Körüm-Göz
İçi rengârenk şekerlerle dolu çanak uzatılınca önce utandı. Sonra aldığı şekerleri cebine hızlıca koydu. Başı önünde, yanakları al al; cılız bir ses duyuldu: “Teşekkür ederim” diyordu. Merdivenlerden çıkan diğer çocukların arasında, en zayıfları ve en bakımsızlarının sesiydi bu. 10 yaşlarında bir kız çocuğuydu.
Her bayram olduğu gibi bu bayramda tüm mahalleyi tavaf ediyorlardı. Önce bir zil sesi duyuluyor; sonra hep bir ağızdan cıvıl cıvıl “İyi bayramlar!” diyen çocuk sesleri yükseliyordu. Düzensiz ve karma bir koroydu sanki.
Öğleden sonraya kadar, yılmadan tüm zilleri çalmaya devam ettiler. Şeker toplama bahanesiyle tüm evlerle bayramlaştıklarının farkında bile değildiler. Kimi ev; şeker ikram etmiş, kimi ev; çikolata vermişti onlara… Bazısı da “iyi bayramlar” dileyip boş göndermişti. Öğleden sonraya; herkes toplayacaklarını toplamış; kimi evine dönmüş, kimiyse küme küme oyunlarına dalmıştı.
Tek bir tanesi oyun oynamıyordu. Köşe başında dikilmiş; önünde de büyükçe mavi bir mendil duruyordu. Eski bayramlarda büyükannelerin dağıttıklarına benziyordu mendil. Üzerine, gün boyunca ne topladıysa yığmıştı. O cılız sesiyle şekerlerini satmaya çalışıyordu. Belki de harçlık veren olmamıştı.
Gülümseyerek orta yaşlarda bir adam yanaştı yanına. Bayramlıklarını giymiş çocuklar gibi gözüküyordu. Gayet bakımlı ve zengin bir görüntüsü vardı. Yumuşak çehresini ağırlaştıran bıyıkları ve yer yer ak düşmüş saçlarıyla önce kızın saçlarını okşadı ve adını sordu. Adının Leyla olduğunu öğrendiği çocuğun; tüm şekerlerini alıp yüklüce bir harçlık verdikten sonra, ona arkadaşlarının yanına gidip oyun oynamasını söyledi. Aldığı şekerleri de az ötede birdirbir oynayan çocuklara tek tek dağıttı.
Büyük bir huzur kaplamıştı içini… Ramazanın güzelliğinden sonra, içini en çok ferahlatan bu küçük kıza yaptığı yardım olmuştu. Adımlarına neşesini katıp; inceden bir ıslık tutturdu…
O her bayram sabahı yaptığı gibi; ailesiyle kahvaltısını yapmış sonra bayramlaşmışlardı. Ve dükkânına doğru yola çıkmıştı. Bayramlarda dahi dükkânını kapatmazdı. Sabahtan işçiler dükkânı açarlar, öğleden sonra da o başlarında olurdu. Akşam olunca da en son trende uygun giyinen çocuklarıyla şehir turu atarlardı. Ama bugün gördüğü o kız çocuğu; işte o çok farklıydı. Islığı bir anda kesildi. Morali hafif hafif bozulmaya yüz tuttu.
Leyla’nın oldukça bakımsız ve fakir bir görüntüsü vardı. Demek ki bayram her çocuğa bayramlık hediye etmiyordu. Zaten kıyafetleri de başka birininmiş gibiydi. İçinde kaybolmuştu. Üstelik renkleri de uçup gitmişti. Çocuktaki tek renk, masum yeşil gözleriydi. O da bakımsız saçlarının arasında zorlukla seçiliyordu.
Dükkâna girdiğinde şaşırdı. Leyla içerideydi. Elinden sımsıkı tuttuğu küçük bir çocukla dikilmekteydi. Diğer çocuğa kaydı gözleri. Küçük çocukta Leyla gibi bakımsız ve sefil gözüküyordu. İkisinin de çorapsız ayaklarında renkleri kaçmış lastik terlikler vardı. Yanlarına yanaştı. Mağazanın şekerliğinden avuçladığı şekerleri onların küçücük avuçlarına verdi.
– Söyle bakalım Leyla Hanım, bu sefer ne satıyorsun? Dedi. Leyla hem ürkmüş hem de utanmıştı. Duyulamayacak kadar ince bir sesle:
– Şey ben… Ben… Tuçe’ye kıyafet almaya gelmiştim, dedi. Avuçlarında sımsıkı tuttuğu parayı uzattı. Parayı Leyla’dan alırken, titreyen ellerine hâkim olamıyordu. Neşesi bir anda kaçmıştı. Sinirleri bozulmuştu.
– Tuçe’yi güzelce giydirin, dedi görevli bayana.
Tek kelime dahi edemiyordu. Tuçe, cıvıl cıvıl kahkahalarla Leyla’nın elini sımsıkı tutarak dükkândan çıktığında, olduğu yerde, avucundaki paralarla kala kalmıştı. Kendi çocuklarına aldıklarıyla onları mukayese bile etmek istemiyordu vicdanı. Tarifsiz bir huzursuzluk oturmuştu yüreğine; kasiyerine dönüp:
– Leyla’yı tanıyor musun? Diye sordu.
Kasiyer kız da bu mahalledendi. Hemen hemen herkesle tanışıklığı vardı. Evlenmemiş kırk yaşlarında ince zarif bir hanımdı. Oldukça da konuşkandı.
– Leyla’da bu mahallede oturuyor Harun Bey.
– Peki, niçin ailesiyle gelmemiş?
– Anlatılanlara göre; annesi onun doğumunda ölmüş. Bir evin tek çocuğuymuş. Rıza abi tek başına büyütmüş Leyla’yı. O da akşama kadar çalışıyor çocuklara bakabilmek için. Yani; başında ebeveyn olarak durabilecek kimse yok şu an!
– Peki, yanındaki Tuçe kimdi?
– Leyla’nın kuzeni. Tuçe’nin bir de ağabeyi var. Halası ve eniştesi üç sene öncesi bir trafik kazasında ölmüşler. Leyla’nın babası Rıza abi de çocuklar ortada kalmasın diye yanına almış. O zamanlar devlet dairesinde memurmuş. Çocuklara bakabilecek gücü varmış. Ama iki sene kadar öncesi ciddi bir rahatsızlık geçirince malulen emekli olmuş. Şimdi kapıcılık yapıyor işte… İki çocuk da okuyorlar. Ama Leyla hem babasına yardımcı oluyor hem mahalleden kim ne iş isterse onlara yardım edip eve katkıda bulunuyor.
– Zor bir hayatları var. Sabah da topladığı şekerleri satarken karşılaşmıştım Leyla’yla. Bayram, aslında çocuklar için diye düşünürdüm ama bu bayram ilk defa farklı bir pencere açıldı sanırım bana. Annesi başında olan çocuğun bayramı bayram oluyor galiba. Aslında bir şeyler yapabilirim! En azından okuması için burs verebiliriz yavrucağa… Babası şu an nerde çalışıyor demiştin?
– Ben biliyorsunuz diye düşünmüştüm Harun Bey. Leyla’nın babası sizin kapıcınız Rıza Abi…