TARİH / Malazgirt’te Yazılan Şanlı Destan
TARİH
Malazgirt’te Yazılan Şanlı Destan
Gülistan Dergisi Araştırma
Tarih bilinci, bir topluluğu millet haline getiren, geçmişi ve bugünü anlayıp geleceğe hazırlanmayı sağlayan en önemli faktördür. Bir kavram olarak tarih bilinci, tarihi bilgiye yüklediğimiz anlamlara dayalı olarak geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kurma olarak tanımlanabilir.
Tarih toplumların hafızasıdır. Tarihini unutan millet, hafızasını kaybetmiş bir insana benzer. Dünyada bütün toplumlar tarihlerini öğrenmekte ve gelecek nesillere öğretmekte büyük bir gayret göstermektedirler.
Bizi düşman olarak gören toplumlar, tarihi unutmamaktadırlar ama bizler tarihimizi ne kadar iyi biliyoruz? Oysa bizim tarihimiz kahramanlıklarla, destanlarla dolu olan çok büyük bir tarih. Onu öğrenmeye, öğretmeye ve üzerinde tefekkür etmeye her zamankinden daha çok muhtacız. Çünkü tarihine sahip çıkmayan, onu yeni nesillerine aktaramayan toplumlar kimliklerini kaybedebilirler.
Asla unutmamamız gereken tarihi hadiselerden biri de 26 Ağustos 1071 tarihinde gerçekleşen Malazgirt Zaferidir. Anadolu’nun İslam yurdu olmasında çok büyük öneme sahip olan Malazgirt Meydan Muharebesi tarihte ender görülen çok parlak bir zaferle sonuçlanmıştır.
Herhangi bir milletin tarihinde Malazgirt Zaferi gibi bir destan olsaydı o gün pek çok faaliyetlerle anılırdı. Çünkü bu destan, tarihin önemli bir bölümünde Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları üzerinde hüküm süren eski çağın en büyük imparatorluğu Roma’nın doğudaki mirasçısı Bizans’ın henüz çok genç bir devlet olan Selçuklu devleti karşısında bir gün içerisinde diz çökmesi ve perişan olması hadisesidir.
Tarihte birçok önemli savaş vardır ama bazıları önemli sonuçlar doğurmamıştır. Moğol istilalarının, Haçlı seferlerinin yol açtığı yıkımlar dışında kalıcı bir etkisi olmamıştır. Malazgirt zaferi ise tarihin akışında çok önemli bir yere sahiptir. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın önderliğinde kazanılan bu zafer ise yalnız Türk-İslâm ve Bizans tarihinde değil, dünya tarihi için de bir dönüm noktası olmuştur.
Cesaret ve Azmin Zaferi
Malazgirt Zaferi ve bu zaferin kazanan komutanıyla askeriyle Selçuklu ordusu adeta Allah’ın Ümmet-i Muhammed’e hususi bir nusret ve inayetidir. Her iki orduyla ilgili verilen rakamlara bakıldığında Selçuklu ordusunun Bizans ordusunun üçte bir veya dörtte biri kadar olmasına rağmen zafer kazanması; adeta, “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” ayetinin canlı bir örneği gibidir.
Büyük Selçuklu Devleti’nin temellerinin atıldığı 1040 Dandanakan Savaşı’ndan sonra Merv şehrinde toplanan büyük kurultayda alınan kararlar çerçevesinde Anadolu’ya doğru büyük fetih hareketleri başlamıştır.
O sırada Bizans’ın başına geçen Romen Diyojen, gittikçe artan Türk akınlarını durdurmak amacıyla büyük bir ordu hazırlığına girişmiştir. Bizans Devleti paralı askerlerle birlikte toplamda 200.000’e ulaşan büyük bir ordu toplamıştır. Hatta ordusunun büyüklüğüyle mağrurlanan Romen Diyojen o sırada Şii fitnesiyle meşgul olan Alparslan’a karşı son derece küstah davranmıştır.
Alparslan ise samimi bir mücahit olarak, ordusuyla birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra “Ölürsem kefenim olsun” dediği beyaz bir elbiseyle savaşa katılmıştır.
Cuma günü öğleye kadar orduyu denetleyen ve kumandanlarına son direktiflerini veren Alparslan, askerlerini şevke getiren şu samimi konuşmayı yaptı:
“Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur, yenilirsek şehid olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan ne de emir alan bir asker var; ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım; benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönebilirler.”
Sultan Alparslan, bu ünlü konuşmasının ardından ilk hücumu başlattı. Savaşta samimiyeti kadar usta bir komutanın sahip olması gereken bütün vasıfları da uygulayan Sultan Alparslan, bizzat kendisinin yönettiği Kurt Kapanı (Turan, Hilal Taktiği) taktiği ile Bizans ordusunun çembere alınmasına muvaffak oldu. Bu sırada Bizans ordusunda savaşan Peçenek, Uz, Kıpçak (Türkleri) askerleri de Selçuklu tarafına geçti. Neticede öğle vaktinden geceye kadar devam eden bu meydan savaşında Bizans ağır bir yenilgiye uğradı. Ordunun büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi, İmparator ve çok sayıda general esir alındı, askerlerin ancak bir bölümü kaçarak canlarını kurtarabildi.
Savaştan sonra İsfahan’a giden Alparslan, Abbâsî halifesi ve bütün İslâm hükümdarlarına fetihnâmeler göndererek kazandığı zaferi müjdeledi. Bu haber ulaştığı her yerde büyük coşkuyla karşılandı ve bütün Müslümanlar üzerinde derin bir etki meydana getirdi. Halife Kaim-Biemrillâh, Alparslan’a değerli armağanlarla birlikte özel bir mektup göndererek kazandığı zaferden dolayı onu tebrik etti ve ona çeşitli unvanlar verdi. Diğer İslâm memleketleri hükümdarları da Alparslan’ı özel heyetlerle değerli armağanlar ve tebriknâmeler gönderip kutladı. Ayrıca devrin şair ve edipleri sultan hakkında kasideler, çeşitli övgü yazıları kaleme aldı.
Ehl-i Sünnetin Müdafası
Malazgirt zaferinden önce İslam Dünyası itikadi ve siyasi bakımından büyük bir karışıklık içerisindeydi. Özellikle Abbasi Devleti’nin son zamanlarında ortaya çıkan yıkıcı akım ve cereyanlar İslam Dünyası için büyük bir tehlike arzediyordu.
Malazgirt zaferinden sonra kurulan Selçuklu ve daha sonra Osmanlı devleti bu karışıklıklara son verip ehl-i sünnet itikadını muhafaza eden, İslam’ın birliğini sağlayan güçlü bir müesses nizam kurmuşlardır.
Unutulmamalıdır ki, Büyük Selçuklu Devleti İslam’ın ve ehl-i sünnetin muhafazasını kendisine şiar edinmiş devlet adamlarına sahipti. Bu devletin attığı her stratejik adım başta İslam dini olmak üzere özellikle o dönemdeki Şii-Sünni çatışmasından dolayı ehl-i sünneti koruma gayesine hizmet etmektedir.
Abbasi Halifesi, Şii komutanlarca esir alındığı zaman onu kurtaran da Alparslan’ın amcası Selçuklu hükümdarı Sultan Tuğrul olmuştu. Büyük Selçuklu devletinin kurulduğu dönemde Şii Fatımi devletinin hâkimiyetindeki Mısır’da Hasan Sabbah gibi ‘Şii-Batıni Dai’leri (Şia davetçileri) yetiştirilip İslam coğrafyasına gönderilmekteydi.
Alparslan bilge veziri Nizamülmülk’le birlikte Şii Fatımi devletinin etkisini kırmak için ehl-i sünnet vel cemaatin akidesini güçlendirecek Nizamiye medreselerini kurmuştur. Ehl-i sünnet akidesinin ve tasavvuf yolunun müdafii Hüccet’ül İslam ünvanıyla anılan İmam Gazali rahmetullahi aleyh ve Ebu İshak Şirazi, Fahreddin er-Razi, Abdülkahir Cürcani, Beyhaki, Zemahşeri gibi nice büyük âlimler ve İmam Kuşeyri gibi tasavvuf yazarları Sultan Alparslan zamanında yetişmişlerdi.
Bu zaferin o günün İslam alemindeki önemi, Abbâsî Halifesi Kaim-Biemrillâh’ın emriyle, Malazgirt Muharebesi’nin Sultan Alparslan tarafından kazanılması için hazırladığı dua metninin Cuma namazında bütün İslâm ülkelerindeki minberlerden okutulmasını emretmesinden de anlaşılabilir.
Malazgirt Savaşı ile Anadolu’ya yerleşen müslüman topluluklar sadece yeni bir devlet kurmakla kalmamışlar, İslâm âleminin Hıristiyan dünyasına karşı muhafızı olmuşlardır. Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra Türk akınlarını durdurmaya cesareti kalmayan Bizans haçlı ordularını imdada çağırmışsa da artık hıristiyan alemi İslam coğrafyası üzerindeki emellerinden bir süreliğine de olsa vaz geçmek zorunda kalmıştır.
Anadolu’nun Tarihi Değişti
Her zaman söylendiği gibi, 1071 Malazgirt Zaferiyle Anadolu kapıları müslüman Türkmenlere açılmış ve bir daha da kapanmamıştır.
Anadolu yarımadası daha sahabenin hayatta olduğu ilk devirlerde İslam ordularının akınlarına sahne olmuştur. Hatta Bizans’ın başkenti Konstantinopol de defalarca kuşatılmıştır. Ama tarihi boyunca savaşçı ve sömürgeci olan bu devletin karşısında bu topraklarda kalıcı olmak kolay olmamıştır.
İlk olarak Abbasilerin hizmetindeki Türk komutanların gazâ ülküsü istikametinde uç bölgelerinden giriştikleri akınlarla tanıştıkları Anadolu coğrafyası, zaman içinde Alperenlerin gönülleri fethettiği, Gazi beylerin adaletli yönetimlerini tesis ettikleri bir İslam yurdu olmuştur.
Anadolu’nun İslam yurdu olması hem Türkmenler için hem Anadolu yarımadası için büyük önem taşımaktadır. Daha önce çoğunlukla atlı-göçebe kültüre sahip olan Türkmen boyları yerleşik şehir kültürüne geçip farklı sanatlar öğrenmiştir. Uzun süren savaşlarla, salgın hastalıklarla ve siyasi düzenin bozulması sebebiyle harabe hale gelen Anadolu yeniden imar edilmiştir.
Malazgirt’i takiben büyük nüfus kitleleri halinde göçüp gelen müslüman halklar Anadolu’yu yeniden canlandırmışlardır. Kısa zamanda camiler, medreseler, aşevleri, kütüphaneler, hastaneler ve köprüler inşa ederek bu diyara medeniyet getirmişlerdir.
Allah-u Zülcelâl bize bu yurdu bırakan ecdadımıza rahmet eylesin ve mükafatlarını bol bol versin. Bizlere de onlara layık evlatlar olmayı nasip eylesin. Amin.