmek gerekir. Rabbimiz müminlerin arasını düzeltmeyi takva esasları arasında zikretmiştir:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurât; 10)
Mükemmel bir İslam ümmeti ancak hakiki İslam kardeşliği sayesinde meydana gelir. Eğer bu kardeşlik ruhunu inşa edebilirsek bugün kâfirlerin tahakkümü altında inleyen, zulüm gören Müslüman toplumlar kurtuluşa erecektir.
Hiç şüphesiz birbirlerini sırf Allah rızası için seven kişilerden oluşan toplumlarda huzur ve mutluluk meydana gelir. Sahabenin Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme karşı bağlılığı ve kendi aralarındaki kardeşliği bizlere örnek olmalıdır. Rabbimiz ashab-ı kiramın üstünlüklerini methederken: “Peygamber’in beraberinde bulunan mü’minler kâfirlere karşı çok sert ve tavizsiz, kendi aralarında gayet merhametlidirler,” (Feth; 29) buyurmaktadır.
Onlar Allah’ın emrine uyup kendi aralarındaki bütün düşmanlıkları bir tarafa koydular, kardeş oldular. Allah-u Zülcelâl de onlara zaferler nasip eyledi, dünya ve ahirette izzet ve şeref bahşetti.
Müminler her çağda ve coğrafyada bilmelidir ki gerçek izzet ve şeref Allah’a mahsustur ve Allah-u Zülcelâl izzeti ancak kendi yolunda birlik olanlara nasip eder. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Kim izzet ve şeref istiyorsa (bilsin ki) izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır (ve O’nun yolunda aranmalıdır.)” (Fatır; 10)
Öyleyse Rabbimizin bize öğrettiği gibi dua edelim:
“Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.” (Haşr 59/10)