Sahabenin Kerametleri -II-
Allahu Zülcelal’in seçkin kulları olan evliyaullahın harikulade halleri vardır; kerâmetleri haktır ve gerçektir. Kerametin gerçekliği yani hak oluşu, Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şerîfler ve haber-i sahîhler ile sabittir. Tarihin her devrinde Allah’ın veli kullarının bazılarında kerametler görülmüştür, günümüzde de görülmektedir.
Sahabe Efendilerimizden bazılarda kerametlere ve keramet neviinden ikramlara mazhar olmuşlar fakat onlar kalbî hayatlarını gizledikleri gibi kerametlerini de gizlemişlerdir. Ancak buna rağmen, ortaya çıkan bazı kerametleri görülmüştür. Biz bu kerametlerden bir kaçını sizinle paylaşmak istedik:
Gökten İnen Kova
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Annemden sonra annemdir” dediği Ümmü Eymen radıyallahu anha annemiz, oruçlu olduğu bir gün Mekke’den Medine’ye hicret ediyordu, hava çok sıcaktı. Yanında ne yiyecek, nede içecek vardı. Uzun ve yorucu bir günden sonra güneş batıp, akşam oldu. Revha mevkiinde mola verdi. Susuzluktan neredeyse ölecek gibiydi. Bütün kalbi ile Rabbine yönelmiş, ona dayanarak ondan istiyordu. Tam o sırada başının üst tarafında bir çıtırtı duydu. Ümmü Eymen annemiz derki:
“Başımı kaldırdığımda gökten aşağı doğru beyaz bir iple asılı bir kova gördüm. Bana doğru geldi. İyice yaklaşınca kovayı yakaladım. İçi berrak bir su ile doluydu. Sudan kana kana içtim. Bundan sonra en sıcak günlerde oruç tutup, güneş altında dolaştığım halde hiçbir zaman susamadım.”(1)
Allah ona gözlerini geri verdi
Zinnîre Hatun Müslüman olduğunu bir süre gizlemeye çalıştı. Ancak Kureyşliler, onun İslâm’a girdiğini bir şekilde öğrenmişti. Kadın olduğuna aldırmadan, annemize dininden dönmesi için baskı yaptılar. Ancak o, bu baskılara boyun eğmedi. Hep direndi.
Müslüman olduktan bir süre sonra, işkencelerin etkisiyle gözleri kör oldu. Müşrikler bunu fırsat bilerek, onu dinden döndüğü için kendi ilahlarının kör ettiğini söylemeye başladılar. Bu sözler bütün Mekke’ye yayıldı.(2)
Onların bu sözlerini duyan Zinnîre Hatun, onlardan etkilenmek bir tarafa, eşsiz bir cesaret ve feraset göstererek:
– Lât ve Uzzâ, kendilerine kimin ibadet ettiğini bile bilmezler. Bilakis bu körlük bana Rabbimden geldi. Elbette ki Rabbim gözlerimi geri iade etmeye kadirdir, diyerek müşriklerin sözlerine en güzel cevabı verdi.
Müşrikler, onun bu güzel cevabını doğru şekilde anlayıp, yanlışlarını kavrayacakları yerde onunla gülüp eğlendiler. Ancak, Rabbi onu yalnız bırakmadı. Dua mahiyetindeki bu sözünü kabul ederek, onu söylediği günün sabahı Zinnîre annemizin gözlerini açtı. Sabahleyin Zinnîre hatunun gördüğünü öğrenince şaşıp kalan müşrikler, bundan kendilerine ders çıkarmak yerine:
– Bu Muhammed’in sihridir, diyerek inkarlarına devam ettiler.(3)
İşkence ve keramet
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Mekkelilerle Hudeybiye anlaşması yapınca, Mekke dışındaki Müslümanlar yıllardır hasretle bekledikleri anın geldiğini anladılar. Artık Medine’ye gidip en sevgiliyi görebilecek, yanında kalıp ona hizmet etme şerefine kavuşacaklardı. Diğer beldelerdeki Müslümanlar gibi Devsliler de hazırlıklara başladılar. Tufeyl b. Amr radıyallahu anh vasıtası ile Müslüman olan 70 kişi hazırlanarak, hasretle bekledikleri kutsal yolculuğa çıktılar.
Aralarında Ebû Hureyre’nin radıyallahu anh de bulunduğu bu bahtiyar sahabeler Medine’ye doğru yola çıktığında, oğlu hakkında bilgimiz olmayan Ümmü Şerik annemiz Devs’de kaldı. Devs çok büyük kabileydi. Pek çok kişi Müslüman olsa da, kabilenin büyük bir kısmı hala Müslüman olmamıştı.
Müslüman kardeşleri gidince, onlardan aldığı davet bayrağını en güzel şekilde taşımaya gayret eden Ümmü Şerik annemiz, büyük bir aşkla Devsli hanımlara gizli gizli İslam’ı anlatmaya ve onları İslam’a davet etmeye başladı. Onun bu samimi gayreti kısa sürede meyvelerini vererek, bir çok hanım Müslüman oldu. Ancak bir süre sonra Devsli müşrikler onun Müslüman olduğunu anladılar. Eşi Ebû Akare’nin akrabaları annemizin yanına gelerek ona, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemi kastederek;
– Herhalde sen onun dinine girmişsin? dediler. O bunu inkar etmeyip:
– Evet, ben onun dinindenim, dedi. Akrabaları:
– Eğer dininden vazgeçmezsen sana inanılmaz işkenceler yaparız, diye tehdit ettiler. O bu tehditlere aldırmadan:
– Asla dinimden dönmem, dedi. Annemiz olayın devamını şöyle anlatıyor:
– Biz Zî-Halese’de oturuyorduk. Eşimin akrabaları farklı bir yerde oturuyorlardı. Bana:
– Seni kendi evimize götüreceğiz, dediler. Beni bir deveye bindirdiler. Deve değirmene yük taşıyan, binicisini çok rahatsız eden bir deveydi. Beni çok rahatsız etti. Konak yerine gelince, akrabalarım bana ekmek ve bal yedirdiler ama bir damla bile su vermediler. Yemekten sonra yola devam ettik. Güneş iyice tepemize gelip kızdırmaya başlayınca, develerinden inip tekrar mola verdiler. Çadırlarını kurup güneşten korunmak için çadırlara girdiler. Beni kızgın güneş altında bıraktılar. Susuzluktan perişan oldum. Aklım kayboldu, düşünemez hale geldim. Güneşin ve susuzluğun tesiri ile artık gözlerim görmüyor, kulaklarım duymuyordu. Tam üç gün boyunca bana bal yedirip, su vermedi, güneşin altında bıraktılar. Üçüncü gün bana:
– Artık şu inandığın şeyi bırak, dediler. Ben konuşamaz, iki kelimeyi bir araya getiremez haldeydim. Yalnızca parmağımı gök yüzüne doğru kaldırarak, Allah’ın bir olduğu işaretini yapabildim. Bundan benim dinimden dönmemek için hala direndiğimi anlayan akrabalarım, kendileri çadırlarına geçerken beni yine kızgın güneş’in altında bıraktılar.
Onlar çadırlarına gittikten bir süre sonra kendimden geçmiştim. Aradan ne kadar zaman geçti bilmem, göğsümde bir serinlik duyunca uyandım. Başımı kaldırdığımda göğsümün üzerinde içi su dolu bir kova vardı. Hemen kovaya uzanıp onu alarak içindeki sudan kana kana içtim. Kova göğe doğru çekildi. Havada öğlece asılı kaldı. Tekrar su içmek istiyor ama ona kavuşamıyordum. Ona ulaşmak için gayret ettimse de ulaşamadım.
Biraz sonra kova bulunduğu yerden aşağı indi. Onu hemen tutarak, yine kana kana su içtim. Kova tekrar elimden kurtularak gök yüzüne doğru çıkıp havada asılı kaldı. Şaşırmış öğlece kovaya bakıyordum. Kova üçüncü kez bana yaklaştığında tekrar kana kana içtim. İçindeki suyu başıma, yüzüme ve üzerime döküp serinledim. Kova gök yüzüne doğru çıkarak kayboldu. Akrabalarım çadırdan çıktıklarında benim durumumu görünce, suyu nereden ve nasıl bulduğuma şaşırıp, hemen araştırmaya başladılar. Onu kendi su kaplarından aldığımı düşünüyorlardı. Bana:
– Bu suyu nereden buldun, ey Allah düşmanı! diye çıkıştılar. Ben:
– Allah düşmanı ben değil, onun dinine muhalefet edenlerdir. Bu suyun nerden olduğuna gelince, o Allah katından geldi. Allah onunla beni rızıklandırdı, dedim. Tabi kimse bana inanmadı, hemen koşup, kırbalarına ve diğer su kaplarına baktılar. Hepsi doluydu. İşte o zaman büyük bir şaşkınlık içinde yanıma gelerek suyun bana nasıl geldiğini sordular. Olanları anlatınca:
– Biz şahadet ederiz ki senin Rabbin bizim de Rabbimizdir. Şurada sana yapacaklarımızı yaptığımızda o seni dilediği şekilde rızıklandırdı, diyerek, Müslüman oldular.(4)
Yahudinin annemize zulmü
Akrabaları Müslüman olunca, annemizi serbest bıraktılar. Bir süre daha memleketinde kalan annemizin Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ve müslümanlarla birlikte olma özlemi artmaya başladı. O kadar yolu tek başına gidemeyeceğini düşünüyordu. Birlikte gidebilecek kimse de bulamadı. Sonunda özlemi galip geldi, hazırlığını yaparak yol arkadaşı bulurum ümidi ile evden çıktı. Yolda aynı istikamette doğru giden bir Yahudi aile ile karşılaştı. Annemiz onlarla selamlaşıp kendini onlara tanıttı. Yahudi:
– Burada ne yapıyorsun? diye sordu. Annemiz:
– Medine’ye gitmek için yol arkadaşı arıyorum, dedi. Yahudi:
– Biz de o tarafa doğru gidiyoruz, dedi. Annemiz:
– Size arkadaşlık edebilir miyim, diye sordu. Yahudi:
– Olur, birlikte yolculuk yapabiliriz, dedi. Yol arkadaşı bulunca rahatlayan annemiz:
– Biraz bekleyin su kaplarımı iyice doldurayım, dedi. Yahudi:
– Gerek yok bizde yeterince su var, dedi. Annemiz:
– Olur, diyerek yanındaki sudan başka su almadan onlara katılıp, yola devam etti. Birkaç gün sonra annemizin suyu bitti. O gün oruç tutmuştu. Bunu bilen Yahudi eşine sıkı sıkı tembih ederek:
– Ona su vermeyeceksin, eğer verirsen sana yapacağımı bilirim, diye korkuttu. Eşi:
– Olur, vermem, dedi. Akşam olunca yemek için sofra kuran Yahudi annemize:
– Ey Ümmü Şerik! Sofraya gel, akşam yemeğini birlikte yiyelim, dedi. Gün boyunca oruçlu olarak güneşin altında kalan annemiz çok susamıştı. Yahudiye:
– Su içmeden yemek yiyemem, bende de su kalmadı, diyerek Yahudiden su istedi. Yahudi annemizin çok susadığını susuzluğa dayanamaz hale geldiğini görünce:
– Hayır sana bir damla bile su vermeyeceğim. Ancak dininden dönersen sana su veririm, dedi. Annemiz Yahudiye kızarak:
– Allah seni hayıra erdirsin! Benimle yol arkadaşlığını kabul ettin, su almama engel oldun, şimdide kalkmış bana; “Sana bir damla bile su vermeyeceğim” diyorsun. Allah bana hidayet verdikten sonra, ne olursa olsun asla dinimden dönmeyecek, Yahudi olmayacağım, dedi. Yahudinin yanından ayrılıp devesinin yanına gitti. Deveyi çöktürdü. Sonrada başını devesine yaslayarak uykuya daldı. Annemiz derki:
– Beni yanağıma değen su kabının soğukluğu uykudan uyandırdı. Başımı kaldırdığımda yanı başımda bir kap vardı. İçinde sütten beyaz, baldan tatlı bir su gördüm. Hemen suyu alarak kanıncaya kadar içtim. Sonra bütün kaplarımı bu su ile doldurdum. Su ile işim bittiğinde, su damlacıkları gözlerimin önünde gök yüzüne doğru yükselip gözden kayboldu. Bundan sonra tekrar yattım. Sabah olunca Yahudi fikrimin değişip değişmediğini öğrenmek için yanıma geldi. Beni rahatlamış görünce şaşırdı:
– Bu ne hal, susuzluğun gitmiş gibi duruyorsun? Diye hayretle sordu. Ben:
– Evet, Allah beni suya kandırdı, dedim. Yahudi bana inanmadı, benimle eğlenerek:
– Su nereden geldi? Yoksa gökten mi indi? Diye sordu. Ben:
– Evet, vallahi Allah gökten bana su indirdi. Sudan kana kana içip kaplarımı doldurduktan sonra, su tekrar göğe çekildi. Gözden kayboluncaya kadar ona baktım, dedim. Yahudi bana inanmadı, hanımının acıyarak bana gizlice su vereceğini düşündü. Hemen hanımının yanına koşarak ona:
– Akşam senin bu kadına su verdiğini duydum. Ben sana ona su vermeyeceksin dememiş miydim, diyerek hanımının ağzından söz almaya çalıştı. Ancak hanımı:
– Hayır vallahi ben ona su falan vermedim, dedi. Yahudi iyice şaşırdı. Ancak eşine inanmadı. Hemen gidip su kırbalarını ve kapları kontrol etti. Hepsi olduğu gibi yerinde duruyordu. Durumun doğruluğunu fark eden Yahudi, ses çıkarmadan yola devam ederek, annemizi Medine’ye kadar götürdü.(5)
Duası silahtan etkili olanlar
Allah Resûlü (asm), hicretin dokuzuncu yılında, Ramazan ayında, Tebük seferinden dönüp Medine’ye gelmiş, istirahat buyurmak için hane-i saadetlerine gitmişti. Eve girince:
– Bu seferde bize ve geride bıraktığımız ortaklarımıza verdiği ecir ve hasenattan dolayı hamd ederiz, buyurdu. Hz. Aişe radıyallahu anha:
– Yâ Resûlallah! Siz sefere gittiniz, orada bunca zorluklarla karşılaştınız. Siz bu kadar sıkıntı çekmişken, geride kalıp da sevabınıza kim ortak olabilir ki? diye sorunca;
– Medine’de öyle kişiler vardır ki, biz nerede yürüdüysek, hangi vadiye indiysek, onlar hep yanımızdaydı. Onlar bizimle gelmek istedikleri halde hastalık gibi nedenler onları bundan alıkoydu. Hem Allah kitabında şöyle buyurmuyor mu?
“Müminlerin hepsinin top yekun sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir gurup dinde geniş bir bilgi etmek, kavimleri savaştan döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdırlar. Umulur ki sakınırlar.”(6) Biz onların savaşanları, onlar bizim oturanlarımızdır. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, onların duası bizim silahımızdan daha etkilidir” buyurdu.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin sözlerini duyan sahabeler onu yanlış anladılar:
– Cihad bitti, diyerek silahlarını satmaya başladılar. Onların yaptıklarını öğrenen Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem sahabeleri uyararak:
– Ümmetimden bir gurup Deccal çıkıncaya kadar, hakkı savunmak için savaşacaklar, buyurup silahlarını satmalarını yasakladı.(7)
“Hainin Rabbinden, haine!”
Rübeyyi’a binti Muavviz radıyallahu anha anlatıyor: Bir gün evde yatarken, bir zenci aniden üzerime saldırdı. Boğmak için ellerini boğazıma doğru uzattı. Tam o sırada havada sarı bir kâğıt belirdi. Sonra kâğıt uçarak göğsümün üzerine düştü. Zenci kâğıdı alarak okudu. Kâğıtta:
– Hainin Rabbinden, haine! Salih kulumun çocuğunun üzerinden ellerini çek! Sen ona zarar veremezsin, yazılıydı. Kâğıdı okuyan zenci ellerini boğazımdan çekti. Omzuma vurmaya kalkışınca simsiyah oldu. Sonra koşarak yanımdan uzaklaştı.
Sabah olunca Hz. Aişe radıyallahu anhanın yanına gittim. Başıma gelenleri ona anlattım. Bana:
– Korkma zenci bir daha sana saldıramaz. Ama hayızlı olduğun zamanlarda daha dikkatli ol, dedi.(8)
Notlar: 1) Ebû Nu’aym, Hilyetü’l-Evliyâ, 2/68; İbn Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 303; Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, 6/125. 2) Belâzurî, Ensâbu’l Eşrâf, 1/221. 3) H. A. Akk, Uzama Havle’r-Resûl, 2/845. 4) İbn Sa’d, Tabakât, 8/156; İbn Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 303; Ebû Nu’aym, Marifetü’s Sahabe, 5/356-358. 5) Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, 6/123; Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 9/468; İbn Sa’d, Tabakât, 8/157; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 7488-7489. Sahabe; Nebhani, Keramatü’l Evliya, 1/163. 6) Tevbe, 9/122. 7) Vâkidî, Megâzî, 2/451, 2/1056. 8) İbn Sa’d, Tabakât, 8/109, 3/300.