KAPAK KONUSU / Size Verilen Nimetlerden Sorulacaksınız
KAPAK
Size Verilen Nimetlerden Sorulacaksınız
Abdullah Sofuoğlu
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ve ashabının Medine’ye hicret etmeleriyle birlikte şehrin nüfusu kalabalıklaşmıştı. O sırada kıtlık da başlamıştı. Resûlullah aleyhisselatu vesselam pek âdeti olmadığı ve kimseye rastlamayacağı bir saatte evinden dışarı çıkmıştı. Bu sırada Hz. Ebû Bekir ve ardından Hz. Ömer radıyallahu anhuma çıkageldi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem onlara:
“Sizi buraya getiren sebep nedir?” diye sorunca günlerdir aç olduklarını öğrendi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhisselatu vesselam, “Ben de açım.” dedi. Sonra üçü birden Ensar’dan Ebu’l-Heysem radıyallahu anhın evine doğru yürümeye başladılar.
Ebu’l-Heysem radıyallahu anh ailesi için su getirmeye gitmişti ve az sonra elinde bir su kırbasıyla çıkageldi. Resûlullah ile iki arkadaşının evine geldiğini görünce kırbasını yere koydu ve “Anam babam sana feda olsun.” diyerek Allah Resûlü aleyhisselatu vesselama sarıldı. Ardından misafirlerini bahçesine götürdü, önce onlara bir hurma salkımı getirdi. Salkımın üzerinde yaş ve kuru hurmalar vardı. Ardından da yemek hazırlatıp ikram etti.
Ebu’l-Heysem radıyallahu anh’ın ikram ettiği hurmaları ve yemeği yiyip tatlı suyu içtikten sonra Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer radıyallahu anhumaya şu hatırlatmada bulundu:
“Bu yediklerimizden de hesaba çekileceğiz.” (Müslim, Eşribe, 140)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem dinleri uğruna evlerini, işlerini, yaşadıkları şehirlerini bırakıp hicret eden ve bu dinlerine hizmet yolunda, korku, açlık, gurbet, çeşitli kayıplar ve sıkıntılar çeken ashab-ı kirama dahi yedikleri biraz yemeğin hesabı olduğunu hatırlatıyordu.
Nimet, “bolluk ve iyi hal içinde olmak” fiilinin mastarıdır ve “maddî ve mânevî olarak insana refah ve mutluluk sağlayan her türlü imkân” için kullanılabilir. İnsana verilen hayat, sıhhat, güç kuvvet, âfiyetten tutun da yenilen içilen faydalanılan her türlü rızıklar, faydalanılan imkanlar birer nimettir. Yer yüzünde yaşayan herkes sayılamayacak kadar çok nimetten faydalanmaktadır.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de insanların ahiret gününde faydalandıkları nimetlerden hesaba çekileceğini bildiriyor:
“Sonra, o gün, size verilen nimetten mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 8)
Herkesin faydalandığı bütün nimetlerden hesaba çekilecek olması çok dehşetli bir ikazdır. Peki bunun üzerinde ne kadar düşünüyoruz?
Modern Nankörlük!
Modern zamanların hastalığı, insanlardaki yaygın nankörlük ve ben merkezciliktir. Zamanımızda herkes kendisini elindeki nimetlerden çok daha fazlasına layık ve hak sahibi olarak görmektedir. Sanki elindeki nimetlerin hesabını verebilmiş de daha fazlasını istemeye hakkı varmış gibi bir ruh hali içindedir.
Halbuki insan hiçbir şeyi hak etmiş, bedelini ödemiş, hesabını vermiş değildir. İnsan olmak, müslüman olmak, Allah’ın Habibi’ne ümmet olmak, sulh ve selamet içindeki bir ülkede doğmuş olmak, annesi babası belli, onlardan merhamet görmüş, iyi terbiye almış olmak, Allah’ın dinini öğrenecek, sevdiği kullarından feyz alacak imkanlara sahip olmak… Dünyevi olarak da birçok imkandan kolayca faydalanıyor olmak… Bunların hangi biri için bedel ödedik?
Bunlar için peşin bir bedel ödemedik, ödeyemezdik zaten. Halık-ı Zülcelâl hazretleri bizi de hiç yoktan yarattı, muhtaç olduğumuz bütün imkan ve nimetleri de yaratıp bize ikram eyledi. Ama bununla bitmiyor. Bunların hesabı var. Rabbimiz;
“Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve tekrar huzurumuza döndürülüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn, 115) buyurmaktadır.
O halde üzerimizdeki nimetler hakkında ve hesabını nasıl vereceğimiz hususunda düşünüyor muyuz?
Nankörlüğün Sebebi,
Başkalarıyla Mukayese
İnsanoğlu kendisine verilen nimetlerin üzerinde düşünmek yerine ne yazık ki çoğu zaman başkalarına daha fazla verilen, kendisine daha az nasip olan nimetlere gözünü dikiyor. Böylece kendisini mahrum görüp, elindekilerin şükründen gafil kalıyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hataya düşmemek için şöyle bir yol tavsiye ediyor:
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd 9)
Evet her nimet sahibi isterse kendisinden daha fazla nimete kavuşmuş bir kişiyle mukayese yapıp kendisininkini az görebilir. Bu bizi kendi elimizdeki nimetlerin şükründen gafil bırakmamalıdır.
Bir gün Rasûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimizʼe bir genç geldi.
“Yâ Rasûlâllah! Benim dünyada hiçbir şeyim yok. Herhâlde ben bu; “Sonra o gün, verdiğimiz nîmetlerden elbette sorulacaksınız.” âyet-i kerîmesinin muhâtabı değilim.” Dedi. Efendimiz aleyhisselatu vesselam ona:
“Delikanlı gölgelendiğin bir ağaç var mı? İçtiğin tatlı su var mı? Ayağına giydiğin ayakkabı var mı?” diye sordu.
“Evet,” cevabını alınca,
“Sen de bunlardan sorulacaksın.” Buyurdu. (Süyûtî, VIII, 619)
Demek ki “Çok fakirim, hiçbir şeyim yok,” diyen bir kişinin dahi faydalandığı nimetler var. İnceden inceye hesap sorulacak olursa en az nimete nail olmuş bir kişinin bile üzerindeki nimetlerin hakkını ödemesi mümkün değildir. Bilhassa zamanımızda nimetler çoğaldı ama şükür ve hesap verme şuuru tam tersine azaldı.
Eski zamanlarda kralların bile sahip olmadığı imkanları bugün orta halli insanların büyük bir çoğunluğu kullanıyor. Bir çeşmeyi açıyorsunuz ister sıcak ister soğuk su akıyor. Bir düğmeye basıyor ısınıyorsunuz, bir düğmeye basıyor serinliyorsunuz. Mutfaklar yiyecekle dolu. Elinizdeki küçük bir cihazla dünyanın her yeriyle konuşuyorsunuz, aradığınız bilgileri buluyorsunuz. İstediğiniz başka bir şey varsa sipariş ediyorsunuz… tek mesele bu masrafları karşılamak için para kazanmak. Zaten bu da hayatın tek gayesi haline gelmiş. Ama bu imkanlar için ömrümüzü harcarken bu imkanlarla ne yapıyoruz? Bunların hesabı sorulunca ne cevap vereceğiz?
Nefis nankörlüğe meyyal olarak yaratılmıştır. O yüzden nefsin bu huyunu tezkiye etmek için her zaman nimetler üzerinde tefekkür etmek gerekmektedir.
Nimetler üzerindeki tefekkürün ilk basamağı, bunların hepsini Allah’ın verdiğini unutmamaktır. Neticede her nimeti Allah-u Zülcelâl lütfundan vermiştir.
Ne yazık ki nefis bu şekilde düşünmeyip, “Ben çalıştım, başardım. Zekâm sayesinde elde ettim.” gibi düşüncelere kapılabilmektedir. Halbuki çalıştıysa, çalışmak için gerekli gücü, sağlığı, boş vakti, çalışacak işi yoktan var edip ona nasip eden Allah-u Zülcelâl’dir. Zeki ise zekayı ve zekayı geliştiren eğitim ve çalışma fırsatlarını ona nasip eden yine Allah-u Zülcelâl’dir.
Esasen insan düşünse hiçbir şey kendisine ait değildir, Allah’ın emanet olarak verdiği bir nimettir. O nimeti kendi nefsine ait olarak görür, kibirlenir. Bilhassa zamanımızda genç yaşta insanlar diploma ile, maaş ile, kariyer ile kendisini üstün görmekte ve bunların kendi hakkı olduğunu düşünmektedir. Elbette bunlar için o da gayret sarfetmiştir ama bu konuda zeka ve kabiliyeti, uygun aile ortamını, tahsil fırsatını ve benzeri imkanları ona veren Allah-u Zülcelâl’dir. Yaşı ilerleyince görecektir ki, zekası da, sıhhati de, gücü kuvveti de geçici bir dönem için emanet olarak verilmiştir. İşte o zaman hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını anlar.
İnsan üzerindeki nimetleri Allah’tan bilir, şükreder ve Allah’ın rızasına uygun olacak şekilde kullanırsa o zaman bu emanet olarak verilen imkanların hesabını vermesi daha kolay olur. Eğer kendi malıymış gibi düşünürse, kibirlenirse, Allah’ın ondan ne istediğini hiç düşünmezse o zaman Allah’ın inceden inceye hesaba çektiği o günde hali nasıl olacak?
Amel Defterleri Açılınca…
Mahşer günü öyle bir gündür ki, insana verilmiş bütün imkanlar ve onlarla ne yaptığı tek tek ortaya çıkacaktır. Ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle haber veriyor:
“Artık kitap (amel defteri) ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, “Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.” (Kehf; 49)
Amel defterleri açılınca, mizan terazisi kurulunca, Allah-u Zülcelâl kişiyi inceden inceye hesaba çekince artık kurtuluş yoktur. Çünkü hiçbir insan üzerindeki bütün nimetlerin hesabını veremez.
Rabbimiz buyuruyor ki:
“Allah’ın nimetini (teker teker) saymaya kalkışsanız, (özet halinde bile) sayamazsınız. Muhakkak ki Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Nahl, 18)
İnsan alıp verdiği bir nefesin bile hesabını hakkıyla veremez. Ancak Allah’ın rızasını kazanmışsa Allah-u Zülcelâl kolay bir hesap görür. İşte kurtulacak olanlar ancak onlardır. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür. Ve ailesine sevinç içinde döner.” (İnşikak 7-9)
Bu sebeple Allah’ın verdiği nimetleri daima O’nun rızasına uygun bir hayat içinde değerlendirmelidir. Allah-u Zülcelâl verdiği nimetlerden yararlanmamızı yasaklamıyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem nimetlerden nasıl yararlanacağımıza dair ölçüyü şöyle beyan ediyor:
“Kibre düşmeden ve israfa kaçmadan (dilediğinizce) yiyin, sadaka verin ve giyinin!” (Nesâî, es-Sünen, Zekât, 66)
Kibir, yani kendini büyük görmek ve nimetleri üstünlük taslamak için kullanmak Allah’ın razı olmadığı hallerin başında geliyor. Müslüman güzelce giyinebilir, arabası, eşyası, kaliteli olabilir. Ama bundan dolayı kalbine üstünlük hissi geliyorsa kendini biraz daha mütevazı tercihlere yönlendirmesi daha uygun olur.
İsrafa karşı da çok hassas olmalıdır. Nasıl olsa rızkım geniş, imkanlarım var diye sorumsuzca harcamamalıdır.
Unutulmamalı ki bir kul, her kuruşunu helalden kazansa, helal dairesi içinde harcasa dahi yine de hesabı sorulacaktır. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:
“Ben en çok fakirleri Cennete girerken gördüm. Zenginler (helalden kazanmış olsa bile) bir hesap içindeydi.” buyuruyor. (Buhârî, Rikak, 51; Müslim, Zühd, 93)
Hesap günü yüzümüzün ak çıkması için tek çaremiz, hayatımızı yaşarken, tercihlerimizi yaparken o günü hiç unutmamaktır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, büyük hesap günü için kendinizi hazırlayın!” (Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâme, 25.) buyurarak o günün hesabından gafil kalmamamızı hatırlatmaktadır.
En güzeli nefse sadece ihtiyacı kadarını verip, nimetleri asıl Allah’ın dinine hizmet yolunda, Allah’ın razı olacağı hayırlı işlerde kullanmaktır. Kul nimetlere asıl en çok bu şekilde şükretmiş olur. Mahşer gününün pişmanlığından kurtulmak için en güzel çare de budur.