TASAVVUFTA YOL ALMAK KABİLİYET İŞİDİR

  • 06 Şubat 2016
  • 3.142 kez görüntülendi.
TASAVVUFTA YOL ALMAK KABİLİYET İŞİDİR
REKLAM ALANI

Tasavvufî eğitimde başarılı olabilmek için şahsî gayretlerin yanı sıra fıtrî kabiliyetlerin yani isti‘dadın da büyük bir önemi vardır. Bu sebeple mürşidler, maneviyata kabiliyetli kişilerin mürîd olmasından ayrı bir mutluluk duyarlar. Şeyh Ebû Muhammed Şenbekî, mürîdi Ebü’l-Vefa Bağdadî kendisine bağlandığı zaman şöyle demiştir: “Bugün tuzağıma öyle bir kuş düştü ki, böylesi hiçbir şeyhin tuzağına düşmemiştir.”

 

İmam-ı Rabbanî Ahmed Sirhindî hazretleri de şeyhi Muhammed Bakî Billah’a intisap ettiğinde, ondaki istidadı sezen şeyhi, bir dostuna yazdığı mektupta mutluluğunu şöyle dile getiriyordu: “Sirhind’den Şeyh Ahmed isminde ilmi çok, ameli güçlü bir yiğit birkaç gün bizimle oturup kalktı. Ondan, çok ilginç haller müşahede edildi. Âlemin kendisiyle aydınlandığı bir kandil olması muhtemeldir.”

REKLAM ALANI

 

Hoca Ubeydullah Ahrar gençliğinde Yakûb Çerhî hazretlerinin yanına gidip mürîd olmuştu. İntisabından sadece birkaç gün sonra Yakûb Çerhî ona icazet ve hilafet verince diğer mürîdler bu duruma şaşırdı. Bunun üzerine Yakûb Çerhî şöyle buyurdu: “Mürîd dediğin, mürşidin huzûruna böyle gelmeli. Her şeyi hazır, iş icazete kalmış. Lamba, yağ ve fitili hazırlamış, sadece kibrit çakmak gerekiyor.”

 

Maharetli marangozun elinde odun

nasıl eser olursa Kamil Mürşidle de…

 

Karakter ve kabiliyet yönünden bazı kişilerin tasavvufî eğitime daha yatkın olduğu bilinen bir gerçektir. Bazıları ise diğerleri kadar şanslı değildir. Hoca Bahaeddin Nakşbend hazretleri bu durumu şöyle ifade eder: “Sohbetimize gelenlerden bazılarının gönlünde muhabbet tohumu vardır. Ama dünyevî alakalar yüzünden gelişip büyüyememiştir. Bizim vazifemiz o alakaları temizlemektir. Bazılarının ise gönlünde muhabbet tohumu yoktur. Burada bizim vazifemiz tohum atmaktır.”

 

Gönlünde muhabbet tohumu olan kişilerin yola erken çıkacakları ve diğerlerine nazaran tasavvuf yolunda daha hızlı mesafe alacakları muhakkaktır. Diğer taraftan isti‘dadı (kabiliyeti) az olanlar bu yolculukta daha gerilerde kalırlar. Nitekim Hz. Mevlana buyurur: “Koku al(a)mayan biri gül bahçesine girse, gül kokusundan, reyhan kokusundan bir zevk alamaz.”

 

Tasavvufî eserlere bakıldığında mürşid-i kamillerin, karşılarındaki insanın isti‘dadını ve tasavvufî eğitime yatkınlık derecesini büyük bir maharetle sezdikleri anlaşılmaktadır. Bu sezgide o kişinin davranışları ya da gördüğü rüyalar da etkili olabilmektedir.

 

Mürşidler müridlerinin

kabiliyetini nasıl anlıyorlar?

Kişinin davranışlarına bakarak maneviyata kabiliyetini anlama konusuna şu menkıbeler örnek olarak gösterilebilir:

Rivayete göre, Hakîm Süleyman Ata kuddise sirruhu küçüklüğünde, Yesi şehrinde Kur’an-ı Kerîm öğrenmek için arkadaşlarıyla birlikte camiye giderken diğer çocuklar Kur’an’ı boyunlarına astığı halde, o saygısından dolayı Kur’an’ı başının üzerinde taşıyordu. Bu durumu gören Ahmed Yesevî kuddise sirruhu onu kendi talebeleri arasına aldı. Hakîm Ata’nın diğer çocuklara göre Kur’an-ı Kerîm’e farklı bir saygı göstermesi Hoca Ahmed Yesevî’nin dikkatini çekmiş, ondaki istidadı sezen Yesevî Hazretleri onu mürîd edinmiş ve sonraki yıllarda Hakîm Süleyman Ata, Hoca Ahmed Yesevî’nin halîfesi olmuştur.

 

Davranışlara bakarak istidadı sezmeye bir örnek de şu rivayettir: “Seyyid Hasan henüz küçük bir çocuk iken babasıyla birlikte Hoca Ubeydullah Ahrar’ın yanına gelmişti. Hace Ahrar’ın yanındaki bal küpünü gören çocuk bütün ilgi ve dikkatini oraya yöneltti. Hoca Ahrar çocuğa adını sorunca, adeta kendinden geçmiş olan çocuk, “Bal” diye cevap verdi. Bu duruma çok sevinen Hace Ahrar kuddise sirruh: “Bu çocukta büyük bir kabiliyet var. Balı görünce kendi adını unuttu. Eğer rûhunun muradına baldan daha tatlı bir şey (maneviyat) tattırırlarsa mutlaka ona yönelişi çok kuvvetli olacak” dedi ve çocuğun maddî manevî eğitimini üstlendi. Sonraları Seyyid Hasan, Hace Ahrar’ın önde gelen mürîdlerinden biri oldu.

 

Kişinin maneviyata kabiliyetini anlamanın yollarından biri de gördüğü rüyalardır. Bu konuda bir örneğe Hz. Mevlana’nın hayatında rastlanır: “Mevlana Celaleddin Rûmî küçük bir çocuk iken ailesiyle birlikte Belh şehrinden göç ediyordu. Nişabur’a geldiğinde bir rüya gördü. Rüyasında nûr yüzlü bir pîr, kendisine altı dallı bir gülfidanı vermişti. Mevlana Celaleddîn rüyasını babasına anlattığında o: “Altı dallı gül, senin altı ciltlik bir kitap yazacağına işarettir” buyurdu. O anda orada hazır bulunan Ferîdüddîn-i Attar da: “Altı dallı güle kavuşuncaya kadar bu kitap ile meşgûl olursunuz” diyerek Esrarnâme isimli kitabını Mevlana Celaleddîn’e hediye etti. Meğer rüyada görülen ve kendisine gül veren kimse de Ferîdüddîn Attar kuddise sirruh imiş. Ferîdüddîn Attar hazretleri, Mevlana Celaleddîn’de ilahî nûrlar ve fıtrî, yaratılıştan gelen bir takım kabiliyetleri görmüş ve ona dua etmişti.

 

Bazense izni İlahi ile
sınırları aşarlar

Kişinin maneviyata istidadını anlamak her zaman onun davranışları ya da rüyalarıyla olmaz. Bazen akıl sınırlarını aşan bir sezginin ve firasetin devreye girdiği anlaşılmaktadır. Buna misal olarak şu menkıbe zikredilebilir: “Hoca Bahaeddîn Nakşbend Hazretlerinin doğmasına yakın bir tarihte Muhammed Baba Semasî mürîdleriyle birlikte Buhara’nın Kasr-ı Hinduvan köyünden geçmiş ve yanındakilere: “Bu topraktan bir yiğit kokusu geliyor, yakında Kasr-ı Hinduvan, Kasr-ı Arifan (Arifler Köşkü) olacak” demişti. Baba Semasî’nin Kasr-ı Hinduvan’a bir sonraki gelişinde Bahaeddîn Nakşbend henüz üç günlük bir bebek idi. Bebeği gören Baba Semasî mürîdlerine: “Kokusunu işittiğimiz yiğit budur” deyip halifesi Emîr Külal’e döndü ve: “Oğlum Bahaeddîn’e şefkat ve terbiyeni esirgeme, yoksa sana hakkımı helal etmem” dedi.

 

Duygu ve sevgi yönü ön planda olan insanlar tasavvufî eğitime, mantık yönü ön planda olan insanlar da medrese eğitimine daha yatkındır. Ancak istidadı ne yönde olursa olsun, tasavvuf kültürünün ahlak ve maneviyat birikiminden herkesin istifade edebileceği bir nokta vardır. Çünkü tasavvuf yolu bazı insanları evliya yaparken, bazılarını da en azından eşkiya olmaktan kurtarır.

 

Tahir Efendi isminde bir zat şöyle anlatıyor: “Bir gün Abdülhakîm Arvasî kuddise sirruh Efendi’ye gidiyordum. Yolda, kendi kendime, ‘Abdülhakîm Efendi’ye arz edeyim, evliyalıkta yükselmek büyük iş, bizim küçük gayretimizle elde edilmez, himmet buyursunlar, teveccüh eylesinler de, o yüksek makamlara beni kavuştursunlar’ diye düşünüyordum. Vardım, bahçede yalnız oturuyorlardı. Selam verip ellerini öptüm. Yüzüme bakıp: “Tahir! Şu ağaç ne ağacıdır?” buyurdu. “Manolya” dedim. “Şu nedir?” buyurdu. “Gül” dedim. “Tahir! Bunların suyu bir, havası bir, toprağı bir de, niçin boyları farklıdır? Mesela şu çimene ne yapılsa gülfidanı olabilir mi, gül de manolya ağacı kadar büyür mü?” buyurdu. “Hayır, efendim” dedim. “Demek ki, farklılık istidadlarından yani kabiliyetten geliyor. Ve demek ki ot, gül gibi, gül de manolya gibi olmaz!” buyurup tekrar bana baktılar. “Kusurumu bağışlayın efendim” dedim.

 

Yalnız kabiliyetle olmaz;
gayret ve istekte lazımdır!

Bazı insanlarda kabiliyet vardır ama o kabiliyeti geliştirmek için gayret etmedikleri ya da uygun bir ortam bulamadıkları için istidad tohumları çürüyüp zayi olur. Alaeddin Abîzî hazretleri şöyle der: “Bu yolda ilerlemek, kabiliyet, gayret ve isteğin bir araya gelmesiyle mümkündür.” Hoca Bahaeddin Nakşbend hazretleri de şöyle buyurur: “Zikir telkîni, bir kimsenin eline çakmak taşı vermek gibidir. Bundan sonra iyi bir netice oluşması için amel etmek mürîde aiddir”.

 

Diğer taraftan kabiliyetler farklı farklı olabilir. Herkes isti‘dadı olduğu noktayı geliştirerek iyi bir kul olma yönünde mesafe alabilir. Sûfîlerin meşhûr sözlerinden biri şudur: “Allah’a giden yollar, mahlûkatın nefesleri adedincedir.” Mürşid-i kamiller ise mürîdin kabiliyet ve zaaflarını tespit edip gerektiğinde kişiye özel reçete geliştirebilen tabîblerdir.

 

Hoca Ali Ramîtenî kuddise sirruh hazretleri buyurur: “İrşad işine giren bir kimse, önce mürîdin yani talebenin yeteneğini, kabiliyetini tanımalıdır. Bunu bildikten sonra ona zikir telkîni yapar, yeteneğine göre onu yetiştirir. Bu bakımdan mürîd terbiyesi işine girmiş olan kişi, tıpkı kuş yetiştiricisi gibidir. Kuş terbiyecisi, kuşun kursağına ne kadar yem gireceğini bilmesi gerekir ki ona fazla yem yüklemesin. Buna göre mürşid olan zat da, mürîdin kabiliyeti nisbetinde ona zikir telkini yapar.”

 

Tasavvuf, kişideki yaratılıştan gelen -az veya çok- manevî istidadı ortaya çıkarmaktır. Her gönül, bağrında petrol bulunan bir arazi gibidir. Fakat sondaj vurulmadığı için o petrol, dışarı çıkma imkânı bulamaz. İşte o alt zemindeki petrol, Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği manevî bir istidaddır. Bu da tıpkı akıl gibi her insanda farklı seviyededir. Bu istidadın ve yeteneğin ortaya çıkması için manevî sondajı vurarak o cevheri açığa çıkaracak olan, mürşid-i kamildir. Mürîd de azim ve gayret ile üzerine düşen görevleri yaparak bu konuda mürşide yardımcı olmalıdır.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ