Kurban ve Teslimiyet
Abdullatif Acar
Teslim olmayı, itaat etmeyi, boyun eğmeyi kabul eden Müslüman, Allah’ın emirlerini yerine getirerek bunu ispat etmiş olur. Zira her ibadet teslimiyetin bir göstergesidir.
Allah-u Zülcelâl’e kayıtsız ve şartsız bir teslimiyet, insanın Allah’a yaklaşmasına, onun rızasına nail olmaya vesiledir.
Kurban bir yönüyle fedakârlığın en büyük nişanelerindendir. Kurbanın manasında da zaten Allah’a yakınlaşma, kurbiyet peyda etme vardır.
İlk insan ve ilk peygamberden beri var olan kurban ibadeti sembolik bir fedakarlığı ifade ederken kullukla ilgili her alanda teslimiyetin kodlarını da bizlere göstermektedir. Kulluk Rabbin yolunda her şeyimizle kurban olabilmektedir. Çünkü insan kendisine verilen her şeyi onun yolunda kurban etmek için imtihana tabi tutulmuştur.
Yüce Allah buyuruyor ki:
“And olsun ki biz, biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Habibim) sen sabırlı davrananları müjdele. İşte o sabredenler, kendisine bir bela gelip çattığı zaman, biz Allah(ın kazasıyla) varız. Biz ona döndürüleceğiz derler…” (Bakara, 155)
Başka bir ayeti kerimede ise:
“Biliniz ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz, birer denenme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Enfal, 28) buyuruluyor.
Habil’lerden mi yoksa Kabil’lerden miyiz?
İlk insanın imtihan serüvenini kurban üzerinden kulluk ölçüsüne koyarak ne güzel ifade etmiştir Yüce yaratan:
“(Ey Muhammed) onlara Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmişti de ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen “And olsun mutlaka seni öldüreceğim” demişti. Öteki; “Allah ancak kendisinden sakınanlardan kabul eder.” (Maide, 529)
Hz. Adem aleyhisselamın oğullarından Kabil ziraatla uğraşıyordu, değersiz, çürük meyveleri; Habil ise hayvancılıkla uğraşıyordu, gösterişli, en sevdiği bir koçu kurban etti. Habil’in samimiyeti, ihlâsı ve fedakârlığı sayesinde kurbanı kabul görürken Kabil’inki kabul görmedi.
Kurbanıyla hiçbir şey elde edemeyen Kabil, hasedin çırasını tutuşturdu. Kötülüğü başlattı; kötü bir çığır açtı. Halife olarak yaratılan insanla ilgili, meleklerin “Kan mı dökecek birini yaratacaksın?” sorusu ve o sorunun cevabındaki hikmetin talihsiz figüranı oldu. Habil ise kıyamete kadar ihlâsın, samimiyetin, teslimiyetin sembolü olarak kabul gördü.
İnsan çok unutkan ve gafil; cehalet ve sapkınlık onun tabiatında var. Rabbini unuttu ve kurbanı asliyetinden uzaklaştırdı. Aslında kurban olacağı İlahı unuttu. Her unuttuğunda Peygamberlerle ve örneklerle uyarıldı. Bunlardan bir tanesi de şüphesiz, Ulu’l Azm Peygamberlerden olan Hz. İbrahim aleyhisselam’dır. O ki; kıyamete kadar bütün insanlığa örnek olsun diye imtihanların en ağırlarına muhatap kılındı.
Halilullah olmanın yolunu ateşle imtihan edilerek, yerinden yurdundan hicrete zorlanarak, eşi ve çocuğunu çöllerde bırakmak mecburiyetinde kalarak, en nihayet, teslimiyetin zirvesi olan oğlu İsmail’i, biricik evladını kurban ederek gösterdi.
İsmail’ler gibi evlatlara sahip olmak için Hacer gibi eşlere sahip olmak gerek. Her şeyden önce Kâbe’deki putları kırarken kalpteki Allah’tan gayrı, putlaşmış sevgileri de kırmak gerek. İlk önce İbrahimce ateş imtihanından geçmek gerek.
İbrahimî bir Fedakârlık,
İsmailî bir Teslimiyet
Kuran-ı kerimde İbrahim aleyhisselamın kıssasıyla İbrahimî bir fedakârlığın ve İsmailî bir teslimiyetin formülünü gösteriyor Yüce Yaradan. Bu imtihan sadece İbrahimlerin İsmaillerin, anne Hacerler’in değil, kıyamete kadar bütün “teslim oldum” diyenlerin, ahdedip söz verenlerin, kurban etmeyi/ kurban olmayı vaat edenlerin imtihanı. Bu imtihanla doğru sözlüyle yalancı ayıklanacaktır. Söz verip sözünde sebat eden belirlenecektir. Vefa sahibi ile vefasız belli olacak.
Hz. Âdem aleyhisselamdan beri Allah’ın kabul ettiği hak dinin ortak adı olan İslam kelimesi, Kuran’a göre kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi, yalnız O’na kul olması, O’na ibadet etmesi demektir. Allah-u Zülcelâl bu dini kabul etmiş olanları Kuran-ı Mübin’inde şöyle uyarıyor:
“İnsanlar sırf inandık demekle, hiçbir sınavdan geçirilmeksizin, bırakılıverileceklerini mi sanıyorlar. Biz onlardan önceki kuşakları sınavdan geçirdik. Bu sınav ile Allah, doğru sözlüler ile yalancıları kesinlikle belirliyecektir.” (Ankebut,3-4)
Evet, İbrahim aleyhisselam yüce Rabbinden dilekte bulundu: “Ya Rabbi bana hayırlı bir evlat verirsen onu senin yolunda kurban edeceğim.”
Yüce Allah buyuruyor ki:
(Halil olan İbrahim bize) “Ya Rabbi bana bir hayırlı erkek evlat ver”(Saffat,100) diye dua etti.
“Biz ona halim bir erkek evlat müjdeledik.”(Saffat,101)
Birkaç yıl sonra İbrahim’in, Hacer validemizden Hz. İsmail gibi nur topu bir erkek evladı oldu. Allah o evladı halim vasfıyla sıfatlandırmıştı. Öyle ki bu vasfını ilerde en barız bir şekilde Allah’ın emrine olan teslimiyetiyle gösterecekti.
Evet, Allah azze ve celle İbrahim aleyhisselamın duasını kabul etmişti. Şimdi, İbrahim aleyhisselamın sözünü yerine getirme zamanıdır. Her nasılsa unuttu sözünü İbrahim aleyhisselam. Kim bilir belki de unutturuldu.
İnsan zaten unutkan değil mi ki? Allah hatırlattı verilen sözü. Rüyasında, çocuğunu kurban edeceğine dair “verilen nezrini yerine getir” diye uyarılıyordu. Bu hak bir rüyaydı. Biliyorsunuz Peygamberlerin rüyaları vahiydir.
Oğlu İsmail ise artık yürüyecek çağa gelmişti. Ağır mı ağır bir imtihandı baba için. Ancak onu kendisine bahşeden Allah, verilen sözün yerine getirilmesini istiyordu. Yapılacak bir şey yoktu.
Zaten hayat dediğimiz şey de iki şey arasında tercih yapmaktan ibaret değil mi ki? Ya Allah’ı tercih edecek kazanacaksın ya O’nun dışındaki şeylere gönlünü verip kayıp edeceksin. Niyetinizi doğrulttunuz mu gerisi meşakkatli ve zorlu bir yolculuktan ibarettir. Halbuki Halilullah, oğlu İsmail’ini kurban etmeye karar vermeden önce Allah’a yakın olmak için 1000 tane koç, 300 sığır, 100 deve kurban etmişti de melekleri bile şaşırtmıştı.
Fedakarlığa sınır koyduğunuzda, teslimiyetinizi sınırladığınızda, imanınızda da zafiyetler yaşarsınız. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam buyurmuyor mu:
“Bir kimse Allah ve Rasulünü her şeyden daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.” (Buhârî; İman, 7)
İbrahim aleyhisselam evladını Allah yolunda kurban etmeye karar verdiğinde annesine, çocuğu hazırlamasını söyledi. İbrahim aleyhisselam bir bıçak ve ip alıp beraberce koyuldular yola.
Bu yol ne zorlu ve meşakkatli bir yoldur. Bu yolun üzerine kurulmuş nice tuzaklar vardır. Şeytan ve havarileri adeta pusuda her an beklemekte, insana, nefsinin hoşuna giden şeylerle yaklaşmakta. Sizi zaaf noktalarından alt etmeye çalışmakta; duygularınızla oynayarak güzel ve süslü sözlerle istikametten alıkoymak istemekte.
Hani şeytan, “İnsana secde et” emri ilahisine kibirlenerek karşı çıktığından dergâh-ı ilahiden kovulmuştu. İnsanları istikametten alıkoymak için Allah’tan müsaade istedi. Allah da müsaade etti. Ta ki inananlar ve isyan edenler meydana çıksın. Yüce Allah bu hususta buyuruyor ki:
“İblis dedi ki; beni azdırmana karşılık mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım ancak içlerinde ihlâslı kulların müstesna.” (Hicr,39-40)
İlk önce baba İbrahim’e sokuldu:
“Bu çocuğu nasıl keseceksin buna kıyılır mı, sen babasın bunu nasıl yapıyorsun?”
İbrahim aleyhisselam tek kelimeyle kararlığını ifadede etti:
“Allah emrettiği için keseceğim.”
Bundan ümidini kesen şeytan Hacer validemize geldi:
“Nasıl oturuyorsun İbrahim oğlunu kesmeye götürdü.”
Hacer validemiz:
“Nasıl olur bir baba oğlunu keser mi?” dediğinde şeytan:
“Güya Allah’ın emrini yerine getirecekmiş.” diye cevap verdi.
Evet, bir anne evladına hitap ederken, “Sana kurban olurum, canımdan aziz bildiğim ciğerparem, yavrum, sana gelecek sıkıntı bana gelsin” der. Evladın ayağına diken batsa onu ilk önce anne hisseder. Fakat kulluk; kurban olduğunu da Rabbin uğruna kurban etmektir. Bunu şöyle ifade ederek şeytana tepki gösterir, Hacer validemiz:
“Nebiler batıl ile emrolunmazlar. Ruhum Allah’ın uğruna feda olsun. Oğlum Allah’ın uğruna feda olsun.”
Şeytan bu cevap karşısında iyice ümitsizliğe düşer. Ancak yine de boş durmaz, İsmail aleyhisselamın yanına gelerek, son bir ümitle, onu da kandırmaya çalışır:
“Baban seni bıçakla kesecek, zannediyor ki bunu Allah emretmiş.”
İsmail aleyhisselam:
“İşittim ve Rabbimin emrine itaat ettim” deyince şeytan ısrarla kandırmak için konuşmasına devam eder. İsmail aleyhisselam yerden bir taş alıp şeytana atar. Şeytan perişan bir vaziyette oradan uzaklaşır. Bunun için hac mevsiminde Mina’da şeytan taşlamak vaciptir. Bu İsmail aleyhisselamın bir sünnetidir.
Şeytan taşlama mahalline gelindiğinde İbrahim aleyhisselam oğluna durumu anlatmaya karar veriyor.
Ayette bu şöyle anlatılır:
“Ben rüyamda görüyorum ki, seni boğazlıyorum. Artık bak ne düşünürsün.” (Çocuk ona şöyle) dedi:
“Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın. Ta ki bu surette ikisi de, (baba-oğul, Allah’ın emrine) teslim oldular. İbrahim çocuğu yanı üzerine yıktı. Biz de ona şöyle nida ettik:
“Ey İbrahim, gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz güzel ameller işleyenleri işte böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak ki bu açık bir imtihandı. (Oğlunu kesmeye karşılık) ona büyük bir kurbanlık (semiz koç) fidye verdik.” (Saffat süresi 99-107)
Koçu getiren Cebrail aleyhisselam:
“Allah-u Ekber, Allah-u Ekber” derken. Hz. İbrahim aleyhisselam da:
“Lailaheillallahu vallahu Ekber” der. Hz. İsmail aleyhisselam da:
“Allah-u Ekber ve lillahül hamd” diyerek tamamlıyor tekbirlerini. Biz de bu şekilde onlara uyarak tekbirlerle kurbanımızı kesiyoruz.
Emanetler Birer İmtihan
İnsan yokluktan bu dünyaya geldi, varlık sahibi kılındı. Her şey emrine verildi ancak gel gör ki emanet olarak verilen her şeyi kendisinin zannetti. Sıktı elini, tuttu bırakması gerekeni, verenin isteklerine kulaklarını tıkadı. Sahip olduğunda bir şeylere, sevindiği halde elinden çıktığında üzüldü ve isyanlara düştü.
Evet, imtihan için bize verilen her şeyden vazgeçmeden Yaradan’a ulaşılmaz. Kalbinde Allah’ın sevgisinden gayrı sevgiler varsa o, Rabbinle senin aranda engeldir. Baba İbrahim gibi en sevdiğini; İsmail’ini sunacaksın, İsmail gibi boğazını uzatacaksın “kes” diye. Kendisine bu kadar yaklaşan kulunun boğazının kesilmesine razı olur mu, Allah-u Teala?
Allah azze ve celle bir ayetinde: “Kim ihsanda bulunan biri olarak yüzünü Allah’a teslim ederse, gerçekten o, kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır.” (Lokman,22) buyuruyor.
“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda güzel örnek vardır…”(Mümtehine,4)
Söz Verdik;
Sözümüzü Yerine Getirelim
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
“Anlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nahl, 91)
Ahde vefa, verilen sözü tutmak, yapılan sözleşmeye uymaktır. Mümin her şeyden önce Allah’a verdiği sözü yerine getirmek mecburiyetindedir. Allah’a itaat ve ibadet etmeyen bir insandan başkalarının hakkına hukukuna riayet etmesi beklenemez.
Ruhlar aleminde Rabbimize söz verdik, O’nu İlah kabul ettik. Kelime-i şahadet teslimiyetin nişanı sözümüzün arkasında olduğumuzun teyidi ve güncellemesidir. Buluğ çağı sözlerimizi yerine getirmenin zamanıdır. Ahde vefa göstermek gerekir.
Allah-u Zülcelâl bizi Kuran’ı Mübiniyle her an uyarıyor. Acaba İbrahimce bir tavır sergileyebiliyor, önümüze çıkan imtihanları, engelleri teker teker aşabiliyor muyuz?
Mala mülke olan sevdanız, ihtirasınız, sizin hakkınız olmayan fakirin hakkını dahi yerine ulaştırmaya engel olurken, şeytan ihtiras kılıcıyla sizi alt etmiş olmasın. Fakir fukarayı görüp gözetirken, yetimin hakkını öderken dikkat edin şeytan sizin de karşınıza çıkmasın.
Kardeşlerinize karşı beslediğiniz kin ve nefreti Allah ile aranızda perde olarak çektiğinde “Bu şeytanın aldatmacasıdır” deyip hiç taşladınız mı onu?
Kendin için istediğini kardeşin için istemiyorsan, insanlar senin yanında kendilerini güvende hissedemiyorsa düşünmek gerek; şeytan hangi mevziden size bir saldırıda bulundu da ona mukavemet gösteremedik diye.
Aklınızı, nefsinizi kurban ettiniz mi? Kalbinizde Allah’tan gayrı sevgilerinizle Allah’a olan sevginiz arasındaki fark sizi kurtaracak mı?
Kaç Türlü Kurban Var?
İrfan sahipleri kurbanla ilgili şöyle der:
Kurban vardır saadet ve kurban-ı kabuldür, Habil’in kestiği ve kabul olan kurban gibi.
Kurban vardır şekavettir, Kabil’in kabul görmeyen kurbanı gibi.
Kurban vardır, Abdullmüttalip’in, oğlu, Nur Muhammed’in babası, Abdullah için kestiği kurbandır.
Bir kurban vardır ki bunun adı Peygamberin ümmeti için kestiği şefkat kurbanıdır.
Bir kurban da vardır ki fazilet ve menfaat kurbanıdır, bu, hacıların ve umre yapanların kestiği kurbandır.
Bir kurban da vardır ki muhabbet ve rahmet kurbanıdır. Bu, ümmetin kestiği kurbandır.
Bir kurban vardır ki sebebi kuvvetli sevmektir. Kurban edecekleri bir hayvan bulamadıklarında şiddetli üzüntüden kendi canlarını kurban etmek isterler böyleleri.
Bir çeşit kurban da vardır ki, nefislerini Allah-u Teâlâ’nın yolunda yok etmiş seçkinlerin kurbanıdır bunlar. “Ölmeden önce ölünüz” emri gereği nefs-i emarelerini Allah için yok etmişler, mutmain bir nefise kavuşmuşlardır.
Kavuşabilmek için terk edebilmek, yaklaşmak için kurban etmek, bulmak için yitirmek, almak için vermek gerek. Terk ettiğinin büyüklüğü kadar kavuşacağın mükâfat söz konusudur.
Öyleyse kısaca; kurbanla Rabbe kurbiyet peyda etmek için belirli vakitlerde belirli şartları taşıyan hayvanlarınızı usulünce kesmek için yere yatırdığınızda Cebrail aleyhiselamın tekbirine eşlik edin. İsmail aleyhisselamın teslimiyetini düşünün. İbrahim aleyhisselamın fedakarlığını hatırlayın. Ayetin bizlere öğrettiği gibi:
“Şüphesiz benim namazım, ibadetim (kurbanım) hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enam,62) diyerek samimiyet ve ihlâsınızı, kurban kesmedeki niyet ve gayenizi teyit edin. Her an her şeyinizi öyle feda etmeye razı olun ki o anda canınız, evladınız istense “Ben ona da varım” diyebilesiniz.
Yüce Rabbimizin bir ayetiyle bitirelim:
“Onların(kurbanlarınızın) ne etleri nede kanları Allah’a ulaşır fakat ona sadece sizin takvanız ulaşır.” (Hac, 37)
Selam ve dua ile.