Kurtuluş İçin Hakiki Tevbe
HİKMET PINARI / Hayrünnisa Hanım
يَا رَبِّ لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
“Ey Rabbim! Zâtının celaline ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun”
Allah-u Zülcelal’in üzerimizdeki nimetleri sayamayacağımız kadar çoktur. Bu nimetlerin bir tanesi imandan sonra verilmiş olan tevbedir.
Dünyaya yolculuğumuz Hz. Âdem babamız ile Hz. Havva annemiz aleyhimesselamdan, onların yaptıkları bir hatadan dolayı dünyaya gelmesi ile başladı. Ve ilk yolculukları da Kur’an-ı Kerim’de Araf suresi 23. ayeti kerimede buyrulduğu gibi tevbe ile başlamış oldu.
“(O ikisi) Dediler ki: Ya Rabbi! Biz nefsine zulmedenlerden olduk. Sen eğer bizi affetmezsen, bize merhamet etmezsen biz hüsrana uğramış olanlardan oluruz.”
Bizim yolculuğumuzun da aynı şekilde tevbe üzerine kurulmuş ve tevbe üzerine devam eden bir hayat olması gerekir. Allah-u Zülcelal insanoğlunu zayıf ve günahlara meyilli olarak yaratmış, bu nedenle bizleri de tek kurtaracak olan tevbedir. Eğer bunca günahın telafisi olmasaydı insanoğlunun durumu ne olurdu?
Tevbenin 3 manası vardır:
1- Yönelmek demektir.
ayetindeki mana ‘Allah’a yönelin’ demektir.
2- Sırt çevirmek demektir. Günahlara sırt çevirmektir.
3- Allah-u Zülcelâl’in bir ismi, et-Tevvab dır. Affı ve Rahmetiyle kuluna yönelmesidir.
İmam-ı Şafii rahmetullahi aleyh der ki; “Ya Rabbi! Yaptığım tevbeden dolayı da affımı diliyorum. Sana layık tevbe edemedim.”
Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki
“Ademoğlu hata sahibidir. Hata sahiplerinin en hayırlısı tevbe edenlerdir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 49/2499; İbn-i Mâce, Zühd, 30)
Tevbe olmadığı zaman insanın helaki söz konusudur. O, insanın kurtuluş, selamet, merhamet kapısıdır. Allah-u Zülcelal bizleri bu yoldan, tevbe kapısından ayırmasın.
Ariflerden bir zat şöyle anlatmıştır:
“Allah-u Zülcelal’in kuluna ilham yoluyla verdiği iki tane sırrı vardır. Bunlardan birisi kul annesinin karnından çıkıp doğunca Allah-u Zülcelal kendisine: “Ey kulum! Seni temiz ve günahlardan uzak bir şekilde dünyaya çıkarttım. Sana ömrünü emanet ettim ve seni, onu emniyetle koruman için görevlendirdim. Artık bu emaneti nasıl koruyacağına ve huzuruma ne şekilde geleceğine bak!”
Diğeri de ruhu çıkarken olur. O zaman Allah-u Zülcelâl kula: “Ey Kulum! Sana verdiğim emanetimi nasıl kullandın? Bana kavuşuncaya kadar seninle yaptığım ahde riayet ederek onu korudun mu ki Ben de senin bu vefana karşılık olarak ecrini vereyim. Yoksa onu zayi mi ettin? Zayi ettin ise sana hesabını sorar cezanı veririm.”
Kulun bu emanete sahip çıkışı ve Allah-u Zülcelal’in kulundan onu muhafaza etmesini istemesi şu ayetlerle ifade edilmiştir:
“Onlar ki emanetlerine riayet edenler, emanetlerini muhafaza edip, emaneti koruyanlardı.” (Mü’minûn; 8)
Yani insanın bu bedeni bir emanettir. Allah-u Zülcelal ilk insanoğlu doğduğunda onun kulağına, kalbine bir ilham olarak bunu yerleştirir ve kul da onu algılar, yaşamı boyunca bunun farkındadır. Akıl nimeti ile bunu algılar, bilir. Çünkü akıl insan için iyi ile kötüyü ayırt edebilecek bir mürşittir, yol göstericidir. Bu nedenle akıl, o ilhamı algılar hayatı boyunca onu yerine getirir ya da nefsine yenik düşüp yerine getirmez Allah muhafaza etsin.
Allah-u Zülcelâl devamında buyuruyor ki;
“Sen benim ahdimi sözümü yerine getir ben de sana verdiğim sözü yerine getireyim.”
Allah’ın bize vermiş olduğu bu vücut mukaddes bir emanettir, tertemizdir. Seyda Hazretleri rahmetullahi aleyh bir sohbetinde buyurdu ki:
“Allah- Zülcelal bizi dünyaya evliya olarak, kendi dostu olarak gönderdi. Biz onu günahlarla kirlettik. Eğer biz tevbe etmezsek o günahlarla hep kirli kalacağız. Tevbe edildiği zaman o kul yine Allah’ın evliyası olur. O yüzden Allah’ın vermiş olduğu bu ruh da bu beden de bir emanettir, bizim de bu emaneti elimizden geldiği kadarıyla günahlardan muhafaza etmemiz gerekir.”
Tevbeyi Geciktirmemeli
Şeytan insana tevbeyi yaptırmamak için sürekli geciktirir ve ona der ki; “Tevbe edersen yine günaha düşersin, tevbeni bozduğun için bu sefer daha büyük günah kazanırsın,” böylelikle onu Allah’a karşı ümitsizliğe düşürür.
Allah-u Zülcelal Zümer Suresi 53. ayeti kerimede şöyle buyuruyor:
“De ki: “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşmış kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah sizin bütün günahlarınızı affeder; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
Kul tevbe ettiği zaman şeytanın bütün emeği boşa gider çünkü onun bütün uğraşı, hedefi insana günahlar yaptırarak onu şirke götürmektir. İşte tevbe şeytanın bu emellerinin hepsini boşa çıkarır.
Şeytanın da en çok mahvolduğu, zelil olup bütün emeklerinin zayi olduğu konulardan bir tanesi de kulun tevbe etmesi olduğu için insanın, ne kadar günahkâr, hata sahibi olursa olsun, Allah’tan başka gidecek bir kapısının olmadığını bilmesi gerekir.
Velev ki bir hata yaptığımız zaman da Allah’ın açmış olduğu tevbe kapısına sarılacağız, Allah’ın izni ile. Bu nedenle insanın Allah’a karşı olan ümidini daima diri tutması gerekiyor ki şeytana karşı güçlü ve kuvvetli olsun.
Allah-u Zülcelâl Muhammed Suresi 19. ayet-i kerimede:
“(Ey Resul!) Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.” buyurarak ilk önce imanı belirtiyor.
“Hem kendin hem de mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile.”
Burada Allah-u Zülcelal Resulullah sallallahu aleyhi vesellemi bir vesile kılıyor.
Biz neden bir mürşid-i kamilin yanında tevbe ediyoruz? Kendi başımıza tevbe edemez miyiz? Biz kendi başımıza tevbe ettiğimiz zaman bizim tevbelerimiz kabul olmuyor mu? Niçin bir mürşidin kapısına gidiyoruz? Bu ayet-i kerime onun delillerindendir.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede: “Nefsine zulmeden mü’min erkekler ve mü’min kadınlar kendileri için istiğfarda bulunsunlar.” diyemez miydi? Allah-u Zülcelâl bunun yerine:
“Hem kendin hem de mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile,” buyurdu. Resulullah’ın duası ile istiğfarı vesilesi ile Allah müminleri affeder.
Tevbe ile İstiğfar Arasındaki Fark
Bir insanın istiğfar yapması ayrı, tevbe etmesi ayrı bir şeydir. İstiğfar günlük, her an yapılması gereken bir şeydir. İstigfarda ‘estağfurullah’ ın anlamı ‘’Ya Rabbi! Beni affet’’ demektir, Allah’tan af talebinde bulunmaktır. Gafletinden, eksikliğinden, o an yaşadığı şey ne ise ondan dolayı Allah’tan bağışlanma talep etmektir. Tevbe ise, insanın namazında, tesettüründe, insanlarla olan diyaloglarında,kulluğunda vb. gördüğü eksiklikleri düzeltmesidir, Allah’a yönelerek yeni bir sayfa açması, yeni bir hayat kurmasıdır.
Allah-u Zülcelal Tahrim Suresi 8. ayeti kerimede:
“Samimi bir tevbe ile Allah’a yönelin, artık bırakın nefsinizde hoş olmayan, size zarar veren şeyleri bırakın, Allah’a yönelin’’ buyururken burada bahsedilen şey, manevi hastalıklardan sıyrılıp Allah’a yönelmektir. “Allah’ın razı olmadığı şeyleri bırakıp tevbe ile Allah’a yönelin,” anlamındadır.
Hz. Ömer radıyallahu anh nasuh tevbesini şöyle anlattı: “Nasıl ki süt memeye geri dönmezse bir insan da tevbe ettiği, tevbeye niyet ettiği, azmettiği, kastettiği zaman bir daha aynı hataya dönmemek niyetiyle tevbe etmesi gerekir.
Tasavvufta yapılan tevbeye karşı gelenler için bir delil de şu ayet-i kerimedir:
“Onlara “Gelin, Allah’ın Resulü sizin için bağışlama dilesin” denildiğinde kibirlerinden yüz çevirirler.” (Münâfikûn; 5)
Allah-u Zülcelal burada ilk olarak, “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin yanına gidip tevbe edin ki tevbeniz kabul olsun, size vesile olsun,” buyuruyor. İkinci olarak ise, “Onlar kibirlerinden dolayı yüz çevirirler,” buyuruyor.
Günümüzde bazı insanlara “Gelin bir mürşid ile tevbe edelim,” denildiğinde, “Neden birinin yanına gidip tevbe ediyoruz? Ne gerek var? Biz kendi kendimize tevbe edemez miyiz?” diyorlar.
Allah-u Zülcelal Nisa suresi 64. ayeti kerimede
“Onlar, nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi; Resul de onları için istiğfarda bulunursa, Allah’ı tevbeleri çok kabul edici, çok merhametli bulurlardı.” Buyuruyor.
“Allah, Resulünün duasını, nefsine zulmedenlerin de istiğfarını kabul eder,” buyuruyor.
Bu ayet, insanoğlu günah işleyerek nefsine zulmettiği zaman mübarek bir kapıya, bir Allah dostunun, Rasûlullah aleyhisselatu vesselamın varisinin kapısına gidip onu vesile kıldığı zaman, Allah’ın bu tevbeyi kabul edeceğinin işaretidir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin döneminde günahlar çok bariz işleniyordu, açık bir şekilde içki içilebiliyor, zinalar yapılabiliyordu. Kız çocukları diri diri gömülüyordu, rahat iftira atılabiliyordu. Bu günahlar Mümtehine Suresinin 12. Ayetinde tek tek sayıldı. Buyruldu ki:
“Ey Peygamber! Mümin kadınlar biat için sana geldikleri zaman Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, kimseye asla iftira etmeyeceklerine ve iyi olan hiçbir işte sana karşı gelmeyeceklerine (dair biat etmek istediklerinde) onların biatını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah affedicidir; merhamet sahibidir.”
Bizim yaptığımız tevbe ile o zaman da yapılan tevbe arasındaki fark nedir?
Biz elden tutarak “Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan ben pişmanım,” diyoruz. Söylemiş olduğumuz “bütün günahlar” sözü ayette tek tek belirtilen günahların hepsini kapsıyor. Kişi tevbe ederken işlemiş olduğu günahları kalbinden geçirerek tevbe eder.
Avf b. Malik el-Esedî radıyallahu anh der ki:
Yedi veya sekiz kişiyle birlikte Resûlullah aleyhisselatu vesselamın yanında idik. Bir ara Resûlullah, “Allah’ın Resûlüne biat etmeyecek misiniz?” diye sordu ve bunu üç defa tekrarladı. Biz yeni biat yapmıştık ama Resûlullah aleyhisselatu vesselam ısrar edince tekrar toplanıp biat için ellerimizi uzatarak, “Ya Resûlellah! Biz sana biat etmiştik. Şimdi ne üzere biat edelim?” dedik.
Resûlullah, “Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi ona ortak koşmamanız ve beş vakit namazı kılmanız üzere” buyurdu. Ardından gizli bir sesle, “İnsanlardan hiçbir şey istememek üzere!” diye ekledi. O gün orada biat yapanlardan bazılarını gördüm; yolda kamçısı düşüyordu da Resûlullah aleyhisselatu vesselama verdiği sözü bozmamak için hiç kimseye, ‘Şunu bana verir misin?’ demiyor; bineğinden inip kendisi alıyordu.” (Müslim, Zekât 108)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sahabelerde gördüğü eksikliği kısık bir ses ile onları incitmeden, beyatını onlardan aldı. Günaha dair, Allah’ın razı olmadığı şeylerin sözünü onlardan bu şekilde alıyordu.
Namaz kılma, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem için değil Allah-u Zülcelâl için yapılan bir ibadettir. Sahabeler biatı, ahdi, o tevbeyi yaparken Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in duasını almış oldular. Bu, verdikleri sözde durmaları içindi.
Tasavvufta yapılan tevbe de aynıdır. O Allah dostunun duasını alarak o tevbe de samimi olmaya çalışmak, Allah-u Zülcelâl’in bizden istediği nasuh tevbesini yapmaktır. İkincisi ise o Allah dostunu tevbemize şahit kılmaktır.
Ayet-i kerimede buyurulur ki:
“Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla!” (İsrâ, 71)
İstemez miyiz, ehli sünnet alimlerinden biri bize imam olsun, bizi Resulullah sallallahu aleyhi veselleme götürsün. O yüzden Allah dostlarını kendimize imam seçiyoruz.
Tevbe Allah- Zülcelal’in üzerimize olan en büyük nimetlerindendir. Tevbe öyle bir kurtuluş kapısıdır ki Seyda Hazretleri rahmetullahi aleyh bu yüzden her oturduğu yerde, “Tevbeyi anlatın,” diye buyuruyordu. O yüzden biz de elimizden geldiği kadar bu ahir zamanda günahların had safhada işlendiği, basit görüldüğü bir zamanda tevbeyi anlatmamız gerekir.
Tevbe Alırken Neden El Tutuluyor?
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin sahabelerden biat alırken el tutma fasılası vardı, iple tutma vardı. Bazı rivayetlere göre Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam elini suyun içine koyuyordu, sahabeler de aynı suyun içine ellerini koyuyorlardı. Bu konuda farklı farklı rivayetler var ama en yaygın olanı el tutma şeklindedir ve bu ayetle de sabittir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ve ashabından bazıları Hicretten sonra ilk defa umre için Mekke’ye gireceklerdi ancak müşrikler izin vermediler. Ashabı Peygamberimiz aleyhisselatu vesselama biat ettiler, “Ya Resulallah! Ölümüne seninle beraberiz,” diyerek Allah azze ve celleye söz verdiler. Bu biat Allah-u Zülcelal’in çok hoşuna gitti.
Bunu Fetih suresi 10. ayeti kerime ile sabitledi.
“Sana yeminle bağlılık sözü verenler (biat edenler, el tutanlar) aslında Allah’a biat ettiler, Allah’ın eli onların elleri üzerindedir.”
Bir Mürşid-i kamil’in kapısında neden tevbe alıyoruz?
1- İnsanın o Allah dostunu bu güzel amele (tevbe) şahit kılması,
2- Onun duasını alarak insanın o tevbede samimi olması için.
Kıyamet gününde her şey bize şahitlik yapacak. Bu mekân, zaman, insanlar olabilir, Allah-u Zülcelâl dilediği şeyi bize şahit kılabilir. Azalarımız bile bize şahitlik yapacaklar. Bu nedenle insanın yaptığı güzel bir ameline bir Allah dostunu şahit kılması şahitliğinin kuvvetli olacağını gösterir.
Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle anlatır:
“Resûlullah aleyhisselatu vesselamın huzurunda idik, tebessüm buyurdu. Sonra: “Niçin güldüğümü biliyor musunuz?” diye sordu. Biz: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedik. Şöyle buyurdu:
“Kulun Rabbine hitabından dolayı tebessüm ettim. O: ‘Ey Rabbim! Sen beni zulümden alıkoymadın mı?’ der. Yüce Rab: ‘Evet’ buyurur. Bu sefer kul: ‘Ben kendime karşı ancak kendimden olan şahidi kabul ederim,’ der. Bunun üzerine yüce Allah: ‘Bugün sana karşı şâhit olarak kendin yetersin. Şâhitler olarak da kirâmen katibîn melekleri yeter,’ buyurur.” Efendimiz devamla buyurdu ki:
“Allah o kişinin ağzına mühür vurur ve bu sefer azalarına konuş denilir. Azaları konuştukça nefis neye uğradığını şaşırır. Sonra onu konuşmak üzere serbest bırakır. Kul der ki: ‘Benden uzak olun, benden uzak olun. Sizin bana yaptığınız kötülüğü bana kimse yapmadı. Ben sizin için mücadele edip duruyordum.” Azaları da ‘Biz bugün Allah’ın emri ile konuşuyoruz,’ derler. (Müslim, Zühd 17)
Bununla ilgili olarak Allah-u Zülcelal Yâsîn Suresi 65. ayeti kerimede şöyle buyuruyor.
“O gün onların ağızlarını mühürleriz de işlemiş oldukları günahları bize elleri söyler, ayakları da buna şâhitlik eder.”
Biz de bir Mürşid-i kamil’in kapısında tevbe ederken diyoruz ki:
“Ya Rabbi! Evet ben hata sahibiydim, acizimdim, zayıftım, günahkardım ama ben Senin sevdiğin bir kulunun kapısında tevbe ettim, dostun benim şahidimdir.”
Seyyidül istiğfar da ahde vefayı yerine getirme konusunda Allah-u Zülcelal’in bize ikram etmiş olduğu bir duadır. Onu dilimizden düşürmeyelim. Farz ibadetlerinden sonraki zaman, duaların kabul olduğu zamanlardan bir tanesidir, bu nedenle namazlardan sonra bu duayı manasını düşünerek dilimize vird haline getirelim.
Allah-u Zülcelal en güzel şekliyle hakkıyla tevbe etmeyi nasip etsin, bizleri bu mübarek kapıdan istifade eden kullarından eylesin.