Sırat-ı Müstakim; ‘Dosdoğru yol’
Allahu Zülcelâl, bizden doğru bir şekilde iman etmemizi, emirlerine uymamızı, gönülden teslim olup emirlerine boyun eğmemizi, Peygamberlerinin bildirdiklerini şeksiz şüphesiz kabul etmemizi emir buyurmuş, bizim için dosdoğru bir yol belirlemiştir.
Her Peygamber gibi Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de o dosdoğru yolu tebliğ etti; “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud; 112) emr-i ilahisi icabınca kendisi ve ashabı, bütün mükemmelliklerle donanmış bir şekilde bu dosdoğru yolu takip ettiler.
Allahu Zülcelâl, bizim için sağlam bir akide tayin etti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve ashabı radıyallahu taala anhum, o akideye sıkıca bağlandılar, o akidenin esasları üzerinden örnek bir hayat ortaya koydular, akide ve amelleri ile insanlık tarihinin en güzide neslini teşkil ettiler, Allahu Zülcelal’in bizden istediği inanç ve yaşam tarzının örnekliğini gözler önüne serdiler. Ne yazık ki insanlar, o örnekliği terk ettiler, Hakk’ın rızasından uzaklaştılar.
Geçmişte, insanlıkta olumsuz bir değişim, bir bozulma izlendiğinde Allahu Zülcelâl, o olumsuz değişimi, o bozulmuşluğu yeni bir Peygamber göndererek ıslah ederdi. Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem son peygamberdir. İnsanlığın Ondan sonra bir peygambere ihtiyacı yoktur. İnsanlık, kıyamete kadar Efendimize vahyolunan, O aleyhissalatu vesselam ve Ashabı tarafından yaşanan Sırat-ı Müstakime muhtaçtır.
Sırat-ı Müstakim yani dosdoğru yol üzere yol almaya çalışan müminler, şeytan aleyhi lanenin insana musallat olması ve küfürle İslam arasındaki mücadele gereği sürekli saldırıya uğramışlardır. Daha Asr-ı Saadet devrinde şeytan ve dostları, mü’minlerin aklını çelmek istemiş, ayeti kerime de ifade edildiği üzere; “Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran; 110) şeklinde tarif olunan ümmetin yolundan ayırmak için mü’mine musallat olmuşlardır.
Süreç içinde
neler yaşanmıştır?
1) Ehl-i kitaptan sapanların, Hıristiyan ve Yahudilerin sapkın inanışları İslam’a taşınmak istenmiş, Ashab-ı Kirâm buna engel olmuş, kimsenin tahrif edilmiş Tevrat ve İncil’den öğrendiklerini ya da Ruhban sınıfının uydurduklarını İslam’a taşımasına müsaade etmemiş, Allahu Zülcelâl, dinini onların bu husustaki hassasiyetleri vesilesiyle muhafaza etmiştir.
2) Sahte peygamberler zuhur etmiş; Allahu Zülcelâl’in yasakladığı kula kulluğu yeniden ikame etmek için uğraşmışlar fakat yine Ashab-ı Kirâm Efendilerimiz, dilleri ve keskin kılıçlarıyla onların karşılarına dikilmiş, onların saf dimağları kirletmelerine müsaade etmemişlerdir.
3) Ashab-ı Kiram’ın takva zırhlı hassasiyetleri karşısında yenilen şeytan aleyhillane ve dostları, ashabın ahirete irtihalinden sonra Zerdüştlük gibi dinlerin fikirlerini farklı kalıplar içine yerleştirerek, Müslümanların önüne koyarak, kimi zavallı insanları aldatmışlar, onları doğru yola iletme adına Mecusîlerin peşinden gitmeye, hak yoldan ayırmaya, Sırat-ı Müstakimin dışına çıkarmaya çalışmışlardır. Kur’an, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha’yı esas alanlar, hak yolda kalmış; o sahih kaynaklardan uzaklaşanlar sapmış, batıl yolda bir yaşam sürüp, bir takım batınî sapkın anlayışların esiri olmuşlardır.
4) Eski Yunan eserlerinin tercümesiyle filozoflar zuhur etmiş; felsefe rağbet görmüş, Aristo, Eflatun gibi filozofların söyledikleri sahih İslam akidesinin yerine tebliğ edilmiş, nice şahsın kalbine kuşku düşürülmüş, ameli pâklıktan beri kılınmıştır.
Modern dünyaya kadar ulema ve salih şahsiyetler, Müslümanların itikadını bozmak isteyenlere karşı durmuş; camilerdeki vaaz kürsülerinde, birer İslam’ı yaşama merkezi mesabesindeki dergahlarında sahih İslam akidesini duyurmuş, mü’minleri şeytan ve dostlarının tuzaklarından korumak için uğraşmışlardır.
Modern dönemde ise Müslüman, yeni bir hücumla karşı karşıya kalmıştır; dine karşı ideolojiler inşa edilmiş, farklı isimlerle anılan bu ideolojiler dinin yerine konmak istenmiş, ideolojilerle gelen sapkın fikirlerle pek çok insanın imanı sarsılmış, ameli bozulmuştur. Çok kişi de kendisini onlardan korumuştur.
İtikadı bozmak için
yapılan saldırılar
Ne var ki şeytan alayhillane ve dostları, modern zamanlarda insanın karşısına hep oldukları gibi çıkmamışlardır; doğrudan ideolojilerle yayamadıkları bazı sapkınlıkları İslamiymiş gibi sunarak zihinleri bulandırmışlardır.
Bu çerçevede,
1) Kimi zaman “Kur’an İslam’ı” gibi yaldızlı ifadelerle en çok Sünnet-i Seniyye’ye karşı mücadele edilmiş; “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed; 33), “Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.” (Tegâbün; 12), “Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”(Nisa; 80), “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”(Ahzab; 36) “Hayır, Rabbine and olsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda, Seni hakem tayin edip verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar.” (Nisa; 65) şeklinde buyrulan fermanı şerifleri unutturularak, Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi vesellemin yolundan gitmeyen, Onun gibi yaşamayan bir Müslüman tipi üretilmek istenmiştir.
2) Batınîlik yeniden canlandırılarak, Ashab-ı Kirâm etrafında şüpheler uyandırma yoluna gidilmiş, ashabı örnek almayan, hatta ashaba hakaret eden bir Müslüman tipi oluşsun dilenmiştir.
3) Kur’an’ın ahkâmını fütursuzca akla vuran, çağın koşulları doğrultusunda şekillenmiş kendi aklını asıl; Kur’an-ı Kerim’i ona uydurulacak bir metin konumunda gören bir anlayış yayılmış, akla uyma kisvesi altında mü’min Kur’an’dan koparılmaya çalışılmıştır.
4) Kesin hükümlerle yasaklanmış ırkçılık, batıl izahlarla meşru gibi arz edilmiş, Allahu Zülcelal muhafaza buyursun kimi zaman ayet ve hadis okunarak, ya da kimi kavimlerin zayıf yönleri saklanıp, faziletleri abartılarak kalplere kazınmaya çalışılmıştır.
5) Ehl-i kıbleyi tekfir eden anlayışlar, dosdoğru yol diye yansıtılmış, ancak bölündüğü zaman İslam düşmanlarına yenilen ümmetin, bölünüp küçülmesi için zemin oluşturulmuştur.
Kurtuluşun yolu
‘Ehl-i Sünnet’in yolu
Mü’min mü’minin, ulema ve salih insanların himayesi altındadır. Hayırlı ümmetin içinde kalmak, iyiliğe çağıranların, kötülükten alıkoyanların içinde bulunmakla mümkündür. Ancak çağın iletişim imkânları, bu himayeyi zedelemekte, herkesi kendi başına ve korumasız bırakmaktadır. Batıl bir fikir, bir başına kalmış, günün koşullarına boyun eğmekten kaynaklanan yalnızlığına çekilmiş, dolayısıyla şeytan ve dostlarının hücumuna karşı savunmasız kişileri sosyal medya üzerinden bulmakta, zihnini bulandırmakta, amelinde ağırlığa sebep olmakta ve nihayetinde salih amelden uzaklaştırabilmektedir.
İnsan, bunca saldırılar karşısında, “Acaba kurtuluş yolu yok mudur?” diye figan etmek durumuna düşüyor adeta. Kurtuluş yolu elbette vardır!
Müslüman herhangi bir hususta ikilem içinde kaldığında; neyi tercih edip etmeyeceği konusunda karar vermesi gerektiğinde, onun başvuracağı kaynak açıktır, seçeceği topluluk bellidir.
Allahu Zülcelâl emretmiştir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne götürün. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa; 59)
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
– Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, biri müstesna geri kalanları cehennemlik olacaklardır. Bunu duyan Ashab-ı Kiram radıyallahu anhum sormuş:
– Ey Allah’ın Resulü bunlardan, kurtulacak olanlar hangisidir? Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz:
– Benim ve ashabımın yolunda gidenlerdir.” diye cevap vermişlerdir. (İbn-i Mace, Tirmizi , Ebu Davud)