Teklif Aleminden Teşrif Alemine Yolcuyuz
İRFAN SOHBETİ / Seyda Feyzullah Konyevi (ks)
Biz teklif alemindeyiz; teklif diyarındayız yani biz mükellef olduğumuz, mesul olduğumuz, sorumlu olduğumuz bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada yaşarken, sorumlu olduğumuz şeyler nelerdir, bunların mahiyeti, hakikati nelerdir; bunları bilmekten daha büyük bir şey olamaz.
Bir insan bu dünyaya nereden geldiğini bilmiyor. Biz hiçbir şey iken, yok iken, doğduk kendimizi bu dünyada bulduk. Böyle garip bir alemdeyiz. Yabancı olduğumuz bir alemdeyiz aslında. Sadece bu dünyadaki yerlere, coğrafyaya bakmayın, bütün kâinata bakın.
Çünkü yarın insanoğlu öldüğü zaman tüm kâinatı gezmeye muktedir olacak Allah’ın izniyle. Tabi ki eğer kurtuluşa erenlerden olursa. Cennete girenlerden olursa her bir mümin cennetler arası yolculuk yapacak.
Bunu gezegenler arası yolculuğa benzetebilirsiniz. Çünkü her bir kişinin cenneti adeta belki en küçüğü bile bir gezegen kadar olacak. Zaten en küçüğü dünyadan daha büyük olacak buyuruyor hadisi şeriflerde.
Böyle garip ve misafir olduğumuz bir dünyada, “…Buraya niçin geldiğimizi bilmek kadar önemli bir şey olabilir mi?” buyuruyor.
Biz hiçbir şey iken bir anda kendimizi dünyada bulduk. Çok kısa bir süre burada yaşayıp ölümü tadacağız. Ama ölüm yok oluş değil aslında bizim için yeni bir aleme doğuş olacak. Dolayısıyla ölüm öbür dünyaya doğuş demek.
İnsanoğlu bu dünyaya niçin geldiğini bilirse, bu dünyadaki sorumluluklarını bilirse ve onu uygularsa, tatbik ederse, salih ameller, güzellikler, iyilikler yaparsa o zaman o kişi teklif diyarından teşrif diyarına nakledilmiş olacak. Bütün müminler için…
Azap yurduna değil cennet yurduna intikal etmiş olur. O cennet yurdu ki hiçbir göz onu görememiştir, hiçbir kulak onun işitememiştir ve hiçbir kalp onu kavrayamamıştır. Öyle bir yere intikal edecektir, Allah’ın izniyle.
Allah azze ve celle hepimize o teşrif diyarına, Allah azze ve cellenin cemalini seyredebileceğimiz o diyara girmemizi, orada nimetlenmemizi nasip eylesin.
Haşr Meydanı
Haşr meydanından bahsedeceğiz. Ölümden geçen hafta bahsetmiştik. Haşr ise ölümden sonra insanoğlunun aslı topraktan yaratıldı, toprağa tekrar dönecek ve tekrar toprağın içinden çıkacak. Mahşer meydanına doğru hesap vermeye koşacak.
Kendi elinde değil, o kabirden çıktıktan sonra nereye kaçmaya çalışsa gideceği yer yine hesap yeri olacak. Kendi istediği yere gidemeyecek insan. Herkes istese de istemese de Allah’ın emrettiği bir yere doğru necburen gidecek, adeta sürüklenecek. O da Haşrin olduğu meydan.
Haşr toplanmadır. Herkes o meydanda toplanmak zorunda kalacak. Çünkü Allah azze ve celle öyle yönlendirecek, öyle emir verecek.
Haşri belki insanlar bu sınırlı olan aklıyla henüz çok idrak edemeyebilir. İmam-ı Gazâlî rahmetullahi aleyh buyuruyor:
“İnsanoğlunun tabiatında şöyle bir şey vardır,” diyor. “İnsanoğlu görmediği bir şeye karşı inkâr etmeye meyillidir.” Çünkü görmediği şeyleri kavrayamıyor. Aklı ile onu bir yere oturtamıyor.
Biz bu alemde görmediğimiz bir şeyi hayal edemeyiz. Mutlaka hayal ettiğimiz şey, gördüğümüz bir şeyin yansıması olacaktır. Ya onun kopyası olacaktır veya onun bir benzeri olacaktır. Daha önce gördüğümüz, beynimize kaydettiğimiz bir şeyden yola çıkacağız.
İşte Allah azze ve celle de onun için öbür dünyada insanların kalkıp, “Ya Rabbi benim aklımı böyle yaratmıştın, ben zaten buna meyilliydim. O yüzden haşri anlayamadım, inanamadım,” diyememesi için burada örnekler yaratmış. Öbür dünyadaki haşre benzeyen örnekler vermiş bu dünyada.
Her şeyin bir örneği vardır. İnsanoğlu eğer aklını vahyin nurunun altına koyup aydınlatırsa o zaman orada her şey şeffaflaşır, her şeyi çok güzel bir şekilde kavramaya başlar.
Bu dünyada cennetin örneği vardır. Türlü türlü nimetlerle donatılmışsın. Bunların her birisi cennetin nimetlerinin örnekleridir. Ama cennetin nimetlerine nazaran binde bir, yüzde bir örneğidir. Cennetteki nimetleri tam olarak bilemeyiz, ancak Allah azze ve celle bilir. Cennet nimetlerinin lezzetleri ile bu dünyadaki misallerinin lezzetleri de bir değildir.
Cehennemin örneği de vardır bu dünyada. Allah azze ve celle, ateşi yaratmış, her zaman kullanıyorsun. Kullanırken hiçbir zaman cehennem aklına gelmiyorsa bunun suçunu kimseye atamazsın. Çünkü Allah azze ve celle bundan seni haberdar etti. Ama buradaki ateşle cehennemdeki ateşin derecesi bir değil. Burada örnek olsun diye Allah azze ve celle bunları bize yaratmış ve bizim aynı zamanda hizmetimize sunmuş.
Nasıl ki dünyadaki her şeyi hizmetimize sunduysa. Hatta güneş, ay, yıldızları dahi.
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede öyle buyuruyor:
“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.”(Nahl, 12)
Güneş, Ay ve bildiğimiz bilmediğimiz yıldızlar buradaki hayatı dengede tutmak için kendi yörüngelerinde dönüyorlar. Allah azze ve celle bu küçük şey için ne kadar büyük şeyler yaratmış. Küçük bir insan için neleri onun hizmetine koymuş.
Uyku Ölümün Kardeşidir
Eğer insan cennete girerse sadece Allah’ın rahmetiyle girmeye müstehaktır. Kendi yapacağı herhangi bir amelle hak ederek giremez. Çünkü Allah’ın zaten hiçbir şeye ihtiyacı yok. Neyi hak ettiğini iddia edecek?
Cehenneme girerse dünyada kendisine verilen bütün bu nimetlere nankörlük yaptığı için, hak etmiş olarak girer, neuzubillah.
Haşr meydanına bir misal olarak Allah azze ve celle bize ölümün kardeşi olan uykuyu vermiş. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
“Uyku ölümün kardeşidir.” (Suyûtî, II, 162)
Ölüme de bir örnek vermiş. İnsanoğlu ölür gibi uyuyor her şeyden habersiz ruhu bedeninden adeta çıkıyor çünkü bazen rüyalarda öyle uzak yerlere gidersiniz ki hiç bedeniniz oraya gitmeye muktedir değildir. Öyle yerlere gidip gelirsiniz ki o rüya aleminde birkaç saniyelik rüyanın içine10 senelik 20 senelik yolculuk sığdırılmış oluyor. Çünkü sen onu ruhunla görüyorsun ve ruh özgürdür. Ruhta beden için fiziki bir zaman aranmaz.
Uykudan uyandıktan sonra da mahşere uyanıyorsun aslında. Şu anda bak hepimiz toplanmışız, oturmuşuz, konuşuyoruz, kendi nefsimizi muhasebe ediyoruz. Uykudan uyandıktan sonra herkes büyük bir telaşla kalkar. Herkes kendi işine koşturmaya başlar. Akşama kadar kendi işiyle meşgul olur, sonra tekrar yatar. Her gün böyle.
Allah azze ve celle öbür dünyaya ait bir tek örnek vermemiş yüzlerce, belki binlerce örnekler vermiş. Yeter ki aklı en az olan insan bile kavrasın diye. Bundan anlayamadı öbür şeyden anlasın, öbür örnekten anlasın. Öbür örnekten belki ibret alır. Çünkü Allah azze ve cellenin maksadı insanlara azap etmek değildir.
Allah-u Zülcelâl istiyor ki insanlar O’nun nimetleri ile faydalansın. İnsanlar Allah azze ve cellenin o azametini müşahede edebilsin. Allah azze ve celle bunu istiyor. Rahmetini görebilsinler, nimetini görebilsinler, cemalini görebilsinler. Ama hak edenler.
Hak eden şöyle hak ediyor; ayet-i kerimede buyuruyor:
“Allah azze ve cellenin rahmeti de iyilik edenlere muhsin olanlara yakındır.” (A’raf, 56)
İnsan her ne kadar ameliyle cennete girmeyi hak edemese de Allah’ın rahmetini hak eder. O ameller o güzellikler o iyilikler, ibadetler Allah azze ve cellenin rahmetini celb eder. Ayet-i kerimede: “Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara yakındır,” buyuruyor.
Haşrin Misali İlkbahar
Kıyametteki haşrin bir misali de, ilkbahardır. Sonbaharda çoğu bitkiler kurur, ölürler. Kışın hiçbir şey yok gibi görünür. İlkbaharda topraktaki tohumların hepsi birden yeşerip çıkar.
İnsanoğlunun kıyamet gününde haşredilmesi de öyledir. Nasıl ki bu tohumların her birisi ölü iken Allah azze ve cellenin kudretiyle hepsi diriliyor, yemyeşil oluyor ve tekrar sonbaharda hepsi ölüyor, kuruyorlar. İnsanoğlu da böyle öldükten sonra aynen o yeşilliklerin çıkması gibi kıyamet gününde tekrar diriltilip topraktan çıkacak. Buradaki sonbahar ölümü temsil ediyor. İlkbahardaki yeşerme ise kıyametteki dirilişi temsil ediyor.
İnsanlar dirildikten sonra hepsi Haşr meydanında toplanacak. Allah azze ve celle inkar edenlerden bahsederken ayet-i kerimede:
“(İnkarcı) insan der ki, ‘Öldükten sonra gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacağım öyle mi?’ İnsan düşünmez mi ki önceden, hiçbir şey değilken, Biz onu yarattık.” (Meryem, 67)
Hiçbir şey değildi insan. Kendinden haberi yoktu. Doğarken doğduğunun farkında bile değildi. O kadar idraksiz, aklı daha olgunlaşmamış bir şeydi. Bu zavallı, bu güçsüz, zayıf insan kalkıp nankörlük ederse cehennemi hak eder, neûzubillah. Ayet-i kerimede:
“Rabbine yemin olsun ki biz onları da şeytanları da haşr edeceğiz, (diriltip mahşerde toplayacağız.) Sonra onları kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş vaziyette hazır edeceğiz.” (Meryem, 68) buyuruyor.
O inkarcılar “Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyorlar ya. İşte kıyamet gününde uyandıkları zaman “Kim bizi bu yattığımız yerden uyandırdı,” diye hayıflanacaklar, neûzubillah.
Allah-u Zülcelâl sûra son kez üfürülmesinden sonra bütün canlılar diriltilip bir geniş meydanda, o haşr meydanında hepsini toplayacak, bir emir ile hepsini bir yere sürükleyecek, bir yere yönlendirecek.
İnsanlar birbirine karışır ve herkes aslında kendi amelinin farkındadır. Dolayısıyla bazı insanlar kaçmak isteyecekler ama sağına bakacak, soluna bakacak kaçacak yer yok. Her taraf dümdüz ve mecbur hesaba yönelecek. Gidilmesi gereken yere gidecek.
İşte Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz bunların üzerinde tefekkür etmemiz için bize haber veriyor. Allah azze ve celle bizleri gafletle geçip gidenlerden değil tefekkür edip, ibret alan ve nefsini hesaba çeken kullarından eylesin. Âmin.