Ruhu Çalınmış Genç Nesil
Modern dünyada kirlettiğimiz zihinlerimizin yerinde tertemiz kalplerimiz vardı bir zamanlar. Müslümanın aklının çalışması, ruhundan güç alırdı. Diğer bir ifade ile Müslümanın ruhundaki ulvîlik, onun dünyasının şekillenmesinde, münasebetlerinde, çalışmalarında, hayat felsefesinde, gayretlerinde, başarılarında en büyük etkendi. En kuvvetli itici güç konumundaki “ruh”, yapılan tüm işlerde niyetin de tespitine müdahil olur, işe kıymet kazandırırdı. İşte bu ruh ve “niyette ilahî rıza” olgusu birleşince ortaya imkânsızlıklar ya da yaşı küçüklüğün engel olmayacağı bir kuvvet çıkardı.
Asr-ı Saadet’ten günümüze değin, genç neslin önceliklerinde bir kısım değişiklikler olmuştur muhakkak. Ancak içinde bulunduğumuz yüzyılda, genç neslin ruhunda meydana gelen tahribatı “Değişim” olarak algılamak zor; zira ruhu çalınmış bir genç nesil var ortada!
Yetişkin çevrenin, onların omuzlarına yüklediği ya da yüklemekten imtina ettiği misyon sebebiyle “kalifiye” kadrosuna girememiş gençlerin aksine, tarihimiz duruşuyla ve yaptıklarıyla abideleşen, hatırladığımızda kendimize gelip, çeki düzen vereceğimizi ‘Müslüman Genç’ örnekleri sunar bize…
İlk muallim 20 yaşındaydı!
Dinin tebliğ vazifesi âlemlerin Efendisi sallallahu aleyhi veselleme gelmiş, evvela Daru’l-Erkam’da gizli tertib edilen buluşmalar ile Allah Resulünün ilk talebeleri rahle-i tedrîse başlamışlardı. Gizlice Müslüman olanlar arasında, yaşı ilerlemiş olanlar ile birlikte çok genç yaşta olanlar da vardı. Onlardan birisi de Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anhtı; zengin bir ailenin, yakışıklı ve akıllı bir çocuğu olarak, parlayan gözlerle zekâsının takip edilip fikirlerinin sorulduğu müşrik meclislerinden ayrılmış, Allah Resulünün önünde diz çökmüştü. Davası uğruna gencecik yaşında türlü sıkıntılara katlanmış, evinde hapsolunmak cezasına çarptırılmış, annesinin evlatlıktan ve mirastan reddetmesi sıkıntısına göğüs germiş, narin bedeni ile İslâm adına kıymetli bir nefer olmuştu.
Zaman gelmiş nice tecrübeli isimler dururken, Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin emri ile Medine’ye İslam’ın ilk muallimi olarak daha 20’li yaşlarının hemen başında gönderilmiş bu genç ve kutlu sahabî, Allah Rasulü’nün tercihindeki isabeti Medine halkının akın akın İslâm’a koşması ile göstermiş, sonraki Akabe Biatı’na Medine’den 70 kişilik bir temsilci heyeti ile gelmişti.
20 yaşının altında çektiği çileler, davasına sadakati, Allah Resulünün vazifelendirmesi ile Medine ufkuna açılan yolun öncülerinden olan Mus’ab bin Umeyr, şehitlik makamına nail olarak nihayet bulan dünya hayatıyla aramızda ayrılıyordu yalnızca bu dünyada.
Vahiy kâtipliğinden Kur’an’ın toplanmasına…
Efendimiz aleyhisselam ondan bahsederken fıkıh meselelerinde en müşkül problemlerle karşılaşılan “feraiz” ilmini “En iyi o bilir” dediği genç bir sahabî. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin vahiy kâtipliğini de yapmış olan bu kutlu sahabi Efendimiz vefat ederken daha 21 yaşındaydı. Zeyd ibn Sabit radıyallahu anhtan bahsediyoruz. O kadar gayretli ve samimi bir hizmet anlayışı içerisindeydi ki, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin diğer ülke kralları ile yazışmalarında gerekli olan İbraniciye “öğren” emri üzerine 15 gün gibi kısa bir sürede öğrenmişti. (İbn Hacer, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahabe)
Allah Rasulü dar-ı bekaya irtihal etmiş, daha Hz. Ebubekir radıyallahu anh döneminde çok büyük bir vazife kendisine tevdi edilmişti. Yemame Savaşı’nda hafız sahabilerden çok sayıda şehid olduğu görülünce Hz. Ömer, Hz. Ebûbekir’e Kur’an’ın unutulması endişesini dile getirmiş, ayetlerin derlenerek bir “Mushaf” haline getirilmesini teklif etmişti. İstişare neticesinde kabul gören bu teklif bir komisyona havale edilmişti. Zeyd b. Sabit radıyallahu anh, “Vallahi bir dağı taşımamı teklif etselerdi onu taşımak Kur’an’ı cem etmekten daha ağır gelmezdi.”(Tefsir Usulü, Prf. Dr. Muhsin Demirci, s.80) dediği vazifede komisyon başkanı olarak görev aldı.(Abdullah ibn Mes’ud gibi sahabenin önde gelen hafız sahabîleri varken neden vazifeye Zeyd ibn Sabit radıyallahu anhın seçildiği hususundaki bir kısım tespitler için bkz. A.g.e, s.81 vd.)
Aradan vakit geçmiş, Hz. Osman radıyallahu anhın hilafeti zamanına gelinmiş ve kıraat farklılıklarının meydana gelmesi gibi bir kısım sebeplerden ötürü Kur’an’ı Kerim’in çoğaltılması ihtiyacı hasıl olmuş, bu vazifeye’de yine Zeyd ibn Sabit radıyallahu anh getirilmiştir. 20’li yaşlarını İslâm adına en kıymetli hizmetler ile geçiren kutlu bir sahabi olarak şimdiler için örnek alınacak bir yıldız olmuştur.
Muaz b. Cebel radıyallahu anh
Yine bir başka küçük yaşına rağmen, büyük vazife ve hizmetler ifa etmiş genç sahabiyi, Muaz b. Cebel radıyallahu anhı hatırlıyoruz. 18 Yaşında Müslüman olmuştur. Hz. Muaz Yemen’e, orada tebliğ yapmak ve insanların müşküllerini çözmek için gönderilmiştir. Yemen’e giderken Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ile aralarında bir konuşma geçmiş, ne ile hükmedeceğine dair gerçekleşen bu konuşma “Muaz Hadisi” ismiyle meşhur olmuştur. O konuşmada Allah Rasulü aleyhissalatu vesselam, Muaz radıyallahu anhın söylediklerinden memnuniyetini dile getirmiş ve “Resulullah’ın elçisini Resulullah’ın hoşnut olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun!” buyurmuşlardır. İşte Hz. Muaz radıyallahu anh, bu vazife için Yemen’e gönderilirken yirmili yaşlarının ortalarındaydı.
Hem muhaddis hem müfessir ve fakihti
Sahabenin Abdullah’ları, genç yaşta fıkha hâkim, Kur’an’ın hıfzına mâlik olanları vardı ki onlardan birisi de Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anhtır. Genç yaşında kendisini Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hizmetine adamış, İslam davasına baş koymuş olmasının bereketlerinden olsa gerek kendisinden 848 hadis-i şerif rivayet edilmiştir.
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh yaşadığı dönemdeki siyasi hadiselere katılmak yerine daha ziyade ilmi faaliyetleriyle meşhur olmuş bir sahabidir ve bu yönüyle de örnektir genç hepimize. Nitekim onun adı hadis, tefsir ve fıkıh gibi İslami ilimlerin kurucuları arasında zikredilir. Gerek erken dönemde Müslümanlığı kabul edişi, gerekse Hz. Peygamber (sav) ile yakın münasebeti sebebiyle doğrudan pek çok hadis rivayet etmiştir.
Gençtiler ama destan yazıyorlardı
Asr-ı saadet sonrası dönemlerde de genç yaşta büyük işler başarmış örnek kimseler vardı.
Mesela; Ömer b. Abdulaziz! ‘Kurdun kuzuya zarar vermediği adaletiyle meşhur olduğu kısa hüküm döneminde daha otuzlu yaşlarının başındaydı.
Sultan Mehmed Han vardı Fatih ünvanının sahibi… Tahta ilk oturduğunda (1444) 12 yaşında, ikinci oturduğunda (1451) 19 yaşındaydı. İstanbul’u fethettiğinde (1453) ise 21 yaşında henüz.
Ahmed Cevdet Paşa 22 yaşında iken Rumeli kaleminde Kadı, 23 yaşında camilerde ders verecek kadar ehliyet sahibi bir müderris oldu.
Tıp, astronomi, fizik, kimya, eczacılık, mimari, matematik gibi onlarca alanda medeniyetin temellerini oluşturan buluşlara genç yaşında imza atan, tarih sayfalarında destanları okunan, adını yazdıran onlarcası vardı. Fakat bir dergi yazısında malumunuz hacimli örnekler verecek kadar geniş alanınız olmuyor. Bu sebeple, uzun zaman atlamaları yaparak bazı örnekler verdik. Oysa bu örnekler gibi daha onlarca, belki yüzlerce isim ile “Ruhlarındaki ve niyetlerindeki sahihliği gayret ve aşk ile birleştirenlerin elde edemeyecekleri paye yoktur” hakikatini tebellür ettirmeye çalışabiliriz. Zira köklü tarihimizde kütüphaneler dolusu kitap yazılmasına sebep olacak kadar çok örnek vardır.
İşte örnek alınası kadrolar bunlardı. Hayatlarının her safhasında Allah Resulü sallallahu aleyhi veselleme ittiba etmeyi şiar edinmiş, yolumuzu aydınlatan numune insanlardı onlar. Yorulmamayı, yorgunluğu ve yoğunluğu bahane etmemeyi öğreneceğimiz dava adamıydılar.
Sonra…
Bizim önümüzden bu örnekleri alıp, yerlerine dikilen ne idiğü belirsiz maket şahsiyetler, rollerini çok iyi oynadı, vazifelerini çok iyi yaptılar. Nihayetinde genç neslin sadece kılık kıyafetini ve bedenini değiştirmediler. Ruhunu çaldılar genç neslin. Ahlak ve edeb timsali Allah’a kulluğu şiar edinmiş hanımların yerini şimdilerde yegâne gayesi sivilcelerinden kurtulmak olan genç kızlarımız alırken; ilim irfan aşığı, İslam ve insanlığın hizmeti için gecesini gündüzüne katan gayretli yiğitlerin yerini ise kullandığı telefon modelini bir üst perdeye taşımaktan başka derdi olmayan ve yere sağlam basamayan erkek kardeşlerimiz aldılar. Öyle bir ifsad ettiler ki gençliğimizi, içlerini boşaltmayı da ihmal etmediler. Ruhlarını kokuttular, niyetlerini bozdular. Sonunda gayesizliğe mahkûm, amaçsız bir gençlik peydah oldu.
Ve biz sadece seyrettik…