Rahmet Kapısı Sana Açılıncaya Kadar Sabret…

  • 22 Şubat 2014
  • 779 kez görüntülendi.
Rahmet Kapısı Sana Açılıncaya Kadar Sabret…
REKLAM ALANI

Salih amel yapanı Allah korur!
İnsanları hareket ettiren, onlara güç veren, rızık veren, bütün kâinatın mutlak hükümdarı olan Allah-u Zülcelaldir ve daima kullarına muttalidir. Böyle olduğu için daima Allah’tan yardım istememiz ve Allah’ın bize vermiş olduğu cüz-i ihtiyariyle güç ve kuvvet ile daima salih ameller yapmamız lazımdır. Böyle yaptığımız zaman Allah, bize sahip çıkacaktır inşaallah.

 

Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki benim velîm (dost ve yardımcım), Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır ve O, bütün salih kimselere velilik eder (salih kullarına sahip çıkar).” (A’râf; 196)

REKLAM ALANI

 

Demek ki ibadet yapmayan, salih olmayan, salih amel yapmayan kimselere Allah-u Zülcelâl sahip çıkmıyor, günahların içine dalıyorlar onlar. Ama insan ne kadar Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine riayet ederse o kadar Allah-u Zülcelâl, ona sahip çıkıyor ve günahlardan da o kulunu muhafaza ediyor.

 

Hiçbir zaman salih amellerden geri kalmayalım. Peygamber aleyhissalatu vesselam hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Düşünmek, acele hareket etmemek, teenni ile hareket etmek her işte hayırdır, yalnız amel-i salihte durmak, ağır davranmak, onu geciktirmek (hayır) değil!”

 

Amel-i salih ile karşılaşır karşılaşmaz, hemen onu yapmamız lazımdır. Onda hayır vardır. Bütün insanlar öldükleri zaman pişman olacaklardır. Yapanlar, “Biz keşke daha çok yapsaydık” diye pişman olacaklardır. Kaabu’l Ahbar, Hazret-i Ömer radıyallahu anhuya, “Ya Emire’l Müminin! İnsan, 70 peygamberin amelini de yapsa kıyamet gününde ‘Ben niye az yaptım?’ diyecektir” demiş.

 

Kabirde melekler kime ikram eder?

Allah-u Zülcelâl kimi seviyor, kimi sevmiyor dünyada belli oluyor. Allah Azze ve Celle, bir kulunu sevdiği zaman ona amel-i salih nasip ediyor, ameli salih yapması için başarı veriyor ona, kendi ailesi, arkadaşları, komşuları içinde ona amel-i salih için başarı veriyor, güzel ahlak nasip ediyor, hilm verir, onun dilini tatlı yapar bütün insanlara karşı. Böyle olduğu zaman herkes ondan razı olur.

 

Ebu Amr Osman İbni Affân radıyallahu anh rivayet ediyor: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir ölü defnedildikten sonra kabri başında durdu ve şöyle buyurdu: “Kardeşinizin bağışlanmasını isteyiniz ve Allah’tan ona (Münker ve Nekir’in sorularına güzel cevap verebilmesi için) başarılar dileyiniz. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır.” (Ebu Davud)

 

Yani, bir insan vefat edip defni bittikten sonra, o mümin kardeşimizin cenazesine katılan kimseler daha ayrılmadan önce, mutlaka melekler iniyorlar onun başına ve sorguya çekiyorlar o kimseyi. Onun için Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, “Durun ve arkadaşınızın Münker-Nekir meleklerine doğru cevap verebilmesi için dua edin, başarı dileyin ona! Onun günahlarının affedilmesi için istiğfar edin” demiş.

 

Bunu unutmamamız lazımdır. Bir gün bunu hepimiz göreceğiz, mümin kardeşlerimizin duasına muhtaç olacağız. Yaptığımız ameller bizim karşımıza çıkartılacak…

 

Eğer sen, Allah-u Zülcelal’i razı etmiş isen o melekler sana öyle hürmet edecekler, öyle ikramda bulunacaklar ki senin ne anan, ne baban, ne arkadaşın, ne dostun ahbabın, hiç kimse onların ikramı gibi sana ikram etmeyecekler. Öyle ikramda bulunulacaksın onlar tarafından…

 

Ama neuzûbillah, eğer Allah-u Zülcelal’i razı etmemişsek o zaman onlar, nasıl bir düşman bir düşmanına azab ediyor ise öyle azab edecekler, nasıl işkence ediyor düşman düşmanına öyle işkence edecekler bize…

 

Bunu unutmamız lazımdır. Ama unutuyoruz… Bu bizi mahvediyor zaten.

 

Bu gaflet uykusuna dalınca, ahireti unutuyoruz. Başta kabir, kabirden sonra ta haşir meydanına kadar; sırat köprüsü, mizan, insanların amel defterlerinin ellerine verilmesi gibi yaşayacağımız olaylardan gafil kalıyoruz. Sanki daima dünyada kalacağız zannediyoruz. İşte, bu bizi mahvediyor. Yoksa ara sıra o manzaraları gözümüzün önüne getirir hatırlarsak mutlaka amel-i salih yapacağız.

 

Allah’ın yeryüzündeki şahitleri

 

Şöyle bilelim: Eğer bir insanın etrafında bulunan insanlar, komşuları, birlikte çalıştığı arkadaşları, ailesi gibi ona yakın olan insanlar, ondan razı ve hoşnut oluyorlar ise siz bunu bilin, inşaallah-u Teâlâ, o salih bir kimsedir ve Allah da ondan razıdır. Eğer onlar, o kimse öldüğü zaman, “Allah onu kahretsin, kurtardık biz ondan” diyorlarsa o zaman da Allah ona gazaba gelecektir neuzûbillah…

 

Enes bin Malik radıyallahu anhu şöyle anlatmıştır: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin yanından bir cenaze geçirdiler. Sahabeler bu cenazeyi (Ne güzel bir insandı, ondan hayırdan başka bir şey görmedik, hep iyi şeyler yapıyordu diye) hayırla anıp övdüler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem: ‘Vacip oldu’ buyurdu. Sonra başka bir cenaze daha geçirildi. Sahabeler bu cenazeyi de (Hiç bir hayır yapmadı, insanlar hep ondan rahatsız oluyordu diye) şer ile anıp kötülediler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem yine: ‘Vacip oldu’ buyurdular. Bunun üzerine Hz. Ömer radiyallahu anhu, “Ne vacip oldu?” diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:

 

“Önce geçen cenazeyi hayır ile anıp övdünüz. İşte ona, cennet vacip oldu. Sonra geçen cenazeyi şer ile anıp kötülediniz. Ona da cehennem vacip oldu. Çünkü sizler, yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz’ buyurdu.” (Buhari, Ebu Davud, Müslim, Tirmizi)

 

Demek ki biz, Allah’ın yeryüzündeki şahitleriyiz. Eğer müminler, hayırla bir kimse hakkında şahitlik ederlerse o kimse cennetliktir. Bir kimse için de kötülüğüne şahitlik ederlerse o da cehennemliktir.

 

Ebu Hureyre radıyallahu anhu anlatıyor; Resulullah sallallahu aleyhi vesellem (Rabbinden aktararak) şöyle buyurdu: “Her hangi bir Müslüman kul ölür de yakın komşularından üç ev halkı kendisinin iyiliğine şahadet ederse, Allah da şöyle buyurur: ‘Ben bu kullarımın (kendi bildikleriyle alakalı olarak) yaptıkları şahitliği kabul ettim ve (onların bilmeyip de) benim bildiğim şeyleri (kulumun kusurlarını da) affettim.” (Ahmed b. Hanbel)

 

Annemiz Aişe radıyallahu anhaya: “Bir kimse, iyi ya da kötü olduğunu nasıl bilecek?” diye sormuşlar. Anamız şöyle cevap vermiş: “Sen, kendin ‘Ben Allah’ın hakkını yerine getiremiyorum, ben iyi değilim’ dediğin zaman, aslında sen iyisin. Ve sen ‘Ben iyiyim’ dediğin zaman, kendini iyi gördüğün zaman da aslında sen kötüsün” demiştir. Çünkü insan ne kadar iyi olursa, ne kadar iyilik yaparsa ne kadar ibadet yaparsa yapsın, Allah-u Zülcelal’e layıkıyla ibadet etmiş olamaz, eksik olur.

 

Diyemezsin ‘Ben iyiyim.’ Ancak, Allah rahmetiyle sana muamele edecek olursa iyi olabilirsin. Yoksa insanın kendi bünyesiyle, kendi nefsiyle ‘Ben Allah-u Zülcelal’in hakkını yerine getirebiliyorum, layıkıyla ibadet ediyorum’ demesi yanlıştır. O’nun için daima Allah’ın rahmetine, ihsanına, fazlına ve keremine müşteri olalım ve daima o şekilde Allah’tan isteyelim.

 

Nasıl tedavi olacağız?

 

Bazı kimseler, bazı kimseler için diyorlar; “Filan kişinin gözü keskindir!” Yani, küçük şeyleri, uzakta olan şeyleri çok net görüyor. Oysa önceki büyüklerimiz “İnsanlardan gözü en keskin olan kimse, kendi günahlarını gören, kendi kusurları ile meşgul olan ve işlemiş olduğu günahlarından pişman olan kimsedir” demişlerdir.

 

Seyda Muhammed Raşid Hazretleri kaddesallahu sırruhul aliyye diyordu: “Kişiyi, kendisi kadar kimse bilmez.”

 

Bazı müminler, ferasetle bir insanı gördükleri zaman, nasıldır, biraz fark edebilir. Fakat o kimsenin iyi ya da kötü olduğunu onun kadar kimse bilmez. En iyi o bilir halini, ahvalini… Biz kendimizi biliyoruz. Kendimizi bildiğimiz için, “Ben geriye gidiyorum. Benim muhabbetim azalıyor. Amel-i salih yapmıyorum. Oysa ameli salih yaptığım zaman tedavi oluyorum. Manevi güç kazanıyor, kuvvetli oluyorum. O şekilde, ben kendimi günahlardan muhafaza edebiliyorum. Hatalardan o güçle kaçınabiliyorum. İbadetleri yapmak için güçlü oluyorum. Öyleyse ben neden salih amel yapmıyor, gayret göstermiyorum?” diye, kendimizi hesaba çekmemiz lazımdır.

 

Böyle, kendimizin ne şekilde olduğumuzu meydana çıkardıktan sonra, her gün biraz ibadet yapmak suretiyle, Allah-u Zülcelal’den kuvvet istersek feyz, nispet ve Allah’ın merhameti bizim üzerimize gelecek ve biz onunla tedavi olacağız.

 

İnsan, ahiretten gafil kalıyor. O ahiretin manzaralarından gafil kaldığı için sanki daima dünyada kalacak, sanki dünyada yaşayacakmış gibi düşünmeye başlıyor. Ve böylece çok fazla günahlara düşüyor ve sevaplardan da geri kalıyor.

 

Bir kişi Mekke-i Mükerreme’ye gidiyor, Hacc’a gidiyor. Ayrılmasına iki üç saat, bir gün kadar az bir zaman kaldığı zaman, “Eyvah! Zamanım tükenmiş gitme vaktim gelmiş, az bir süre sonra buradan ayrılacağım. Son fırsatımdır! Bari bir tavaf yapayım, iki rekâtta olsa namaz kılayım” diyor. Çünkü ayrılmasının yakın olduğunun farkına varıyor.

 

İşte, dünya da aynen böyledir. Dünyadan biz, hangi dakikada, hangi saniyede, hangi toprağın üzerinde ayrılacağız bilmiyoruz. “Her an ölüm gelebilir ve bu dünyadan ayrılmak zorunda kalabilirim! Öyleyse hemen kaza namazlarımı bitireyim, şu zikirleri de yapayım, Kur’an okumaktan geri kalmayayım, insanlara hakkı tavsiye edeyim” diyerekten, daima amel-i salih yapmamız lazımdır.

 

İnsan, halis niyetle padişah olur!

 

Bazı kimseler, “Zikirden geri kaldım, ibadetimden geri kaldım, yerimde sayıyorum, sanki önümdeki her kapı benim için kapanmış gibi” diyor, böyle bir umutsuzluğun içine giriyorlar. Böyle düşünmek çok yanlıştır.

 

Eğer böyle bir hal senin başına gelirse hemen ne yapacaksın? “El-Fettah” olan Allah-u Zülcelal’in kapısında duracaksın! Kapıda dur ve o kapı sana açılıncaya kadar o kapıyı çal…

 

Kapıyı çaldığın zaman, Allah mutlaka sana o merhamet kapısını açacaktır, inşaallah. O’nun katında istediğin her şey vardır; cennet var, cehennemden muhafaza olmak var, ne istersen iste, hepsi vardır. O yüzden, o kapının açılması için gayret edelim.

 

Peki, o kapı nasıl çalınır? Namaz kıldığımız, zikir yaptığımız, Kur’an okuduğumuz, hayır yaptığımız zaman, Allah-u Zülcelal’in kapısını çalmış oluyoruz. Günahla karşılaştığımızda o günahı, Allah için terk etmemiz dahi öyledir!

 

Allah-u Zülcelâl, mutlaka halis niyetle kapısını çalana, o kapıyı açacak ve merhametiyle muamele edecektir, inşaallahu teâlâ…

 

Hülasa salih amelle, halis niyetle köleler padişah olmuşlar, sultanlar derecesine yükselmişlerdir. Misal; Peygamberlerimizden hazreti Yusuf aleyhisselam… Daha küçük bir çocuk iken, Mısır’ın pazarında onu köle olarak sattılar. Ama ne oldu? Mısır’a padişah oldu. Ama nasıl bir padişah! Yedi sene kıtlık oldu; insanlarda gıda namına hiçbir şey kalmadı, yalnız Yusuf aleyhisselamın yanında vardı. Dünyanın bütün insanları, ona muhtaç oldu. Her taraftan, herkes onun kapısına geliyordu.

 

Nefse uymak ile de padişahsan köle oluyorsun! Züleyha da Mısır Sultanın hanımıydı, kendi nefsine uydu ve o köle oldu bu sefer…

 

Yusuf Peygamber padişah oldu, Züleyha ise köle oldu. Selman-ı Farisi radıyallahu anhu, ateşperest bir Mecusi’nin oğluydu. Babası ateşe tapıyordu. Fakat Selman-ı Farisi radıyallahu anhu bir halis niyetle babasından kaçtı Şam’a gitti. Onun kölesi oldu, bunun hizmetine girdi, tek derdi hakikati öğrenmekti. O rahibe hizmet ediyor, o öleceği zaman “Kime tabi olayım?” diyordu. Böyle böyle, birçok rahibe hizmet etti. Ta ki hizmetine girdiği bir rahip öleceği zaman “Tabii olabileceğin bir kimseyi tanımıyorum” diyerek, ona peygamberimizin geleceğini haber verinceye kadar bu böyle devam etti. Kendisine haber verildiği üzere, Efendimiz aleyhissalatu vesselamı bulmak için yollara düştü. Esir olarak Mekke’de bir Yahudi’ye köle olarak satıldı.

 

Yaşananların tamamını anlatamıyoruz burada, uzundur. Nihayet Peygamber aleyhisselatu vesselam efendimizin yanına geldi, iman etti ve Peygamber aleyhissalatu vesselam “Selman Ehl-i Beyt’tendir” diyerek, onu methetti. Babası ateşe tapıyordu fakat o öyle ihlâslıydı, öyle halis bir niyete sahipti ki Peygamberimiz onu Ehl-i Beyt’ten saydı.

 

Nuh aleyhisselam, ulu’lazm peygamberlerdendir. Bütün peygamberler büyüktür, yalnız içlerinden beş tanesi daha büyüktür, ulu’lazm peygamberlerdir. Öyle olduğu halde, onun oğlu Kenan, kâfirlere meyletti babasına uymadı, kâfir oldu neuzûbillah. Yani, bakın nasıl çark oluyor, devrediyor dünya…

 

Sen, Allah Azze ve Celleye köle olduğun zaman, halis niyetle amel-i salih yaptığın zaman; köle olsan bile Allah seni padişah yapar. Padişah olursan da günah yaptığın zaman Allah seni rezil eder, köle olursun. Onun için bize lazım olan şey, ahiret illa ahiret!

 

Ahiret bizim için çok mühimdir. Ona sımsıkı sarılalım, bize yarayacak olan odur. Başka bir şey değil!

 

Allah-u Zülcelâl, bizi kendi nefsimize teslim etmesin. (Âmin)

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ