SIRAT-I MÜSTAKİM / Namazı İlk Vaktinde Kılmak
SIRAT-I MÜSTAKİM
Namazı İlk Vaktinde Kılmak
Gülistan Araştırma
Dükkânı caminin bitişiğinde olan bir adam vardı. Ezan okunduğunu duyduğu vakit dükkânını kapatmak istemediği için cemaate gitmezdi.
– Daha vakit var, sonra kılarım, diye namazını sürekli geciktirirdi.
Bir gece, rüyasında kendisini ölmüş, mahşer yerine gelmiş, hesaba çekilirken gördü. Hayatı boyunca işlediği iyi ve kötü amelleri ortaya gelmişti. Ama Melaikeler hesabı görmeye namazdan başladıkları için evvela namazının mizana gelmesini bekliyorlardı. Fakat gencin namazı bir türlü ortaya çıkmıyordu.
Genç sıkıntıdan kan ter içinde kalmıştı.
– Ben hiçbir namazımı kazaya bırakmadım, hepsini kıldım, diye feryat ediyordu.
Cehennemin harareti ve gürültüsü yüreklere korku salıyordu. Genç çok korkmuştu, adeta dizlerinin bağı çözülmüştü. Derken nur yüzlü bir zat ortaya çıktı. Ağır ağır yürüyerek geldi,
– Ben bu gencin kıldığı namazlarım, dedi. Genç, büyük bir felaketten kıl payı ile kurtulmuştu. Heyecanla:
– Az kalsın yüreğime iniyordu. Niye bu kadar geç kaldın? diye sordu. Nur yüzlü zat da,
– Sen de beni hep son vakte bırakırdın, diye cevap verdi.
Genç bu rüyadan sonra namazlarına ehemmiyet verdi. Daima ilk vaktinde, mümkün olduğu kadar da cemaatle kılmaya çalıştı.
Namaz, insanın Allah-u Zülcelâl’e karşı en mühim kulluk vazifesidir. Bir insanın kulluk vazifelerine önem verip vermediğinin ölçüsü, namaza verdiği önemle ölçülebilir.
Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam, en faziletli amelin hangisi olduğunu soran sahabiye:
“Vaktinde veya vaktinin başlangıcında kılınan namazdır.” buyurmuştur. (Buhari, Mevâkît 162)
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem namaza çok önem vermiştir. Namaza önem veren bir insan da onu geciktirmez. Bir insan önem verdiği işlerini geciktirerek tehlikeye atmaz.
Namazı geciktirmekte birçok tehlikeler vardır. Birkaçı şunlardır:
1- Namazın kazaya kalması.
Malumdur ki insan bir işi geciktirir, dar vakte bırakırsa o zaman da birtakım manilerin çıkması tehlikesi vardır. Aniden gelen bir telefon, bir ziyaret, bir meşgale bizi unutturabilir veya alıkoyabilir. Derken namazın vakti çıkabilir. Bu sebeple ezan okunup namaz vakti girdiyse ilk işimiz namazımızı eda etmek olmalıdır.
Namazları vaktinde kılmaya “edâ etmek” denir. Farz ve vâcib olan namazı, vakti geçtikten sonra kılmaya ise “kazâ etmek” denir.
Vakit, farz namazların şartlarındandır. Bir namazı vakti içinde kılmak onun kabulü için gerekli şartlardandır. Meşru bir mazeret olmadığı halde geciktirip, önem vermeyip sonunda vakti kaçırmak, namazın vakit şartına riayet etmemek demektir.
Esasen namazı kazâ etmek, ancak elinde olmayan bir sebeple ve zaruretle vaktinde kılınamadığı vakit edâ etmenin yerine geçer. Yoksa namazı kaza etmek tam olarak eda etmenin sevabının yerini tutmaz. Bir sebeple vaktini kaçırdığımız namazları geciktirmeden kaza etmeliyiz. Ama namazları kazaya veya mekruh olan vakte bırakmayı adet haline getirmemeliyiz. Bunun için ise vakti içinde kılmaya dikkat etmek lazımdır.
2- Namazı tadil-i erkâna
uygun kılmamak.
Tadil-i erkân, namazdaki, kıyam, rüku, secde ve bunlar arasındaki geçişlerde, her uzvun sükunet bulup, bir miktar durmasıdır. Namazın yerine gelmesi için, rükuya eğildiğimiz zaman aceleyle hemen kalkılmaz, tesbihatları tane tane okuyacak kadar beklenir. Kalkınca da biraz durulur, hemen secdeye kapanılmaz. Secdede ve secdelerin arasında da yine her bir hareket yerine gelinceye kadar durulur.
Tadil-i erkânın en alt sınırı, “Sübhanallah,” diyecek kadar durup, azaların sabit kalmasıdır. Üç kere veya daha fazla tesbihat okumak daha efdaldir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem namazda tadil-i erkâna riayet etmeyenleri hırsıza benzeterek şöyle buyurmuştur:
“İnsanların hırsızlıkta en ileri olanı, kendi namazından çalan kimsedir.”
“Ey Allah’ın Resulü, kişi namazından nasıl hırsızlık yapar?” denildi. Resulullah:
“Rukûunu ve secdesini tam yapmaz. Bu namazdan çalmaktır. İnsanların en cimrisi de selâm (verip alma) da cimri davranandır.” buyurdu. (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, III/70)
Bir insan namazını geciktirir, son vakte bırakırsa namazını aceleyle kılacaktır. Bu durumda da tadil-i erkâna dikkat etmeyecektir. Halbuki namaz bir Müslümanın hayatındaki en kıymetli iştir. Çünkü namaz sırf Allah için yaptığımız bir ibadetimizdir.
Çoğu zaman şeytan bizi, dünya işlerine dalıp namazı geciktirerek aceleyle kılma hatasına sürüklemek ister. Hâlbuki biraz düşünürsek dünya işleri dünyada kalacaktır ve bir şekilde telafisi mümkün olabilir. Ama namaz ahirete ait bir vazifedir, ahirette ise namazın eksik ve kusurlarını telafi etme imkânımız olmayacaktır. Öyleyse vakit ayırarak itinalı bir şekilde yerine getirmeye en layık görevimiz namazdır.
3- Namazı gönül huzuruyla kılmamak.
Namaz, dünya işlerini bırakıp Allah-u Zülcelâl’in emrine itaat etmektir. Allah-u Zülcelâl namazda sadece bazı bedenî hareketler değil, gönülde huşû istemektedir. Bir ayet-i kerimede:
“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler,” (Müminun 1-2) buyrulmaktadır. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, namazı Cenâb-ı Hakk’a yalvarırcasına ruh haliyle kılınması gerektiğini bildirerek şöyle buyurmuştur:
“Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rekâtta bir teşehhüd vardır. Namaz, huşu duymak, tevâzû ve tezellül izhâr etmektir. (Bitirince de) ellerini, içleri yüzüne dönük olarak Yüce Rabbine kaldırırsın ve; ‘Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!’ diye yalvarırsın. Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir.” (Tirmizî, Salât, 166/385)
İnsan namaza dururken, kendini hazırlamalı, sanki ölmüş de mahşer gününde Allah’ın huzurunda dikilip hesaba çekiliyormuş gibi hissetmeye çalışmalıdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Namazını, (hayâta) veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilere tamah etme!” (İbn-i Mâce, Zühd,) buyurmuştur.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin namazı hakkında sahabeden bazı zatlar şöyle haber vermiştir:
“Bir keresinde Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)
Kişinin namazı, hissettiği manevi hal ve hislere göre kıymet kazanır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle haber vermektedir:
“Kul namaz kılar fakat namazının ancak onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kendisi için (sevap olarak) yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796)
Bu hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre namaz, hem beden hem kalp ile birlikte kılınmalıdır. Bedenin de kalbin de namazda bir edebi, bir huzuru olmalıdır. İşte namazı bu şekilde huşu ile kılabilmek için de namaza geniş vakit ayırmalı, düşüncelerden ve meşgalelerden sıyrılmalı ve biraz tefekkür etmelidir.
Peygamber Efendimiz başta namaz olmak üzere bütün ibadetlerine önem verir, itina gösterirdi. Namaza derin bir huzur içinde hazırlanırdı.
Vaktinden önce abdest alır, vakarlı ve sükûnet halinde mescide girerdi. Namazda safların düzgün olmasına özel önem verir ve mescitte sükûnetin sağlanmasına dikkat ederdi.
Dar vakte bırakılan namazda bunların yapılamayacağı, baştan savma bir şekilde kılınacağı açıktır. Peygamber efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem ibadetlerini büyük bir muhabbetle ve özenerek yapardı. Namaza ehemmiyet vermeyerek geciktirip, son vaktinde özensizce kılmak, yahut kazaya bırakmak, Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanma derdinde olan samimi bir kula yakışmaz.
Peygamber aleyhisselatu vesselam şöyle buyuruyor:
“Namazını vaktin evvelinde kılan kimsenin namazı büyük nûr ile göğe çıkıp. Arş-ı a’lâya kadar yükselir. Kıyamete kadar, orada sahibi için istiğfar eder. “Sen beni muhafaza ettiğin gibi, Allah-u Teâlâ da seni korusun,” diye dua eder. Namazını, vaktini geçirerek (özensizce) kılanın namazı nursuz olarak göğe çıkarılır. Göğe çıkınca eski bir paçavraya sarılır, geri çevrilip yüzüne çarpılır. Sahibine bedduâ edip, “Beni zayi ettiğin gibi, Allah-u Teâlâ da seni zayi eylesin der.” (Suyuti, Camiu’s-Sağîr, 1. Cilt. 157)
Bununla beraber namazı geç de olsa kılmaya çalışalım, büsbütün terk etmeyelim. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Namazların ilk vaktinde Allah’ın rızası, son vaktinde ise Allah’ın affı vardır.” (Tirmizi, Mevâkît 13) buyuruyor.
Bütün bu tehlikeler olmasa bile namazı ilk vaktinde kılmak gerekir. Çünkü namaz, Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanmak için, ona olan şükrümüzü eda etmek ve kulluğumuzu göstermek için yaptığımız amelimizdir. Öyleyse namazın vakti girdiği zaman bu vazifemizi bir an önce ve en güzel surette yapmak için can atmalıyız.
Elbette bu durumun istisnaları da vardır. Mesela bir hanımın eşi ondan yemek hazırlamasını beklerken onu aç bekletip sinirlendirerek namazı ilk vaktinde kılmak bir fazilet değildir. Namazı gönül huzuruyla kılabilmek için acil işleri yapmak daha uygun olacaksa, buna da dikkat etmelidir. Böyle bir engel yoksa namazı geniş vakitte, sakince kılmaya çalışmalıdır.
Namaza Hazırlanalım
Bir kişi mümkünse namaz vakti girmeden namaza hazırlansa, erkek ise mescide gitse, kadın ise evdeki televizyon gibi cihazlardan uzaklaşıp sessiz ve tenha bir yere çekilse namazını güzelce kılmaya muvaffak olabilir. Kişi namaza hazırlanmak için ne kadar zaman ayırsa o zamanın hepsini namazda geçirmiş gibi sevap alır. Mesela ezan okunmadan abdestini alıp, temizce giyinip, seccadesini serip, üzerinde oturup ezan cümlelerini tekrarlayarak ezan duasını okusa, sonra kalkıp namazını sakince eda etse, ardından tesbihatını okusa, dua etse, bu zamanın hepsi namaz gibi sevap kazandırır.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir gece, yatsı namazını kıldırmayı gece yarısına kadar geciktirmişti. Sonra ashabının yanına yüzü sevinçle aydınlanmış bir şekilde geldi ve şöyle dedi:
“İnsanlar namazlarını kıldılar ve yattılar. Siz ise, namazı beklediğiniz müddetçe namaz kılma (sevabını alma)ktasınız.” (Buhârî, Mevâkît 25, 40; Müslim, Mesâcid 223)
Allah-u Zülcelal bizleri namazı güzelce kılan kullarından eylesin. Amin.