Selamet İstersen Dilini Tut!
KAPAK KONUSU
Abdullatif Acar
Allah-u Teala buyuruyor ki:
“Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?” (Beled, 8-9)
İnsan Allah’ın verdiği nimetlerle insandır. Verilen her nimet nice sorumlulukları da beraberinde getirir. İşte dil de bu nimetlerin en önemlilerindendir.
Dil hem hayrın hem şerrin kapısını açan, iki taraflı anahtar gibidir; cennete de kapı açar cehenneme de… Dil insanı Hakk’ın rızasına da ulaştırır, şeytana veya nefsine de esir edebilir. Dil insanı insan belki de sultan eder. İnsanı vezir eden de rezil eden de yine dildir. İnsanı yüzükoyun cehennemin gayyalarına sürükleyen dilden başkası değildir.
Davut aleyhisselam bir koyun keser, Lokman-ı Hakîm’e koyunun en iyi uzvundan getirmesini emreder. Lokman-ı Hakîm dil ile yüreğini getirir.
Başka bir zaman yine bir koyun keser bu defa da en kötü iki uzvunu ister. Lokman-ı Hakîm yine iki uzvunu; dil ile yüreğini getirir. Davut aleyhisselam bunun sebebini sorunca Lokman-ı Hakîm şu cevabı verir:
“Bu iki uzuv iyi olursa her şey iyi olur, eğer kötü olursa her şey kötü olur.”
Evet, insan aslında dili ile yüreğinden ibarettir, farklılığı bunlardır.
Dili, Hz. Ali radıyallahu anh teraziye benzetmiş ve şöyle buyurmuştur:
“O, cehaleti ile hafifler aklı ile ağırlaşır.”
Dil yerinde kullanılırsa insan için ibadet olur, mükâfat üstüne mükâfat kazanmaya vesile olur. Ancak her ağzına geleni sarf etmek insanı nice dönülmez badirelere sürükler.
Dilden çıkan söz, yaydan çıkan ok, namludan fırlayan mermi gibidir. Hedef iyi tayin edilmeli, söyleyeceğimiz sözün kârı ve zararı inceden inceye hesap edilmeli.
Yunus Emre der ki:
“Sözü bilen kişinin, yüzünü ak eder bir söz
Sözü pişirip, diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.”
Dil Emanettir
Dil, emanettir ve Allah-u Zülcelâl ancak o emaneti rızası istikametinde kullanmamız için vermiştir. Zikirle, Kur’an okumakla, emri bil maruf nehyi anil münker yapmakla, ilim tahsil etmekle, hayır konuşup insanlara faydalı olmakla onu kullanmalı.
Cenab-ı Allah kitabında buyuruyor ki:
“Hatırla ki insanın sağında ve solunda, onun amellerini tespit etmekte olan iki(melek) vardır. O bir söz atmaya dursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır.” (Kaf, 17-18)
Allah korkusu taşıyan bir Müslüman, Allah’ın kendisini her an görüp gözlemlediği bilinciyle; ihsan derecesinde bir hayat sürmeye gayret eder.
Hz. İbrahim aleyhisselam der ki:
“Akıl sahibi, dilini boş ve lüzumsuz sözlerden muhafaza etmelidir. Kim ki her söylediği sözün amel olduğunu ve onun hesabını vereceğini düşünürse az konuşur.”
Mümin elinden ve dilinden başkalarının selamette olduğu kimsedir. Yüce Allah buyuruyor ki:
“Onlar ki, boş (sözden) ve faydasız işlerden yüz çevirirler.” (Müminun, 3)
Lokman suresinde ise lüzumsuz sözlerle meşgul olmayı fâsıklık ve dalâlet olarak nitelendirmiştir.
Tebessümü dahi sadaka sayan yüce dinimiz İslam, hikmetle ve güzel sözle insanları dine davet etmeyi emir buyurmuştur. Katı ve kaba bir üslubun insanların nefretini kazanmaya sebep olacağı aşikârdır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in etrafında insanların kısa bir zamanda toplanması onun eşsiz üslubu ve metodu sayesindedir. Dili bütün kötülüklerden muhafaza etmek her şeyden önce imanî hakikatlere vakıf olabilmenin bir şartıdır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Kul imanın hakikatine eremez, dilini hazine gibi muhafaza etmedikçe.” (Taberani)
Nizami der ki:
“Vefa bile olsa sana verilmedikçe alma. Senden bir şey sorulmadıkça doğru bile olsa söyleme. Madem sözün bal oldu, ucuz satma. Sakın balını sineklere açma.”
Sükût etmekten kimse zarar etmez ancak konuşmak suretiyle zarar edenler çoktur. Söz az ve yeterince olduğunda kıymet ifade eder. Fazlası israf ve samimiyetsizliktir, israfsa haramdır.
Nefis Konuşmayı Sever
Nefis çoğu zaman konuşmayı sever. Biz nefsimizin isteğini değil, Allah’ın razı olduğunu yerine getirmeliyiz. Fazla söz mubah olsa da fuzulî ve malâyânidir. Bu da insanın yanılmasına ve günaha dalmasına sebeptir.
Günahta ısrar edenin kalbi kararır. Nihayet tedbir alınmazsa o kalp ölür. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem uyarıyor:
“Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın! Çünkü Allah’ı unutarak yapılan uzunca konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olan kimsedir.” (Tirmîzî, Zühd 62)
Onun için buyrulmuştur k,; “Kim ki selamette kalmayı seviyorsa, sükûttan ayrılmasın.” (Beyhaki)
Susulması gereken yerde susmasını bilmeyen, nerede konuşulması gerektiğini de bilmez. Kısaca susulacak yerde susmayı, konuşulacak yerde konuşmayı, bağırılacak yerde avazımız çıkana kadar bağırmayı ölçü ve kural telakki etmeliyiz.
Her şeyi yerli yerinde kullanmanın kanun ve kuralı içerisinde dilimize daha fazla dikkat kesilmeliyiz. Bin düşünüp bir konuşmalı. Kelimelerimizi özenle seçmeli kısa ve öz cümleler kurmalıyız. Sözlerin haram ve helalliğine dikkat etmeliyiz.
Sadi Şirazi der ki:
“Akıllı kimsenin yanında susmak, edep icabıdır ve terbiye böyle gerektirir ama yeri gelmişse sözü söylemeli. İki şey akıl hafifliğindendir. Biri, konuşulacağı ve söyleneceği vakit susmak öbürü de susmak icap ettiği vakit konuşmaktır.”
Kâinatın Efendisi bir gün Ashab-ı Kirama sordu:
“Hangi amel daha sevimlidir?”
Sahabeler sukut ettiler.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki:
“Dili muhafaza etmek.” (Beyhaki)
Sukut Etmek Zordur
Ancak Başarmalıyız
Dilin kilidi yoktur ki kilitlensin. Açıktır orası, gireni çıkanı çoktur; kulaklarını açmış dinleyenleri de vardır. Nimetteki külfet budur belki. Kapalı olan yerin muhafazasındaki kolaylık yoktur açık olan yeri muhafaza etmede. Hafif bir vahamet ve gaflet nedeniyle esir ettiğiniz, tuttuğunuz sözler fırsat bu fırsat deyip çıkıverir ağzınızdan. Sonra nice günahlara bulanırsınız. Kendinize geldiğinizde “Nereden düştüm bu duruma?” der, pişman olursunuz.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem günaha sürüklenen insanların hemencecik aldandıkları iki organa dikkatleri çekerek buyurmuştur ki:
“Kim ki diline ve tenasül organına kefil olur, haramda kullanmayacağına dair Allah’a söz verirse ben de onun için cennete kefil olurum.” (Buhârî, Rikak, 33)
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden, hayır konuşsun ya da sussun.” (Buhâri, Edeb, 31) buyuran Allah Resulü aleyhisselatu vesselam bir sahabenin; “Bana öyle bir şey söyle ki onunla kendimi cehennemden korunayım” isteği karşısında:
“Rabbim Allah de sonra dosdoğru ol.” buyurmuştur.
Kendisine: “Ya Rasulallah, benim hesabıma en korktuğun şey nedir?” diye sorulduğu zaman dilini tutarak, “İşte budur,” buyurdu. (Tirmizi, Zühd, 60)
Dil bir olduğunda güzeldir. Fakat tek yöntem bu değildir. Yani konuşmak dertler ve meramların anlatılması için çoğu kez yeterli olmayabilir. Bazen susmanın ikrardan daha etkili ve tesirli yöntem oluğu inkâr edilemez bir gerçektir. Söz istisna, susmak esas olmalı. Sükût vatan, söz sıla olmalı.
Ebu Bekir El- Farisi şöyle demiştir:
“Kim sukut halini vatan edinmemişse diliyle sessiz kalsa bile boş işlerle uğraşıyor demektir.”
Hâl Dilinizi Kullanın
Dil, anlaşma aracı olarak madem kıymet ifade ediyor o zaman nice konuşmalara rağmen anlaşılamamanın arkasındaki eksikliğin ne olduğunu iyice düşünmeliyiz. Sözlerimizle kalbimizin, hayatımızın farklılığı, sözlerdeki suni samimiyeti, taklidî söylemleri ön plana çıkarıyor. Bu da içi farklı dışı farklı bir insan imajı oluşturduğundan muhataplar tarafından pek dikkate alınmıyor. Bunun, için en etkili yöntem hal ehli yani yaşantı sahibi olmaktır.
Dilimizin anlatamadığını halimiz fevkalade anlatıyor. Hal ehli olmak samimiyet ve ihlâsın bir neticesidir. Hâl sahibi olanların tesirli ve etkili olmaları bundandır. Etrafına nice kitleleri toplayan Allah dostları bunu hâl ehli olmalarına borçludurlar.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin:
“Müslümanı susmuş, vakur gördüğünüz zaman ona yaklaşınız çünkü o hikmet telkin ediyor.” (İmam Gazali, İhya-u ulumiddin) buyurduğu nakledilmiştir.
Kâinatın Efendisi ashabını dünyanın her tarafına İslam’ı anlatmalar için gönderdiğinde sahabeler gittikleri beldelerdeki konuşulan dilleri bilmiyorlardı. Onların yaşantılarına bakanlar, ashabın samimiyet ve ihlâslarıyla harmanladıkları hayatlarının tesiri altına kalıyor, kısa bir zamanda fevç fevç İslam sancağı altında toplanıyorlardı. Çünkü asıl olan hâl dilidir, söz halinizi anlamayanlar olduğunda ikinci bir yöntemdir.
Hasan-ı Basri hazretleri buyuruyor ki:
“Mümin bir kimsenin dili kalbinin arkasındadır, konuşmak istediği zaman o şeyi düşünür. Sonra diliyle onu geçiştirir. Münafığın dili, kalbinin önündedir bir şeyi kastettiğinde onu diliyle söyler kalbiyle düşünmez.”
Susmak gönlün konuşmasına vesiledir. Belli bir kıvama ulaşamamış kimseler dilleriyle konuşurken aslında gönüllerinin ağızlarını bağlamış olurlar, o gönülleri sustururlar. Gönül susunca hak ve hakikat adına her şey susar. İnsan etki ve yetkisini kaybedip, gönül de söz sahibi olmayınca şeytan orada karargâh kurar. Kalbin şeytan tarafından istilası da her azanın günaha girmesi anlamına gelir.
Muaz b.Cebel radıyallahu anh şöyle buyurmuştur:
“İnsanlarla az, Rabbinle çok konuş, böylece umulur ki kalbin Allah’ı müşahede eder.”
Dilinizin Esiri Olmayın!
Denmiştir ki: “Söz söylemeden önce senin esirindir, söyledikten sonra sen onun esiri olursun.”
Dil, bütün azaları kendine tâbî hale getiren bir organdır. İnsanı esaret altına sokan düşünmeden söylenen bir sözden başkası değildir. Onun için, hadis-i şerifte haber verilmiştir ki:
“Âdemoğlu sabahladığında bütün azalar dile hatırlatıcı oldukları halde sabahlarlar yani derler ki;
‘Bizim haklarımızı korumakta yüce Allah’tan kork!.. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.’” (Tirmizî, Zühd, 61)
Bir söz söylersiniz düşünmeden, yanlış oluğunu bildiğiniz halde nefsinize ve gururunuza yediremediğinizden, “Ben yanlış söyledim,” diyemezsiniz, adeta o sözün doğru olduğunu ispat etmek için bin dereden su getirtirsiniz. Diyelim ki gıybet ettiniz, insanlar nazarında itibarınız var. Sizin takva ehli biri olduğunuzu düşünüyorlar. “Ben hatalıyım” diyemiyorsunuz. İnanmadığınız şeye inanmış gibi, doğru olmadığını bildiğiniz sözü doğruymuş gibi kendinizi koruma refleksiyle hareket ediyorsunuz, yani yanlış sözünüzün esaretini yaşıyorsunuz.
Bir insana yalan söyleyerek ve iftira atarak zarar verseniz, hakkını helal etmesi erdemli bir davranış olmasına rağmen helal etmezse ona verdiğiniz zararı nasıl telafi edecek, onun karşısında düştüğünüz halden hangi imkânlarla kurtulacaksınız? Ya da koskocaman bir toplumu, bir cemaati veya bir tarikatı başkalarından duyduğunuz bir söz üzerine, zannın haramlığını düşünmeden, pek önemsemediğiniz bir kelimeyle de olsa zarara uğratsanız, kime gidip kimin zararını telafi edeceksiniz?
Böyle bir duruma düşen, o kadar büyük bir toplumun hakkı altında ezilen bir insan başını kaldırıp rahat gezebilir mi? Ya da tanıdığı tanımadığı herkese “Hakkını helal et” deme imkânı bulabilir mi? İşte bunlar sözün insanı nasıl da esir alabileceğine dair sadece birkaç örnektir.
İmam Gazali Hazretleri dil ile azaların irtibatını farklı bir açıdan şöyle ifade ediyor:
“Dil görünüşte bir et parçasıdır ama her şey onun tasarrufu altındadır. Dilin kalp gibi bütün azalarla münasebeti vardır. Dil ile yalvarır ağlar, sızlar, ağlama sesleri çıkarsa kalp bundan bir incelik yanma ve üzüntü sıfatı edinir. Kalpteki ateşin alevi beyni kaplar. Ve gözlerden yaş akmaya başlar… Kötü sözler söylerse kalp kararır. Doğru ve iyi şeyler konuşursa kalp nurlanmaya, parlamaya başlar.”
İmam-ı Şafi hazretleri buyurur ki:
“Söz yırtıcı hayvana benzer. Onu daima bağlı tutmalıdır. Bağlanmazsa sahibine hücum eder.”
Atalarımız ne güzel demiş:
“Bana benden olur ne olursa
Başım selamet olur dilim susarsa
Dil söyleyip saklanır, baş belaya katlanır
İyi kulların kabirleri, sırların kabirleridir.”
Dil Yarası İyileşmez
Atalarımız, “Kılıç yarası onarılır ancak dil yarası onarılmaz,” demişlerdir. En büyük yara dilin açtığı yaradır. Zaman geçtikçe kılıcın açtığı yara iyileşir, unutulur gider. Ancak dilin açtığı yaralar her geçen gün daha da derinleşir. Kötü söz, gıybet, yalan, iftira gibi sözler toplum nezdinde onulmaz yaralar açar, nice huzur ve saadeti yok eder.
Senelerce dost olduklarınızla bir anda düşman olursunuz. Ailedeki ilişkileriniz bozulur. Merhametin yerini zulüm alır. Birlik dirlik bozulur. Onun için Rabbimiz:
“Kullarıma söyle, en güzel olan sözü söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Şeytan insanın apaçık düşmanıdır,” (İsra, 53) buyurarak bizleri uyarmaktadır.
Dil Doğru Olmadıkça
Kalp Doğrulmaz
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.” (Buhârî, Rikâk, 23)
Evet, söz deyip geçmemeli. “İki lafın belini kıralım, zamanımızı geçirelim,” derken imanımızın belini kırar, hafife aldığımız bir kelimeyle her şeyimizi yıkarız. Kim bilir belki ibadet ve itaatlerle en zirvelere çıkmış olduğumuz halde alaşağı oluruz bir anda.
Bu sebeple doğru ve güzel söz Allah korkusunun belirtisidir, “Ey iman enler Allah’tan korkun (emirlerine bağlanın yasaklarından sakının) ve doğru söz söyleyin… “ (Ahzap,70) buyuruyor, Yüce Allah.
“Düşünceleri ifade eden yazı, söz kuşlarının kanatlarına bağlanmıştır. Daima taze görünen şu köhne âlem içinde kılı kırk yaran sözden daha keskin bir şey yoktur. Düşüncelerin başı, sayının sonu hep sözdür. Söz, bunu iyi bil! Sultanlar ona sultan demişler. Başkaları başka vasıflar demişler.” (Mahzen-i Esrar)
Son Söz Yerine:
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri dil ile ilgili söylenecek her şeyi şu mısralarda ne güzel özetlemiştir:
“Doğru konuşmak insanı selamete götürür. Çok gülmek ayıp ve hafifliktir. Fazla şaka cehaletin alametidir. Fazla kelime mana ve kavram eksikliğinin sonucudur. Susmak vakar ve ağırbaşlılıktır aklın süsü ve cehaleti örtmektir. Güzel sözlü, güleç yüzlü ve tatlı dilliler, gönüllerde azizdir.
Şakası çok olanın aklı illetlidir. Gülmesi çok olanın kalbi ölür. Yalanı çok olanın doğrusu azdır. Gıybet eden uğursuzdur. Şakacının itibarı azdır. Gizli kusurları bulan kalp sevgilerini bulamaz. Kendilerini öven nefsini ve gururunu kabartmıştır. Kişi lisanıyla insandır hâlbuki dili kendisine düşmandır.
Dedikoduyu terk eden gönül hoşluğunu bulur. Susmanın faydaları sonsuzdur, en azı selamettir. Canın ölümü dilin ucundadır.
Sırrı sen sakla, sır kimseye emanet edilmez. Dostuna her şey verebilirsin sakın sırrını verme. Sırrı açıklayanın sonu pişmanlıktır.” (Marifetname)