KAPAK / Zevkleri Bıçak Gibi Kesen Ölümü Çok Hatırlayın
KAPAK
Zevkleri Bıçak Gibi Kesen Ölümü Çok Hatırlayın
Abdullah Sofuoğlu
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir gün etrafında ashabı bulunduğu bir sırada yere bir çubuk dikti. Sonra bunun biraz ötesine ikinci bir çubuk, biraz daha ilerisine üçüncü bir çubuk dikti. Sonra da ashâbına dönerek:
“–Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?” diye sordular.
Onlar her zaman yaptıkları üzere:
“–Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!” diye mukâbelede bulundular.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın eğitim metodubu şekildeydi. Ashabına bazen misaller vererek bazen sorular sorup dikkatlerini çekerek bir konuyu açıklardı. Böylece iyi anlamalarını ve akıllarında kalmasını sağlardı. Yine öyle yapmış ve anlatmak istediği hususu bir soruyla ve misalle anlatıyordu. Misalini şöyle açıkladı:
“–Bu birinci çubuk insan, ikincisi onun eceli, üçüncüsü de istek ve arzularıdır. İnsan, kuruntular peşinde koşup dururken ecel önünü keser ve onu alıp götürür.” (Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, III, 18)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bize sadece ahirette karşılaşacağımız hesabı haber vermekle kalmıyor, ona hazırlıklı olmamız için türlü türlü ikaz ve hatırlatmalarda bulunuyordu. Çünkü insan yaratılışı icabı peşin olan dünyaya dalıyor, ölümü düşünmüyor. Ölüm hep başkalarının başına gelecek bir şeymiş, kendisi bundan muafmış gibi istek ve hayallerinin peşinde ömür tüketiyor. Bu sırada ömür vadesi dolunca hiç beklemediği bir anda ölüm karşısına dikiliveriyor. İşte bu çoğumuzun düştüğü hata ve bizi çok büyük pişmanlığa götürüyor.
Rabbimiz bu hataya düşmeyelim diye birçok ayet-i kerimede hatırlatıyor:
“De ki: “Kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı tek tek haber verecektir.” (Cuma; 8)
Modern Zamanda Unutulan Ölüm
Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellemin zamanında insanlar genellikle daha zor bir hayat yaşıyordu. Sağlığı yerinde, ailesi geniş, akrabaları güçlü kuvvetli olup malı mülkü de olan bir insan için bile hayat zordu, meşakkatliydi. İnsanların hayatını kazanması, işlerini yürütmesi zordu. Mesela develerle çölleri aşmak, iki büklüm tarlada çalışmak, kendi elleriyle çamur hazırlayıp bina inşa etmek gibi işlerin hepsi insan gücünü zorlayan, riskli ve sıkıntılı işlerdi.
Günlük hayatında temel ihtiyaçlarını karşılaması bile hayli zahmetliydi. Bugün sıradan insanların bile yararlanabildiği nice kolaylıklar ve imkanlar yoktu. Hele zevk için yapılan ve tüketilen şeylerin birçoğu yoktu. İnsanlar bugünkü kadar zevk amaçlı bir hayat yaşamıyordu. Ama Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam daima hayatın zevklerine dalıp gitmemeleri için uyarıyor;
“Bütün zevkleri bıçak gibi kesen ölümü çokça hatırlayın!” (Tirmizî, Zühd, 4) buyurarak ikaz ediyordu.
Bugün müminler olarak Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın bu ikazına çok daha fazla muhtacız. Çünkü bugün insanlar ölümü hiç hatırlamak istemiyor, daima uzun, sağlıklı, rahat ve zevkli bir hayatı hedefliyor.
Ömrün bir kısmı, dünya hayatını kazanmak için eğitimle geçiyor, bir kısmı çalışmakla tüketiliyor. Ahirete hazırlanmak sürekli erteleniyor. Adeta emeklilik zamanlarının oyalanması yerine konuluyor. Halbuki ibadete alışmamış, bunun için ilim okumamış insanın bu yaştan sonra pek de bir şey öğrenmesi, yapması mümkün olmuyor. Hem herkesin o yaşlarını göreceği garanti değil, hem de insanoğlu dünyaya dönük bir hayat yaşayınca emekliliğini de dünyevileşme ile geçiriyor.
Birçok kişi “Bir yazlık alayım, keyif süreyim. Köyüme döneyim. Çok çalıştım yoruldum, biraz dinleneyim,” diye hayaller kuruyor. Bazen hayaller kurup dururken hastalıklar başlıyor ve bu sefer de “Tedavi olayım, iyileşeyim de hayatın tadını çıkarayım,” derdine düşüyor. Kısacası hayatın her safhası sanki ölüm ve ölümden sonra başlayacak ebedi hayat diye bir gerçek yokmuş gibi yaşanıp tüketiliyor.
Birçok kişinin durumu bundan da vahim. Kimileri hırsla dünyaya saldırıyor, işimi büyütüp zengin olacağım derken borç batağına giriyor. Kimileri kırkından sonra azıyor. Ailesini çoluk çocuğunu yüz üstü bırakıyor.
“Acaba ömrümden kaç sene kaldı? Ahiret için hazırlanmaya vaktim kaldı mı?” Diye düşünmüyor da hep dünyanın kazançlarından ve zevklerinden daha büyük bir pay koparmanın hırsıyla o zamana kadar yapıp ettiği şeyleri de yıkıyor, mahvediyor. Bu şekilde aşırıya kaçan bir uzun yaşama hırsı, aslında insanın dünya hayatını da rezil ve perişan ediyor.
Ölüme Hazır mıyız?
Süfyân-ı Sevrî Hazretlerinin şu hikmetli sözleri insanoğlunun durumunu çok güzel özetyliyor:
“Eğer bir yere toplanmış bir kalabalığa tellâl: ‘Bugün akşama kadar yaşayacağım, diyebilen varsa ayağa kalksın!’ diye ilân etse, bir tek kişi bile ayağa kalkamaz. Şaşılacak şeydir ki, bu hakîkate rağmen bütün halka: ‘Her kim ölüme hazırlık yapmış ise ayağa kalksın!’ diye ilân edilse, yine bir tek kişi bile yerinden kalkamaz!..”
Evet insanoğlunun yaratılışı böyle, ölümü unutmak, hayata sarılmak nefsimizin en temel duygularından biri. Bu duygu yaşlandıkça azalmıyor üstelik. Tam tersine kökleşiyor, kuvvetleniyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ikaz ediyor:
“Ademoğlu ihtiyarlarken onda iki şey gençleşir (kuvvetlenir): Mal tutkusu ve tûl-i emel (Uzun yaşama arzusu ve uzun vadeli hayaller kurmak:) (Müslim, Zekât, 115)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hadis-i şerifinde iki hususta ikazda bulunuyor: birincisi; “hiç kimse yaşı ilerleyince kendiliğinden dünyadan hevesini alacak da artık tabii olarak ahirete yönelecek zannetmesin.” Yani dünyanın faniliğini, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu hatırda tutup, ona göre hayatına bir nizam vermenin hususi bir gayret istediğini hatırlatıyor. Demek ki insan kendiliğinden ahireti hatırlamayı beklememeli, ona ahireti hatırlatan Allah dostlarının sohbetleriyle kalbini daima ihya etmeli. Yoksa bu kalp, dünyaya dalıp kendi hakikatini unutuyor.
Hadis-i şerifin işaret ettiği hususlardan ikincisi de mal hırsı ve uzun yaşama hırsının ister mümin olsun ister kafir olsun, bütün insanlarda mevcut olduğunu ve gittikçe kuvvetlendiğini bildiriyor.
Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman dünya hayatını esas almak, bununla yetinmek, dünya kazanç ve zevklerine dalıp gitmek hep kafirlerin sıfatı olarak bildirilir. Çünkü onlarda bu sıfatlar o kadar yerleşmiştir ki onlar ahireti tamamen inkar etmişlerdir. Müminlere de onların haline benzememeleri, onların büyük pişmanlık çekeceklerini unutmamaları için ikazda bulunulur:
“Elif, Lâm, Râ. Bunlar Kur’an’ın apaçık ayetleridir. Zaman olacak, inkâr edenler, ‘keşke biz de müslüman olsaydık’ diye hayıflanacaklar. Bırak onları; yesinler, yararlansınlar! Emelleri onları oyalayadursun. Elbet yakında bilecekler.” (Hicr 1-3)
Rabbimiz, gazap ettiği, beğenmediği, razı olmadığı mezmum sıfatları her ne kadar kafirler, münafıklar, müşrikler üzerinden örnekler vererek anlatsa da bunlardan müminlerin de sakınması lazımdır. Çünkü nefsini iyice tezkiye edip, kalbine marifetullah ve muhabbetullahı yerleştirinceye kadar müminler de nefsin bu huylarıyla imtihan halindedir.
Bilhassa modern zamanlar da nefsin bu temayüllerini tahrik eden vasıtalar da bir hayli artmıştır. Günümüzde medya araçlarında hakim olan dil, daima ölümü unutturup, dünya hayatını hoşça geçirmeyi teşvik eder. Bunun yanında uzun yaşamak, sağlıklı olmak, genç görünmek ve hissetmek teşvik edilir.
Elbette Allah-u Zülcelâl bir kişiye uzun ömür takdir etmişse, o da bu ömrü güzelce değerlendirmişse bu güzel bir şeydir. Uzun bir ömrü olan kişinin bu ömrünü sağlıklı olarak, kimseye yük olmadan aksine iyilik ve hizmetlerle değerlendirmeyi arzu etmesinde bir sakınca yoktur. Ama ömrümüzün ne kadar olduğunu da bilmediğimize göre her an ölümün kapımızı çalabileceğini unutmamak icap eder.
Yaşlanmak Ayıp mı?
Modern zamanlarda yaşlanmak ayıp gibidir. Herkes yaşlandığını gizlemeye çalışır. Ağaran saçlar boyanır, sakallar bıyıklar kazınır. Genç gösteren kıyafetler giyilir. Herkes spor yaparak, kilo vererek dinç görünmeye çalışır. Bütün eczanelerde, kozmetik mağazalarında “yaşlanma karşıtı” ürünler satılır. Yaşlanmak artık hürmet görme vesilesi değildir, hayatın dışına itilme sebebidir.
Modern çevrelerde cenaze törenleri baştan savma bir şekilde geçiştirilir. Birçok zaman ölümden, “Zamansız gelen ölüm,” diye bahsedilir. Sanki ölümün zamanı varmış gibi… Yahut ölüm bir tıp meselesiymiş, yakında o da çözülecekmiş gibi bahsedilir. Birçok kişi, “Yakında yüz yirmi yaşına kadar yaşayacağız,” hayalleriyle avunurken kendini yoğun bakım ünitesinde bulur. Çığlık bile atamadan fişini çekerler.
Halbuki ömrü seksen veya doksan yıl olsaydı da onunla yapacağı hayırlı bir amel olmadıktan sonra ne fark edecekti?
Ömrün uzaması çoğu kişi için imtihanın ağırlaşmasından başka bir şey değildir. Günümüzde nüfus yaşlanması olan ülkelerde bunamış, bakıma muhtaç yaşlılar adeta büyük bir sorun haline gelmeye başlamıştır. Kanada gibi bazı ülkeler, hasta ve yaşlıların ötenazi istemesini yasal kabul ediyorlar. Hatta doktorlar ve hasta yakınları ötenazi istemeleri için hastaları teşvik ediyorlar.
Uzun yaşamak, kısa yaşamak insanın elinde olan bir şey değil. Aslında her ikisi de bir çeşit imtihandır. Beklemediği kadar erken bir zamanda ölmek de uzun yaşayıp ihtiyarlığın sıkıntılarına şikâyet etmeden ve kimseyi bıktırmadan sabretmek de birer imtihandır. Bizim için hangisinin seçildiğini bilmiyoruz ama hepsine hazır olmalıyız.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Hayal kurup üstünlük taslayan ve yüce Allâh’ı unutan kul ne bedbahttır! Zorbalık edip haklara tecavüz eden ve yüce kudret ve kuvvet sahibini unutan ne bedbahttır! Gaflete dalarak gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azıp taşkınlık gösteren, doğum, ölüm ve ölümden sonrayı unutan kul ne bedbahttır!” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 17)
Allah-u Zülcelâl bizleri, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanan, dünya işlerini de hep ahiret hesabını düşünerek idare eden kullarından eylesin.
Ömrümüz ne kadar olursa olsun Allah-u Zülcelâl en güzel şekilde kulluk yapmayı, rızasını kazanmayı, affedilenlerden olmayı nasip eylesin. Amin.