Misyonerlikten Müslümanlığa
Batıda Hıristiyan olup da İslamiyet’i seçenlerin sayısı, özellikle son yıllarda on binlerle ifade ediliyor. Onların ilginç hayat hikayeleri, biz Müslümanlar için ibretli sahneler oluşturuyor. Bu hayat hikayelerinin klasik örneklerinden biri de ünlü bir İngiliz ailesinden gelen ve ‘baronet’ ünvanını taşıyan Celaleddin Lauder Brunton’a ait. Sir Brunton, Oxford Üniversitesi’nden mezun olup yayınları ile şöhret yapmıştır. O müslüman oluş hikayesini ve hidayete eriş serüvenini şu şekilde anlatıyor:
Hristiyan bir ailenin
çocuğuymuş…
“Ben, Hıristiyan bir anne ve babanın tesiri altında büyüdüm. Genç yaşımda, ilahiyat ile de meşgul oldum. Misyonerlerle tanıştım ve onların yabancı memleketlerdeki faaliyetleri ile yakından alakadar oldum. Resmen bir vazife almadan, onlarla birlik de seyahate çıktım. Doğrusunu söylemek gerekirse, din dersleri aldığım halde, Hıristiyanlığın; “İnsanların günahkar olarak dünyaya geldiği ve dünyada muhakkak çile çekmesi icab ettiği” nazariyesi, bana garip geliyordu. Bu nazariyeye isyan ediyordum. Bu sebeple yavaş-yavaş Hıristiyanlık’tan nefret etmeye başlamıştım.
Zira ben, kendisinde her şeyi yaratabilmek kudreti bulunan Allah-u Teala’nın yalnız günahkar mahluklar yaratmasını, O’nun kudret ve merhametine yakıştıramıyor, bunun için, Allah-u Teala’yı böyle tavsif eden bir dinin hakiki olamayacağını düşünüyordum. Acaba başka dinler bu hususta ne telkin ediyor diye, diğer dinleri de araştırmaya karar verdim. Kalbimde, adil, merhametli, müşfik bir ilaha büyük bir ihtiyaç duyuyor, böyle bir Allah’ı arıyordum. Acaba, İsa aleyhisselamın getirdiği hakiki Nasrani dini bu muydu? Sonunda, bende şu kanaat hasıl oldu ki, bu kitap İsa aleyhisselamın yaydığı hakiki dinin kitabı değildir. İnsanlar, İncil’e birçok yanlış kaideler koymuşlar ve Allah-u Teala’nın doğru kitabını bozmuşlardır.
Anlattığım güzellikler Hrıstiyanlık’ta
değil ancak İslam’da vardı!
Gün geçtikçe, artık tamamen tek Allah’a inanmağa başlamıştım. Hakikate tam varmak için daha derinlere inmek istiyordum. İşte bu zaman, İslam dinini tetkik etmeğe başladım…
Bulunduğum mahal, Hindistan’da şehirlerden uzak, kimsenin ismini bile duymadığı Ichra adında bir köydü. Bu köyde yaşayanlar, pek fakir, pek sefil tabakadan insanlardı. Onlara, sırf Allah-u Teala’nın rızası için tek ve merhametli bir Halık’ın var olduğunu anlatmağa, dünyada takip etmeleri gereken doğru yolu öğretmeğe çalışıyordum. Onların birbiri ile kardeş olduklarını, temizliğe çok ehemmiyet vermek lazım olduğunu da öğretmeğe uğraşıyordum.
Ne garib ki, bütün bu öğretmeğe çalıştığım hususlar, Hıristiyanlıkta değil, ancak Müslümanlık’ta vardı ve ben bir Hıristiyan misyoner gibi değil, tam bir Müslüman din adamı gibi telkinlerde bulunuyordum. Bütün amacım, bu zavallı insanları ruhen ve bedenen temizliğe kavuşturmak, onlara büyük bir Halık’ın (yaratıcının) varlığını öğretmekten ibaretti.
Yalnız kaldığım zaman, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin hayatını inceliyordum. Onun hakiki hayatı hakkında; İngilizce pek az kitap yazılmış ve Onu tenkit etmek, lekelemek ve bu büyük Peygamberi yalancılıkla itham etmek için Hıristiyanlar tarafından ne yapılmak lazımsa yapılmıştı. Fakat, ben şimdi bu düşmanca yazılı kitapların tesirleri altında kalmadan, İslamiyet’i tam bir insaf ile inceliyordum. Bu tetkiklerim sürdükçe, İslamiyet’in, tek Allah’ı ve hakikati en doğru olarak ortaya çıkaran hak din olduğunu kabul etmek lazım geldiğini iyice anladım.
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem gibi bir büyük Peygamberin, insanlığa yaptığı hizmetleri öğrendikçe, Onun peygamberliğini inkar etmenin imkanı yoktu. O muhakkak Allah-u Teala’nın Resulü idi. O ancak; Allah-u Teala’nın lütfu ile vahşet ve cehalet içinde yaşayan, birçok putlara tapan, hurafelere inanan, yarı çıplak bir halde, birçok kadınlarla cahilane bir hayat süren Arapları, kısa bir zaman içinde, Allah-u Teala’ya iman eden, medeni, temiz, dürüst, kadına hak tanıyan, iyi ve yumuşak huylu insanlar haline getirdi.
Bunu ancak Allah’ın
Resulü başarabilirdi…
Bir insan, Allah-u Teala’nın lütfu, yardımı olmadan böyle bir şeyi hiç bir zaman başaramaz. İçinde birkaç yüz kişi bulunan bu köyde, benim ne kadar zahmet çekerek uğraştığımı ve hala bu zavallı insanları doğru yola sokamadığımı düşündükçe, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemi, gözümde gittikçe daha büyüyordu. Hayır, ancak Allah-u Teala’nın Resulü böyle bir işi başarabilirdi. Onun Peygamberliğine can-ı gönülden inanmak lazımdı…
O günlerde, Müslüman bir Hindli beni ziyarete gelmişti. Mian Amiruddin ismindeki bu kibar zat ile İslam dini üzerinde uzun uzadıya mubaheseler yaptık. Bu konuşmalar bana son cesareti verdi ve Müslüman olmağı kabul ettim.
Ben, Müslümanlığın hakiki Allah dini olduğuna, sadeliğine, af ve şefkatine, samimiyetine, müslümanları birbirine kardeş saydığına ve bir gün bütün dünyayı birbirine bağlayacağına inanıyorum.
Artık hayatımın sonuna vasıl oldum. Bundan sonra, ölünceye kadar kendimi İslamiyet’e hizmet etmeğe adadım.
Kaynak: Islam, Our Choice; comp. and ed. by Ebrahim Ahmed Bawany, 1961.