Sümbül Sinan Hazretleri
İstanbul’umuzun tarihi ve uhrevi mekânlarını ziyaret etmeye devam ediyoruz. Bu evliyalar şehrinin önemli ziyaretgâhlarından birisi de hiç kuşkusuz Sümbül Efendi Dergâhı’dır. Kurucusuna nispetle Sümbüliyye adını alan tarikat, Halvetiyye’nin önemli bir kolu olan Cemâliyye’nin devamıdır. Sümbül Efendi Dergâhı’nın da yer aldığı Koca Mustafa Paşa Külliyesi, Fatih ilçesi dâhilinde, Koca Mustafa Paşa semtinde ve Yedikule yakınlarında yer alır. Ali Fakih Mahallesi, Koca Mustafa Paşa Caddesi üzerindedir. Bazı Bizans kalıntılarının yer aldığı bölgenin fetihten önce de dini ve tarihi açıdan önemli bir konumda olduğu kimi kaynaklarda zikredilir.
Sümbül Efendi ile
anılan cami ve külliye
Bizans’tan intikal eden fakat o sırada atıl durumda bulunan kilise, manastır ve küçük ibadet yerlerinin bir kısmının “yeniden yapılandırma” siyaseti gereğince padişah, devlet erkânı ve bazı nüfuzlu şahıslar tarafından cami ve medreseye çevrildiği biliniyor. İstanbul’un fethinden sonra bakımsız ve harap halde olan buradaki kilise de aynı minval üzere semte ismini de veren II. Bayezid’in vezir-i azamı Koca Mustafa Paşa tarafından (1489) tarihlerinde camiye çevrilmiştir. Bu caminin ismi Koca Mustafa Paşa Camii’dir. İstanbul’daki aynı adı taşıyan iki camiden birisidir. Günümüzde daha ziyade Sümbül Efendi Camii olarak bilinir. Cami zamanla yapılan ilavelerle tekke külliyesi halini almıştır.
Cami ve külliyenin Sümbül Efendi ile anılması, özdeşleşmesi Sümbül Efendi’nin burada şeyh olarak vazife almasından sonra başlar. Semavi Eyice, adı geçen makalesinde 1546 yılına ait “İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri”nde Koca Mustafa Paşa Külliyesi’nin cami, medrese, imaret ve hankahtan oluştuğunu belirtilmektedir. İlerleyen zamanlarda bunlara tekke, hamam, mektep, muvakkithane, şadırvan, çeşme ve türbe gibi yapılar ilave edilerek günümüzdeki halini almıştır. Külliyenin kuzey giriş kapısının sağında Zakirbaşı odasının arkasında bulunduğu rivayet edilen imareti, günümüze intikal etmemiştir. Hamamı ise yine külliyenin kuzey yönündeki revakların arka kısmında yer alan dükkânların arasında olup caddeye cephelidir. Hamam günümüzde de faaldir.
Kısa zamanda gelişen, şehrin ruhaniyetli ve önemli ziyaretgâhlarından biri haline gelen Sümbül Efendi Külliyesi, bu özelliği sayesinde Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir mahalleye dönüşmüştür. Yakın tarihlere kadar da bu durumunu korumuştur. Eski İstanbul mahalle karakteri, Yahya Kemal Beyatlı’nın bu semtin adını verdiği bir şiirinde de tasvir edilmiştir. Yahya Kemal’in bahsekonu şiirinin bir bölümü şöyle:
“Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr
Yerde bulmuş yaşayanlar da, ölenler de huzûr”
Haziresi sanat anlayışına
ayna tutuyor…
Camiden çıkışta sağ çaprazda, tarihi servi ağacı ile tekke meşrutası arasında, ilki 1529 yılında inşa edilen Sümbül Sinan Efendi Hazretleri’nin türbesi bulunur. Türbe, bugünkü görünümüne Sultan II. Mahmut zamanında yapılan onarım ve Serasker Mehmet Rıza Paşa’nın 1920 yılından önce yaptırdığı restorasyonla kavuşmuştur. Türbelerdeki kitabeler de yine hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Türbenin altında ve yanında Rıza Paşa ve Hekimoğlu Ali Paşa’nın büyük biraderi talik üstadı Ömer Efendi’nin mezarı mevcuttur. Ayrıca burada bir de kuyu bulunmaktadır.
Sultan II. Mahmud, Sümbül Efendi Türbesi ve diğer türbelerle Hz. Hüseyin’in, Sükeyne (Sakine) ve Fatıma (Allah hepsinden razı olsun) adındaki iki kızının kabirleri olduğu ve Hz. Cabir radıyallahu anh tarafından gömülerek başına dikildiği iddia edilen servi ağacının dibindeki kabirleri tamir ettirmiş, türbelere kitabeler koydurmuş, servi dibindeki iki mezar üzerine de tunç şebekeden açık bir türbe yaptırmıştır. Bu türbeye, “Çifte Sultanlar Türbesi” de denir. Bahse konu ulu servi ağacı kurumuş, ancak günümüzde varlığını devam ettirmektedir. Tahsin Öz, adı geçen eserinde vaktiyle bu servi ağacında asılı vaziyette duran ve türlü efsaneler isnat edilen zincirin müzeye kaldırıldığını zikreder.
İstanbul’daki ilk
Halvetî tekkesi
Sümbüliyye’nin kuruluş süreci, Sümbül Efendi’nin şeyhi olan, “Cemaleddin Efendi” ve “Çelebi Halife” olarak da bilinen Cemâl-i Halvetî’nin vefatından sonra başlar. II. Bayezid’in Koca Mustafa Paşa Külliyesi’ni tahsis ettiği Cemâl-i Halvetî, Halvetiyye’nin önemli temsilcilerindendir. Koca Mustafa Paşa Külliyesi, İstanbul’da ilk Halvetî tekkesi olması bakımından Halvetiyye’nin İstanbul’daki diğer bütün kollarınca tarikatınâsitânesi olarak kabul edilir.
Sümbül Sinan Efendi (1452) Merzifon doğumludur. Asıl adı Yûsuf Sinan’dır. “Sümbül” lakabı ona şeyhi Cemâl-i Halvetî tarafından verilmiştir. İlköğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul’a gitti. Medrese tahsiline başlayarak devrin tanınmış âlimlerinden Efdalzâde Hamîdüddin’in talebesi ve ardından mülâzımı oldu. Medrese tahsili sırasında tasavvuf aleyhtarı olarak bilinen Sümbül Sinan, bir arkadaşı vasıtasıyla tanıştığı Cemâl-i Halvetî’ye intisap ederek tasavvuf yoluna girdi. Medrese öğrenimini tamamladıktan sonra bütünüyle tasavvufa yöneldi. Üç yıl süren sıkı bir eğitim ve seyrüsülûk döneminden sonra hilâfet alarak irşad göreviyle Mısır’a gönderildi. Burada üç yıl irşad faaliyetlerinde bulundu. Cemâl-i Halvetî 1494 yılında hacca gitmek üzere yola çıktığı sırada vefat edince onun vasiyeti üzerine İstanbul’a dönerek kızı Safiye Hatun’la evlendi ve Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda postnişin oldu.
Sümbül Efendi’nin Sümbül ismini almasının hikâyesi de var. Benzer hikâye Aziz MahmûdHüdâyi Hazretlerine de atfedilir. Hikâye şöyle: Sümbül Efendi’nin hocası Cemâl-i Halvetî Efendi bir gün öğrencilerinden kırlara çıkıp, çiçek toplayıp getirmelerini ister. Öğrencilerin hepsi birbirinden güzel çiçeklerle hocalarının huzuruna çıkar. Yusuf-i Sinan ise arkadaşlarından epey sonra solmuş, kurumak üzere olan bir sümbülle, biraz da mahcup vaziyette huzura varır. Hocası bunun hikmetini sorduğunda ise, “Hangi çiçeğe el attıysam hepsi Allah’ı zikir ve tespihle meşguldü. Onları dalından koparıp da Allah’a ülfetlerini kesmeye gönlüm elvermedi. Baktım bu zavallı sümbül dalından kopmuş, ben de bu çiçeği size getirdim” deyiverir. Bu olaydan sonra hocası ona Sümbül lakabını takar.
Rivayetlere göre kim Sümbül Efendi’yi görse elinde, sarığında ve dergâhının çevresinde sümbüllerle haşır neşir olduğuna şahid olur. Böylece halk arasında da ismi nam salar. Bu sebeple sümbül çiçeği Sümbüliyye’nin sembolü olmuş, yüz yıllardır sevenleri tarafından kullanılmıştır. Tekkelerde, türbelerde hatta mezar taşlarında dahi sümbül motifine rastlamak mümkün…
Sümbüliye’nin bütün ilke ve kuralları Cemaliye’nin, dolayısıyla Halvetiye’nin aynıdır. Bu sebeple Cemaliye’nin bir kolu sayılmıştır. Bir tarikat olarak tek özelliği, Sümbül Sinan Efendi’nin coşkulu mizacından kaynaklanan bir uygulama olarak, zikir sırasında Mevlevilik’teki semaya benzer hareketlerde bulunulmasıdır. İstanbul’da oldukça yaygın bir tarikat durumuna gelen Sümbüliye’ninKocamustafapaşa’daki merkez dergâhından başka 20 civarında tekkeye sahip olduğu bilinmektedir. Sümbüliye, Sümbül Sinan Efendi’nin vefatından sonra Merkez Efendi adıyla ünlenen halifesi Şeyh Mûsâ Muslihuddin Efendi tarafından devam ettirilmiştir.
Yavuz Sultan Selim’in
yanında Sümbül Sinan
Bir kimse ile yalnız kalmak anlamına gelen halvet kelimesi, dilimizde “ıssız yerde yalnız kalma” anlamında kullanılmaktadır. Geniş anlamda halvet, büsbütün yalnız durmak, tenha yer, tenhada kalma, halvete girme, ibadet, zikir ve riyazet ile meşgul olmak üzere tenha bir hücreye kapanma, hamamın özel bölmesi manalarına gelir. Tasavvuf anlayışında halvetten gaye, tasavvufi hayata yeni başlayan kimsenin belli bir müddet hemcinslerinden ayrı kalıp, zihnini Allah düşüncesi üzerinde yoğunlaştırmasıdır. İlk tasavvuf kaynaklarında, halvetin, uzletle birlikte zikredildiğini görüyoruz. Halvet, bir tarikata ad olarak ortaya çıkmadan önce ve sonrasında hemen hemen diğer pek çok mutasavvıf tarafından uygulanmıştır. Ancak bu tarikatta bahsedilen halvet, halktan kopuk, insanlardan büsbütün uzaklaşma niteliğinde değil, halk içinde “Hak” ile birlikte olmak anlamına gelen “Halvet der Encümen” esaslı bir halvettir
Koca Mustafa Paşa Dergâhı’ndairşad faaliyetini sürdüren Sümbül Efendi’nin cuma günleri Ayasofya ve Fâtih camilerinde vaaz verdiği, vaazların ardından dervişleriyle Halvetî devranı icra ettiği rivayet edilir. Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı caminin açılış merasimi sırasında vaaz etme görevini ona vermesi, onun padişah nezdindeki itibarını gösteren bir delil olarak gösterilir. II. Bayezid’in yanında Cemâl-i Halvetî, Yavuz Sultan Selim’in yanında Sümbül Sinan, Kanûnî Sultan Süleyman’ın yanında Merkez Efendi bulunmaktadır. Mustafa Aşkar, “Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyyenin Tarihi Gelişimi ve Halvetiyye Silsilesinin Tahlili” isimli makalesinde Halvetiye tarikatının sadece Osmanlı padişahlarını değil, siyaset, askerlik, fikir ve sanat dünyasının önde gelen isimlerini de etkilediğini, doğrudan veya dolaylı olarak bu tarikattan feyz aldıklarını dile getirir. Hür Mahmut Yücer, “Sümbül Sinan” isimli makalesinde medrese kökenli bir müfessir ve vâiz olan Sümbül Sinan’ın bu özelliği sayesinde kendisinden sonraki postnişinlere de tesir ettiğini, pek çok Sümbülî şeyhinin selâtin camilerde kürsü şeyhliği ve vâizlik yaptığını zikreder.
Geniş bir coğrafyaya yayılmıştır
Sümbül Efendi, Kocaamustafapaşa’da bulunan dergâhındaki şeyhliğini ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Zikir sırasında cezbeye kapılarak ayakta dönmeye başlaması (devran) ve müritlerinin de kendisini izlemesi çeşitli tartışmalara neden oldu. Arapça Risaletü’t-Tahkikiyye ve Risâle Der Hakk-ı Zikr ü Devrân’ı, devranı savunmak amacıyla yazmıştır.Risaletü’l-Etvar isimli diğer eseri ise tarikatın ilke ve kurallarına ilişkindir. Bazı kaynaklarda Tarîkatnâme ve Risâle fî deverâni’s-sûfiyye isimli iki eseri daha zikredilir.
Anadolu’da 16. ve 17. yüzyıllarda daha ziyade Kütahya, Amasya, Manisa, Kastamonu gibi şehirlerde faaliyet gösteren Sümbüliyye’nin Balkanlar’dan Afrika’ya, Asya’dan Kafkasya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada izlerini sürmek mümkün. Mustafa Aşkar, adı geçen makalesinde bu tarikatın Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, Eski Yugoslavya (bugünkü Bosna-Hersek Cumhuriyeti) ve Uzak-Doğu ülkelerinden Endenozya’da oldukça yaygın olduğunu bildirir. Hür Mahmut Yücer ise adı geçen makalesinde Dimetoka, Yanbolu, Filibe, Niğbolu, Lofça, Yenice-i Karasu, Drama, Siroz, Nevrekop, Usturumca, İnebahtı, Avlonya ve Selânik civarında SümbülîÂsitânesi’ne ait vakıf arazilerinin varlığından söz eder. Tarikatın bu kadar geniş bir alana nüfuz etmesinde Sümbül Efendi’nin halifesi olan Merkez Efendi’nin büyük payı olmalı. Zira onun yaklaşık 500 halifesinin bulunduğu çeşitli kaynaklarda dile getirilir.
Sümbül Sinan’ın
müridlerinden isteği
Hür Mahmut Yücer, Sümbüliyye tarikatında uyulması gereken bazı prensipleri de Sümbül Sinan’ın “Tarîkatnâme” adlı risâlesinden nakleder. Buna göre Sümbül Sinan, müridlerin abdestsiz gezmemelerini, teheccüd ve evrada dikkat etmelerini, maksatlarının Allah rızası olmasını, şeyhe muhalefet etmekten kaçınmalarını, verilen görevleri yapmalarını, rüyalarını şeyhe arzetmelerini, huzurunda başka şeylerle meşgul olmamalarını, yüksek sesle konuşmamalarını ve gülmemelerini, öfkelenince susmalarını, günlük virdleri bitirmeden yatağa girmemelerini, sabah namazından işrak vaktine kadar yatmamalarını, yatsı namazından sonra ve abdest alırken dünya kelâmı etmemelerini, pazartesi ve perşembe oruçlarına devam etmelerini, cuma günü gusül abdesti almalarını, kimseden bir şey istememelerini tavsiye ve telkin eder.
Görüldüğü gibi bu tavsiyeler esasen bütün müminlerde bulunması geren hasletleri içeriyor. Bu sebeple sahih tarikatlar birer gül bahçesine benzetilmiştir. Rengi, kokusu neşvesi farklı güllerden mürekkep bir bahçedir bu. Dönemlerinin bir nevi sivil toplum kuruluşu işlevini gören, bünyesinde farklı zenginlikleri barındıran, ilim irfan meclisi bu tekkeler, Osmanlı toplum hayatının ayrılmaz bir parçasıydı. Önyargıdan ve taassuptan uzak olarak geniş çaplı araştırmalar yapıldığında bu kurumların kültür, tefekkür ve medeniyet tarihimizdeki yeri daha iyi kavranacaktır diye düşünüyoruz.
İstanbul kültüründe
Sümbülî asitanesi
- Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerini idrak eden Sümbül Efendi 78 yaşındayken 1529 yılında vefat etti. Cenaze namazı Fâtih Camii’nde Kemalpaşazâde tarafından kıldırıldı ve dergâhının hazîresine defnedildi. Türbesi bilindiği üzere İstanbul’un en önemli ziyaretgâhlarından biridir. Ölümüne düşürülen pek çok tarihten ikisi şöyledir: “Canına Sümbül Sinan’ın Fatiha” (Müstakimzâde Süleyman Efendi)“Nûr ola SümbülSinân’ın kabri hep” (Şeyhülislâm Kemalpaşazâde)
Gülgün Uyar, Çifte Sultanlar ile ilgili bir makalesinde buradaki caminin I. Ahmet zamanından itibaren minaresinde kandil yakılan ilk cami olduğunu zikreder. Vaktiyle İstanbul’un en kıdemli âsitânesi olan SümbülîÂsitânesi’nde her yıl on Muharrem günü aşûre pişirilip fukaraya dağıtıldığı da yine kaynaklarda yer alır. Bu gelenek günümüzde de devam ettiriliyor. Bir zamanlar kadınlar yeni doğan çocuklar için bir avuç üzüm ile bir kamış kalemi Sümbül Efendi türbesine koyarlarmış. Çocukların üzümleri yediğinde zeki, kalemle yazdıklarında ise âlim olacaklarına dair bir inanç hasıl olmuş o zamanlarda.
1900 yılında Koca Mustafapaşa, Beyçayırı Sokağında dünyaya gelen tarihçi Enver BehnanŞapolyo, hatıralarında büyükannesinin de bu âdete uyarak Sümbül Efendi’ye üzüm ve kamış kalem götürdüğünü ve yazıya o kamış kalemle başladığını yazar. Şapolyo, kalemi hayat boyu elinden bırakmayışını Sümbül Efendi’nin ruhaniyetine bağlar. Feyizlerinden yararlanmak için hattatların kalemlerini devrin namlı hattatlarından Şeyh Hamdullah’ın Karacaahmet’teki kabrine gömdüklerine ve bir müddet sonra çıkarıp bu kalemle yazı yazdıklarına daha önceleri bir yazımızda değinmiştik.
Okumak, yazmak, âlim olmak veya âlim yetiştirmeyi murad etmek fevkalade bir düşünce. Ameller niyetlere göredir. Niyet halis olunca, Allah vesileler yaratıp bereketini de ihsan ediyor. Elverir ki bu talep ve temenni türbe ile sınırlı kalmasın. Çocuğa gerekli eğitim koşulları oluşturulsun ve süreç sonuna kadar, aynı kararlılıkla devam ettirilsin.
Sümbül Efendi Dergâhı da tıpkı, Merkez Efendi, Yahya Efendi ve Aziz MahmûdHüdâyi dergâhları gibi yüzyıllardır insanımıza bir sığınma, arınma ve nefes alma mekânı oldu. Zira nice incelik ve güzellik bu medeniyet üniversitelerinin sinesinde saklıdır. Bu hazineleri keşfetmek, feyizlerinden faydalanmak birazda nasip işi öyle değil mi? Ya nasip!