SIRAT-I MÜSTAKIM / Kalbi Muhafaza Etmek
SIRAT-I MÜSTAKIM
Kalbi Muhafaza Etmek
Gülistan Dergisi Araştırma
Tasavvuf İslam’ın hem zahirî hem manevi olarak yaşanması, hayata tatbik edilmesi demektir. Bu sebeple tasavvuf kalbimizin ve manevi yönümüzün eğitimidir. Bu eğitime talip olan tasavvuf yolcusuna “sâlik” denir. Onun yürüdüğü talim ve terbiye yoluna da seyr-u sülûk denilir.
Seyr-u sülûk tasavvuf yolcusunun günahtan tevbeye, gafletten ve cehaletten ilme ve sâlih amele, çirkin huylardan yüce ahlaka, nefsinin karanlığından Hakk’ın nurlu yoluna doğru yürümesinin adıdır. Bu yürüyüş zahiri yani maddi alemdeki bir yürüyüş değil kalbin merhaleler kat etmesi, halden hale ilerleyip manevi makamlara ulaşmasıdır. Kalbin bu yürüyüşünde takva ve faziletlerin her birinin yeri ayrıdır. En mühimi de kalbin muhafazasıdır.
İnsanın özü olan kalbin önemine işaret eden pek çok ayet-i kerime vardır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de hadis-i şeriflerde kalbin ne kadar önemli olduğuna şöyle işaret ediyor:
“Dikkat edin vücudun içinde bir et parçası vardır; o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir!” (Buhârî, İmân, 39, Büyû‘, 2; Müslim, Müsâkât, 107)
Kalp ile azalar arasında kuvvetli bir münasebet vardır. İnsan bir şeyi yapmadan önce kalbinde onu yapmaya karşı arzu oluşur. Sonra o arzu irade ile teşebbüse dönüşür. O sırada kişinin taşıdığı bir gaye ve niyet vardır. İşte bütün bunlar kişinin yapıp ettiği eylemlerin günah ve sevap değeri taşımasına vesile olur. Bu sebeple kalbimiz, ahirette ortaya çıkacak olan halimizin aynasıdır.
Kalp çok önemli olmakla birlikte ona hâkim olmak da çok zordur. Çünkü kalp birçok şeyden etkilenir ve değişir durur. Abdullah b. Abbas radıyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kalbe, sürekli değiştiği için kalp adı verilmiştir.” (Ahmed, el-Müsned, 32/431; Beyhakî, Şu‘abü‘l-Îmân, 2/207)
Kalp yanlış duygu ve düşüncelerle ifsat olursa yaratılış maksadının zıddına meyleder. Allah-u Zülcelâl kalbi, Rabbini tanısın, sevsin, muhabbetle kulluk yapsın diye yaratmıştır.
Bir kimsenin Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanıp ebedi hüsrandan kurtulması ancak kalbin düzelmesi ile mümkündür. Mahşer gününde insana ancak kötülüklerden muhafaza edilen ve Allah’ın rızasını uygun bir hal üzere olan kalp fayda verecektir. Cenab-ı Hak bu hususta şöyle buyurur:
“O gün ne mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.” (Şuarâ; 88-89)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam bu ayet-i kerimenin nazil olmasından sonra dualarında daima: “Allahım, senden selîm bir kalp istiyorum.” (Tirmizî, Daavât, 23; Nesâî, Sehv, 61) demeye başlamıştı.
Selîm kalp, inkardan, şüpheden, gafletten, kasvetten, Allah’ın razı olmadığı şeylere meyletmekten korunmuş olan kalptir. Bu kalbin içinde yalnız Allah sevgisi ve Allah’ın sevdiği, Allah’ın rızasına vesile olan şeylerin sevgisi bulunur.
İşte kalp bu kıvama erişmişse yani Allah’ın ve Allah’ın rızasına kavuşturacak olan şeylerin muhabbetiyle doluysa o zaman Allah’ın razı olmayacağı şeylerden sakınır. Kalbi bu hal üzere kararlı bir duruma ulaşmış olan kişi takva üzeredir ve bütün uzuvları da sadece tâate yönelir.
Bu kıvama gelinceye kadar daima kalbin muhafaza edilmesi gerekir. Çünkü kalp çok hızlı değişir, her şeyden çabuk etkilenir.
Kalbi İfsad Eden Şeyler
Hasan-ı Basrî rahmetullâhi aleyh kalbin muhafazası hususunda şöyle buyurmuştur:
“Kalpler altı şeyden dolayı çürür ve bozulur:
1- Tevbe ederim, diye düşünerek günahtan sakınmamak.
2- İlim öğrendiği halde gereğince amel etmemek.
3- İbadet ve faziletlerde ihlâslı olmamak.
4- Allâh’ın verdiği nimetlerden yararlandığı halde şükretmemek.
5- Allâh’ın yarattıkları arasında paylaştırdığı rızka râzı olmamak.
6- Ölüleri defnedip, onlardan ibret almamak.”
Günahtan sakınmamak, bile bile günah işlemek suretinde olursa çok tehlikelidir. Bir mümin, hem Allah’ın onu gördüğüne iman ediyor hem de razı olmadığı bir işi çekinmeden yapıyorsa neye iman ettiğinin farkında değil demektir.
Günahtan sakınmamanın bir şekli de günaha sürükleyen yerlerden, kişilerden ve şeylerden yeterince sakınmamaktır. İnsanoğlu zayıftır, çeşitli tesirlere kapılabilir. Günaha götüreceği bilinen arkadaşlar, mekanlar ve aletlerden sakınmamak, günaha düşmeye sebep olabilir. Bilhassa yeni tevbe eden kişilerin bunlardan çok sakınması lazımdır.
Hayatının çoğunda ilim irfan ile meşgul olmuş, tasavvuf yolunda ilerlemiş kişilere zaten böyle teklifler pek yapılmaz. Ama yeni tevbe etmiş kişilere musallat olan çok olur. Bu dönemde kişi çok dirençli olmalı, kendine iyi bir sohbet çevresi, ilim irfan mektebi, sohbet ve zikir halkası edinmelidir.
İlim öğrendikten sonra da amel yapmakta devamlı ve istikrarlı olmalıdır. İlim öğrenmek tek başına insanı kurtarmaz. Bazen nefis insanı bilginin verdiği üstünlük hissiyle aldatır. Halbuki kişinin zihnen bilgi sahibi olması yetmez o ilmi amelle ve zikirle kalbine nakşetmeli, bütün varlığını Hakk’ın boyasıyla boyayıp nurlandırmalıdır.
Tenhalarda da İhlaslı Olmalı
Ameli yaparken de ihlasa dikkat etmek lazımdır. İhlas, ameli sırf Allah’ın rızası için yapmak, başka bir niyet karıştırmamak demektir. İnsanlar beni görsün, beğensin, takdir etsin gibi niyetler taşımamalıdır. Yalnız şuna dikkat etmelidir, insanın sohbet arkadaşlarını Allah için sevmesi ve onlar arasındayken kendini daha maneviyatlı, gayretli hissetmesi normaldir.
İmam Gazali rahmetullahi aleyhin bildirdiğine göre bu şekilde insanın içinde bulunduğu cemaatten etkilenmesi, riya demek değildir. Haller kalpten kalbe sirayet ettiği için Allah için sevdiği, bir araya geldiği sohbet arkadaşlarıyla birlikteyken kalp daha feyzli, nurani olabilir. Zaten sohbetin bir maksadı da budur. Ama kişinin asıl maksadı yine Allah’ın rızası olmalıdır.
İhlasın bir alameti de kişinin yalnız kaldığı zaman da ibadet ve tâatini yapmaya gayret göstermesidir. En ihlaslı amel, tenhalarda gizlice yapılan amellerdir. Kimsenin görmediği yerde kıldığı namazı, herkesin yanında kıldığı namaz kadar tadil-i erkana uygun olmalıdır. İşte o zaman dostlarıyla bir araya geldiği zaman namazdan, zikirden ve sohbetten daha fazla etkileniyor olmasında bir sakınca yoktur.
Kalbin manevi durumunu muhafaza etmenin bir şartı da devamlı Allah’ın nimetleri üzerinde tefekkür etmek ve şükretmektir. Allah’ın nimetlerini hatırlayıp bunlar için ne kadar şükretsek az olduğunu daima nefsimize hatırlatmak lazımdır. Şükür ve tefekkür kalpteki gafleti siler ve muhabbeti canlandırır.
Kalbi en çok bozan şeylerden biri de kendisine verilen nimetlere bakmak yerine başkalarına verilenlere bakmaktır. Bir insan başkalarına verilenlere bakıp haset ederse kalbi şeytanın kötü huylarından birine meyletmiş olur. Haset bütün sevapları yok eder. Çünkü hasette Allah’ın takdirine razı olmamak vardır.
Kalbi hasetten korumak için başkalarının halini çok merak etmemek, araştırmamak, gözünü sakınmak, ilgilenmemek lazımdır. Herkesin kendi nasibiyle meşgul olması, kendi işine bakması hem gönül huzuru için hem de kendi yolunda ilerlemek için en doğrusudur.
Kalbi haset ve başka kötü duygulardan muhafaza etmenin güzel bir çaresi de ölümü tefekkür etmektir. Ölümü çok düşünen insan dünyevi nasiplerle o kadar meşgul olmaz. Öldükten sonra herkes dünyadaki nasibini bırakıp gidecek ve gittiği alemde onu nereden kazandığının, nereye harcadığının hesabını verecektir.
Ölümü düşünen, ölenlerin halinden ibret alan kişi, kısa ömürde hep ahirette faydalı olacak amellerle meşgul olmaya bakar. Vazifeleriyle meşgul olmaktan dolayı malayani şeylerle ilgilenmeye zaman bile bulamaz. Daima hayırlı işlere ve hizmetlere koşar. Kendini iyi yetiştirmekle ve düzeltmekle meşgul olur.
Kalp Allah’ın razı olduğu güzel bir hal üzere ise, gafletten uyanır; Allah korkusu ve haşyet ile dolar. Rabbimiz böyle rakik, yani hisli ve ürperiş halindeki kalpleri methetmektedir:
“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir.” (Enfâl 2; Hac 35)
Kalp gaflet ve kasvetten kurtulup hassasiyet kazandığı zaman Allah’ın zikrinin tadını alır. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Sonra derileri de kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar.” (Zümer; 23)
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de Rasûlullah aleyhisselatu vesselamın şahsında ümmetine şöyle emretmiştir:
“Rabbinin ismini zikret ve bütün varlığınla O’na yönel.” (Müzzemmil, 8)
Kalbi muhafaza etmenin en güzel yolu, onu bozuk düşüncelerden ve çirkin duygulardan temizleyip dâimâ zikr-i ilâhî ile nurlandırmaktır. Zikir halinde de devamlı kalbi yoklamalı, onun ne hâlde olduğuna bakmalıdır. Çünkü zikirde asıl gaye kalbin Rabbine karşı olan halini unutmamasıdır. Yoksa zikir, dilin ucundaki kuru lafızların tekrarından ibâret değildir. Bu sebeple zikir esnâsında kalbi toplamalı ve murâkabe hâlinde olmalıdır.
Sâdât-ı kirâm hazarâtı buna vukûf-ı kalbî derler. Yani zikir anında dikkati kalbe yöneltmek gerektiğini, tasavvuf yolunda ilerlemek için bunun gerekli olduğunu söylerler. Zikrin gerçek maneviyatına ulaşabilmek için insanın sadrını yani bütün maneviyatını Allâh’a yöneltmesi gerekir.
Bir yandan günlük evradını yaparak kalbini nurlandıran bir yandan da kalbi ifsad edecek hususlardan sakınarak devamlı kalbini muhafaza eden bir salik nihayet kalbinde Allah’ın yüceliğini tanımaya başlar. Bu hale gelinceye kadar kalbin hallerine çok dikkat etmelidir.
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki:
“Kalbini tedavi et! Çünkü Allah-u Teâlâ kullarından kalplerini düzeltmelerini istiyor. Kalbin düzelmesi de ancak oraya marifetullahın; Allah’ın azameti, muhabbeti, heybeti ve O’na duyulan haşyetin ve tevekkülün tam anlamıyla yerleşmesi ile mümkün olur. İşte kelime-i tevhidin gerçek anlamı budur. Kalp de ancak kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah-u Tealâ’ya ibadet edip O’nu yegâne ilâh tanıması, O’nun muhabbeti ve haşyetiyle dolu olmasıyla salâha kavuşur.” (İbn Receb, Câmi‘u’l-Ulûm ve’l-Hikem, 1/210)
Kalpleri halden hale çeviren Allah-u Teâlâ’dır. Bizi çeşitli imtihanlardan geçiren O’dur, dönüş de ancak O’nadır. Bunu asla unutmayıp, sebeplere riayet ettikten sonra daima Allah’ın yardımını istemek lazımdır.
Allah-u Zülcelâl bizleri selim kalp ile huzuruna giden kullarından eylesin. Âmin.