Mehmed Ağa Külliyesi

  • 20 Şubat 2017
  • 1.520 kez görüntülendi.
Mehmed Ağa Külliyesi
REKLAM ALANI

“İstanbul’un taşı toprağı altın” deyimi meşhurdur. El hak doğrudur. Hangi yönüyle ele alırsak alalım bu tespitin tartışmasız doğruluğuna tekrar tekrar şahit oluruz. Lakin biz yine de bu deyimin mecazi anlamda kullanıldığını düşünüyor, burada murad edilen şeyin, “Taşı toprağı tarih İstanbul” olduğuna, İstanbul’umuzun bu yönüne vurgu yapıldığına inanıyoruz.

Aksini düşünmeye devam edecek olursak yakın zamanda beton ve demir yığınlarından nefes alamayacak duruma geleceğiz. Zira bu anlayışın sonucu olarak kazmayı eline alan şehri bu hale getirmedi mi?!

Özellikle Suriçi dediğimiz Fatih ilçesi sınırları içinde kalan bölge, Eyüpsultan, Beyoğlu, Beşiktaş ve Üsküdar gibi kadim yerleşim birimleri medeniyetimizin zenginliğinden nasibini ziyadesiyle almış durumda. Bu semtlerde her gün yeni bir tarihi değerimizle, güzelliğimizle karşılaşmak, tanışmak mümkün…

REKLAM ALANI

Tarih yazacak kalem
erbabına ihtiyacımız var…
Ömür biter ecdadımızın eserlerini değil gezmek; saymakla bitiremeyiz. Tabi bunun için biraz emek, gayret, şehrin ara sokaklarında zaman zaman kaybolmayı göze almak gerek. Kim bilir, keşfedilmeyi bekleyen daha ne güzelliklerimiz vardır. Artık 20 milyonluk bir şehir olan İstanbul’dan söz ediyoruz. Yerleşim birimleri şehir merkezinden alabildiğine uzaklaştı. Eskiden kalem erbabı kendi muhitini, hatta vakit buldukça yakın muhitleri gezer, dolaşır gördüğü güzellikleri okuyucularına aktarırdı.

Şimdi tarihi mekânlarımızı, önemli ziyaretgâhlarımızı anlatacak, tanıtacak yazarlarımızın sayısı iki elin parmak sayısını geçmiyor. Mesela Mehmet Şevket Eygi gibi medeniyetimizin inceliklerini gözler önüne serecek, Osman Akkuşak gibi Kadırgayı, Sultan Ahmet’i yazacak, Muhterem Yüceyılmaz gibi Fatih sokaklarını arşınlayıp mahalle kültürünün kalan esintilerini zarif üslubuyla paylaşacak, Süleyman Zeki Bağlan gibi şehrin kadim hikâyelerini anlatacak, Dursun Gürlek gibi Merkezefendi’nin Ebedi Sakinlerinden haber verecek, Mehmet Nuri Yardım gibi mezarı kayıp edebiyatçılarımızın izini sürecek münevverlerimizin yerini nasıl dolduracağız?! Bu ve benzeri soruları düşünmeden edemiyoruz.

Sadullah Yıldız gibi İstanbul sokaklarını karış karış dolaşıp ecdadın birer hatırası olan çeşmelerin izini süren, hikâyelerini anlatan, ayakta kalmalarını sağlamak için mücadele veren gençlerimizi görünce tabiî ki bir nebze de olsa yüreğimize su serpiliyor ve umutlanıyoruz. Rabbim sayılarını artırsın.

Bu yazımızda pek ortalıkta görünmeyen, bilinmeyen bir tarihi değerimizden söz edeceğiz. Fatih İlçemizde, Karagümrük, Draman ve Çarşamba semtlerimiz üçgeninde yer alan, daracık sokakların arasına adeta gizlenmiş Mehmed Ağa Külliyesinden…

Hayır ehli Mehmet Ağa
ve Külliyesi
Mehmed Ağa Külliyesi, Fatih Çarşamba’da Kâtip Muslihuddin Mahallesi, Manyasizade caddesinde, Fethiye otobüs durağının arkasında, Çilekeş sokağı ile Mehmet Ağa Camii sokağı arasındadır. Cami, tekke, türbe, hamam, medrese ve çeşmeden oluşan yapı topluluğunun medresesi ve tekkesi günümüze kadar ulaşamamıştır.

Mehmet Ağa, Osmanlı tarihinde görev yapmış ilk Habeş asıllı haremağasıdır. Hakkında pek fazla bilgi yoktur. Hayırseverliliğiyle bilinir. Buradaki külliyesinin dışında Üsküdar’da iki mescit, Divanyolu’nda Hoca Rüstem Mescidi karşısında bir medrese, mektep ve sebil inşa ettirmiştir.

Üç kapısı olan Mehmed Ağa caminin, doğu avlu kapısı üzerindeki Asârî mahlâslı şâirin on altı mısralık kitâbesine göre yapı H.993 (1585)’te inşa edilmiştir. Yine kitabeye göre III. Murad devrinde Dârüssaâde ağası olan Habeşî Mehmed Ağa tarafından Mimar Sinan’ın çıraklarından Hassa Mimarı Davud Ağa’ya yaptırılmıştır. 16 mısralık kitabenin son dört mısrasında şu ifadeler yazılıdır:
“Oldu mimarı Kamil Davud,
Yaptı caniyle dercedüp san’at
Dedi Asârî tarihin hatif
Beyti Hadi ve Camii-i ümmet”

Mehmet Ağa Camiisi
ve mimarisi

Muzaffer Erdoğan’ın bildirdiğine göre:”Mehmed Ağa câmi’i onun mimarî kudretini gösteren ilk eseri sayılır.”

Cami, Tuhfet-ül Mi’mâran adlı eserde Mimar Sinan’ın yaptığı yapılar listesinde yer aldığından dolayı bazı kaynaklarda Mimar Sinan’a nispet edilerek Mimar Davud Ağa’nın tasarımına katkıda bulunduğu dile getirilir. Camini dışındaki diğer yapıları da bu cümleye dâhil edebiliriz.

Bilindiği üzere Osmanlı mimari tarihinde bir san’atkârın Mîmarbaşılığı zamanında her hangi bir binayı başka bir mimarın yapabileceğine dâir pek çok misaller gösterilebilir. Kaynaklarda bir çelişki olduğunda veya hiçbir bilgi bulunmadığında en güvenilir kaynak o yapının kitabeleridir. Biz de buna sadık kalıyoruz. Mimarı her kim olursa olsun ortada bir gerçek var. Bütün ihtişamıyla gözlerimizin önünde duran 16. yy. asalet ve zarafeti…

Etrafı duvarlarla çevrili bir avlunun ortasında yer alan cami, mihrap yönü çıkıntılı kare planlı harimle onun önünde yer alan beş birimli bir son cemaat yerine sahiptir. Kubbeli son cemaat yerinin, sivri kemerleri kesme taştan, mukarnaslı başlıklı altı sütunu mermerdendir. Pencerelerin üzerindeki muhteşem çinilerde celi sülüs hat ile Fatiha süresi yer almaktadır.

İki küçük mihrabın yer aldığı son cemaat yerinden, zarif, sütunlu, mukarnaslı mermer bir taç kapıdan harime girilir. Giriş kapısı üzerindeki kitabe de celi sülüs hat ile Mearic Suresi 34-35. ayet-i kerimeleri yazılıdır. Açıklaması şöyle:”O kimseler ki onlar, namazlarını ‘şartlarına riâyet ve ona devâm ederek’ muhâfaza ederler. İşte onlar, Cennetlerde ikrâm edilmiş olanlardır.”

Kare planlı harim, sekiz adet duvar pâyesi üzerinde sivri kemerlere oturan 11 metre çaplı tek kubbe ile örtülmüştür. Harimde taç kapı üzerinde, konsollara oturan, geometrik geçmeli korkuluğu olan bir balkon bulunur. Girişin sağında ve solunda, ağaç sütunlar üzerinde iki mahfil yer alır. Taç kapının iki yanında bulunan birer mermer kapı ile de hanımlar mahfiline çıkılır. Giriş mekânının iki yanına yapılmış ahşap mahfil, tarihi belirlenemese de klasik dönemi çağrıştıran ayrıntıları ve yapım tekniğiyle ilginç bir örnek oluşturur. Caminin içi 16 ve 18. yüzyıl çinilerinin en güzel örnekleriyle kaplıdır. Sıraltı boyama tekniğiyle yapılmış olan bu çinilerden bazılarının XVI. y.y. İznik ve Kütahya çinileri, bazılarının ise XVIII. y.y. Tekfur Sarayı çinilerinden olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilir. Çini panolar, Topkapı kale dışında bulunan Takyeci İbrahim Efendi cami’indekiler derecesinde nefistir.

 

Harim iki sıra pencere dizisiyle aydınlatılmıştır. Alt pencerelerin üzerinde çini üzerine celi sülüs hat ile Ayete’l-Kürsi işlenmiştir.

Maalesef geçtiğimiz yıllarda hırsızlar tarafından camiye girilip insanın bakmaya kıyamadığı güzelim çinilerin bir kısmı çalınmış bir kısmı da tahrip edilmiştir. Diyebilirim ki hiçbir caminin, tarihi eserin çinileri buradaki kadar zarar görmemiştir. Ne zaman bu camiye girsem gözüm hep çinilerin söküldüğü o boş karelere takılır ve kahrolurum. “Böyle tahrip, böyle vandallık bizim ülkemiz de nasıl olabilir?” diye. Aslında buradaki durum pek hırsızlık işine de benzemiyor; düpe düz vatan hainliği, medeniyet düşmanlığıdır.

“…Ya Mennan, Ya Deyyan,
Ya Subhan…”

Geometrik düzenlemeli iki iri rozetle süslü mermer mihrap dışarıya taşkın olup yarım Kubbe İle örtülüdür. Alt pencereleri taçlandıran çiniler mihrabı da iki taraftan kuşatarak iç mekânı zenginleştirmiştir. Mihrabın iç bükey kısmına kartuşlar içerisinde “…Ya Mennan, Ya Deyyan, Ya Subhan, Ya Sultan, Ya Gufran, Ya Rahman,…” esmaları ile yakarışa başlanılan sığınma duaları yer almaktadır.

Mihrabın üstünde celi sülüs hat ile mihraplarda sıkça rastladığımız: “Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâb” (Âli İmrân, 39.) ayet-i kerimesi yazılıdır. Mermerden yapılmış olan minber sivri kemerli kapı ve geçiş açıklıklarına sahiptir. İki yanda geometrik geçmeli ajurlu korkuluk ve aynaları vardır. Üstte dört sütun üzerine oturan sivri kemerli köşk kısmı pramidal külahlıdır.

Mehmet Ağa’nın, parmaklıklarla harimden ayrılmış olan kütüphanesi, Murat Bayaral’ın verdiği bilgilere göre: “1914’de Sultan Selim Kütüphanesine, 1920’de Murat Molla Kütüphanesine ve 1949’da Süleymaniye Kütüphanesine nakledilmiştir.”

Kuzeybatıda harimle son cemaat yerinin birleştiği noktada yer alan minaresi tek şerefeli olup kesme taştandır. Minareye hem harimden hem son cemaat yerinden çıkılmaktadır. Şadırvanı yoktur, abdestliği vardır.

Caminin iki çeşmesi bulunuyor. İlki inşa kitabesinin bulunduğu doğu kapısının sağında, sivri kemerli, klasik üslupta yapılan çeşmedir. Uzun yıllar harap vaziyette idi. Geçtiğimiz yıl restorasyonu tamamlandı. Lakin restorasyonun yapılması kafi gelmiyor. Bu eserlerin sürekli takip altında tutulması ve kontrol edilmesi de gerekiyor. Çeşmenin yan duvarındaki yazılar bu esere gölge düşürmüş durumda. İkinci çeşme, batı yönünde bulunan kapının hemen solundadır. Onun hemen karşısında hamam yer alır. Önemli bir mimari özeliği bulunmayan mütevazı bir çeşmedir. Kitabe yazıları silinmiştir. Bakımsız durumdadır.

Ana giriş kapısı sağında yer alan çeşmenin yanında, güney yönünde üçüncü kapının sağında ve bu kapının karşı köşesinde, duvarın dibinde olmak üzere külliye çevresinde üç adet de sadaka taşı bulunmaktadır. Biz tarihi eserlerin korunup gözetilmesini yetkili mercilerden bıkmadan usanmadan talep ediyoruz. Lakin evvela halkımızın duyarlı olması, evinin önündeki tarihi değere sahip çıkması gerekmez mi?! Bu bilinç, farkındalık mutlaka oluşturulmalı. Ne demişler?:”Taşıma suyla değirmen dönmez”

Mehmed Ağa’nın caminin güneydoğusunda yer alan tek sandukalı sade türbesi kesme taştan inşa edilmiştir. Kare planlı ve kubbeli yapının köşeleri yuvarlak sütunlarla yumuşatılmıştır. Bugün badana ile boyanan mekânda vaktiyle kalem işlerinin bulunduğu çeşitli kaynaklarda dile getirilir. Cephenin sağ köşesinde mevcut olan kemer izi eskiden caminin bu yönünde bir revakın varlığını düşündürmektedir. Şair Nakkaş Mustafa Ağa vefatına “Mehmed’in ide pür-nur kabrin ol Hadi” mısrası ile tarih düşürmüştür. Vefat tarihi Hicri 999’dur. (M.1590) Yakın zamana kadar çelik payandalarla takviye edilen Türbe de an itibarıyla restorasyon çalışması yapılmaktadır.

Külliyenin mimari programı içinde başından beri mevcut olan tekke fonksiyon açısından camiyle bir bütünlük oluşturmakta idi. Filiz Gündüz’ün bildirdiğine göre:” XIX. yüzyıl ortalarına kadar Halvetî ve Bayramî tarikatları arasında birçok defa el değiştiren tekke kısa bir süre Kadirîliğe, son olarak da Halvetîliğin Sünbülî koluna bağlanmıştır. İlk şeyhi Yayabaşızâde Şeyh Hızır Efendi olduğundan bazı kaynaklarda Hızır İlyas adıyla da geçmektedir. Tekkenin ünlü şeyhleri arasında Abdülmecid Sivâsî ve yeğeni Abdulehad Nûri sayılabilir. Kapatılmadan önceki son şeyhi ise Osman Râif Efendi’dir.” Yakın zamana kadar duran ahşap tekke binası 1997’de yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır.

Caminin kuzeybatısında bulunan hamam, çifte hamam olarak tasarlanmıştır. Erkekler kısmının kapısı üzerindeki on iki mısralık inşa kitâbesi 1586 tarihlidir. Bugün hala faal olan hamamın, Sarayağası Caddesi tarafında bulunan ve sonradan yapılmış olan külhanı yanındaki fabrika bacasına benzeyen büyük tuğla bacası, 1999 depreminden sonra yıkılmıştır.

Osmanlı mimarisinin
önemli bir eseridir

Caminin doğusunda yer aldığı bilinen, fakat günümüze ulaşmayan medresenin on odalı dârülhadis olduğu rivayet edilir. Filiz Gündüz’ün verdiği bilgilere göre: “1894 depreminde hasar gören yapı 1896 yılında tamir edilmiş, daha sonra kadro dışı bırakılmıştır. 1918’de muhacirler tarafından işgal edilen yapı zaman içinde ortadan kalkmıştır.” Ana giriş kapısı sağında meşrutası da bulunan cami 1743 ve 1938’de tamir görmüş, 1982’de Vakıflar İdaresi’nce gerçekleştirilen onarımda son cemaat yerinin bazı sütunları değiştirilmiş ve çatlayan sütunlar demir halkalarla takviye edilmiştir. 1980’lerin sonunda ise son cemaat yeri camekânla kapatılmıştır. Mehmet Ağa Külliyesi, Mimar Davud Ağa’nın ilk eserlerinden biri olması ve camisinin özgün tasarımı sebebiyle Osmanlı mimarisinde önemli bir yere sahip…

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ