Ubeydullah Ahrar Hazretleri

  • 05 Nisan 2018
  • 1.937 kez görüntülendi.
Ubeydullah Ahrar Hazretleri
REKLAM ALANI

Daha çocukluğundan belliydi
Ubeydullah Ahrar hazretleri, miladi 1403 yılında Taşkent’te doğdu. 1490 yılında Semerkant’ta vefat etti.

Doğumundan sonra üstün halleri görülen Ubeydullah Hazretleri, annesi nifastan temizlendikten sonra süt emmeye başlamıştır. Yüzünde öyle bir nur parlardı ki görenler hayran kalıp ona dua ederlerdi. Dilinden  Allah-u Teala’nın ismi hiç düşmez, devamlı zikir ile meşgul olurdu. Dedesi Hace Şihabuddin, alim ve veli bir zat idi. Vefat edeceği sırada, torunlarını son olarak görüp vedalaşmak istedi. Onlarla tek tek vedalaştı.

 

REKLAM ALANI

Torunu Ubeydullah Ahrar’ı görmek isteyip, babasına onu getirmesini söyledi. Yanına getirdiklerinde o zaman çok küçüktü. Getirilince beni yatağımdan kaldırın deyip, yatağı üzerinde oturarak Ubeydullah Ahrar’ı kucağına aldı. Sarılarak ağladı ve: “Benim istediğim çocuk budur. Ben, bunun büyük bir zat olduğu zaman hayatta olmam. Bunun alemdeki irşadını ve yaptığı hizmetleri göremem. Bu çocuğun şanı alemi tutacak, İslam’a hizmet edecektir. Cihan padişahları bunun emrine itaat edecekler. Bundan zuhur edecek işler, önceki alimlerden zuhur etmemiştir” dedi ve daha bir çok müjdeler verdikten sonra, tekrar bağrına basıp sarılarak, Ubeydullah Ahrar’ın babası Mahmud Şaşi’ye: “Benim bu oğlumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et!” diye vasiyet etti.

 

İlk halleri

Ubeydullah Ahrar (ks) şöyle anlatmıştır: “Halimin başlangıcında, rüyada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi gördüm. Gayet yüksek bir dağın eteğinde, ashab-ı kiram ile topluluk halinde idiler. Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamı işaret edip: “Beni bu dağın başına çıkar.” buyurdu. Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkarttım. Bundan sonra bana: “Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum. Fakat, başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım.” buyurdular.

 

Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri daha çocuk iken, üstün hâllere kavuşmuş olup, kerâmetleri görülüyordu. Kendisi şöyle anlatmıştır: “Mektebe gider, gelirdim. Gönlüm dâima Allahu Teâlâ ile idi. Bir ân O’nu unutmaz, bir ân O’ndan gâfil olmazdım. Herkesi de kendim gibi sanırdım. Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü. O sırada bana bir gaflet arız oldu. Bu işle uğraşırken, Allahu Teâlâyı anmaktan uzaklaştım hissine kapıldım. Karşıda köylü bir genç, çift sürüyordu; “Bak, şu genç bunca eziyyet içinde Allah’ı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O’nu nasıl unutursun?” diyerek, hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ben o zaman, herkesi kendim gibi her ân Allahu Teâlâyı anmaktadır zannediyordum. Bulûğ yaşına erişinceye kadar, Allahu Teâlâ’dan gâfil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Zannediyordum ki, Allahu Teâlâ, herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yaratmıştır. Sonradan anladım ki, Allahu Teâlâ’dan gâfil olmamak, yalnız ba’zı kullara mahsûs ilâhi bir inâyet imiş. Ancak riyâzet ve nefs mücadelesiyle elde edilebilir, hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş.”

 

Ubeydullah Ahrar Hazretleri hallerinden birisini yine şöyle anlatırlar: “Hâce Abdülhâlık Gucdevânî hazretleri ve talebeleri, çarşı ve pazarda dolaşırken, halkın ve satıcıların gürültülerini işitmez, kulaklarına zikir sesleri gelirmiş. Onun gibi, ilk gençlik yıllarımda Allahu Teâlâ’yı zikir, bana öyle hâkim olmuştu ki rüzgârın sesini ve iniltisini hep zikir gibi işitirdim… Bu sırada on sekiz yaşında idim.”

 

Yine ilk zamanlarda, rüyada Şah-ı Nakşibend’i kaddesellahu sirrahuyu gördüm. Batınıma, kalbime öyle bir tasarruf etti ki, ayaklarımda mecal kalmadı. Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler. Ben de son gücümü sarf ederek, arkalarından koştum ve yetiştim. Geriye dönüp: “Mübarek olsun!” buyurdular.

 

Küçük yaştan itibaren memleketi olan Taşkent’te ilim tahsil eden Ubeydullah Ahrar Hazretleri, ilim tahsilinden artan zamanda Allah-u Teala’ya ibadet etmek ve O’nun ismini anmakla geçirdi. Allah-u Teala’nın rızasına kavuşmak için gayret etti.

 

Ubeydullah Ahrar kaddesallahu sirrahul aliyye şöyle anlatmıştır: “Bir gün Seyyid Kasım Tebrizi bana; ‘Zamanımızda hikmet ve harika niçin az zahir oluyor, bilir misin? Çünkü bu zaman da  batının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi pek az insanda kalmıştır. Olgunluğa ulaşmak, batının ve kalbin tasfiyesi iledir. Batının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi, helal lokma yemekle mümkündür. Bu zamanda helal lokma yiyen pek azdır. Batınını tasfiye etmiş insan, yok gibidir ki, ondan ilahi esrar nasıl tecelli etsin?’ buyurdu.”

 

“Bu Yolu Halka Hizmetle Elde Ettim”

Nakşibendi yolunun öncülerinden olan Ubeydullah Ahrar kuddise sirruhu, Yakub-i Çerhi kuddise sirruhunun sohbetinde üç ay kaldı. Ondan feyz alıp tasavvuf hallerinde yükseldi.

 

Yakub-i Çerhi kuddise sirruh, Ubeydullah Hz. hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir mürid, bir büyüğün huzuruna gelince Ubeydullahh gibi gelmelidir. Kandili takmış, fitili ve yağını hazırlamış, onun yanması için sadece bir ateş tutmak gerekecek.”

 

Ubeydullah Ahrar kuddise sirruh, tenhada olsun, kalabalıkta olsun, zahiri ve batıni edeplere çok dikkat ederdi. Tanıdıklarına ve tanımadıklarına, dost-düşman herkese yardım ederdi ve çok şefkatli idi. Hatta: “Ben bu yolu, tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi hizmet yolundan götürdüler. Hayır umduğum herkese, hizmet ederim.” buyurmuştur.

 

Ubeydullah Hz. zamanının en büyük velisi idi. İnsanlara dünya ve ahirette saadete, kurtuluşa ermeleri için gayret eder, onlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatırdı. Bir sohbeti sırasında:

 

“İkindi namazından sonra öyle bir vakit vardır ki, o vakitte amellerin en iyisiyle meşgul olmak lazımdır” buyurdu.

 

Demişlerdir ki, “En iyi amel, Allah-u Teala’dan başka her şeyden yüz çevirip, Allah-u Teala’ya dönmektir.”

 

Ubeydullah Ahrar kuddise sirruh Hazretleri kendisi salih ameller işlediği gibi, talebelerine ve sevenlerine de salih ameller işlemelerini tavsiye ederdi. Hatta insanın yaptığı iyi ve kötü işlerin cansızlara bile tesir edeceğini bildirerek şöyle buyurdu: “İnsanların amelleri, işleri ve ahlakı, cansız şeylere de tesir eder.

 

Muhyiddin-i Arabi kuddise sirruhunun bu hususta çok keşfi vardır. Bu bakımdan, kötü işlerin işlendiği bir yerde yapılan ibadet ile iyi işlerin işlendiği yerde yapılan ibadet birbirinden kıymetçe farklıdır. Bunun içindir ki, Kabe’de kılınan iki rekat, başka yerlerde kılınan namazın yüz bin rekatına bedeldir.”

 

“Tasavvuf, vakti kıymetli
şeylere sarfetmektir”

 

Ubeydullah Ahrar kuddise sirruh hazretleri, tasavvuf yolunda bulunan kimsenin vasıflarını anlatırken şöyle buyurdu: “Şeyh Ebu Said Ebu’l Hayr, tasavvufu şöyle tarif etmiştir; şimdiye kadar evliyadan yedi yüz zat tasavvufun tarifi hususunda çeşitli sözler söylemişlerdir. Bütün bu sözlerin özü şu noktada toplanır: ‘Tasavvuf; vakti, en değerli olan şeye sarf etmektir.”

 

Ubeydullah Hz.leri bir defasında şöyle buyurmuştu: “İnsanın kıymeti; idrakinin, zekasının, bu yolun büyüklerinin hakikatlerini anladığı kadardır.”

 

Asıl ve kıymetli olan ilmin, ilm-i ledün olduğunu bildirerek şöyle buyurdu: “İlim iki çeşittir: Biri veraset ilmi, biri de ledün ilmidir. İlm-i ledün, Allah-u Teala’nın ihsanıdır. Çalışmadan elde edilir. İlahi bir mevhibedir. Kullarından dilediğine verir.”

 

Ubeydullah Ahrar Hazretleri, Ehl-i sünnet itikadı üzere bulunmayı methederek şöyle buyurdu: “Bütün halleri ve buluşları bize verseler, fakat ehl-i sünnet ve cemaat itikadını kalbimize yerleştirmeseler, halimi harap, istikbalimi karanlık bilirim. Eğer bütün karanlıkları, çirkinlikleri verseler ve kalbimizi ehl-i sünnet ve cemaat itikadı ile süsleseler, hiç üzülmem.”

Ömrünü İslam dininin emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek, vaaz ve nasihatlarıyla insanların kurtuluşuna vesile olmakla geçiren Ubeydullah Ahrar Hz.leri, 1490 senesi Muharrem ayının başında hastalandı.

 

Hastalığı seksen dokuz gün sürdü. Aynı senenin Rebiulevvel ayının sonunda, bir Cuma günü hastalığı ağırlaştı. Sekerat-ı mevt hali, Cuma günü öğle vaktinde başlamıştı. Tam o sırada, Semerkand’ta büyük bir zelzele oldu.

 

Vefat ettiği gün, akşam vakti hastalığı pek şiddetlenmişti. Bu arada: “Akşam namazının vakti girdi mi?” diye sordu. Orada bulunanlar: “Evet girdi!” dediler. Akşam namazını ima ile kıldı.

 

Yatsı vakti girdiği sıralarda, son nefeslerini veriyordu. Vefatı sırasında huzurunda bulunan talebelerinden Hace Muhammed Yahya şöyle anlatmıştır: “Ubeydullah Ahrar Hz.nin mübarek nefeslerinin kesilmesi yaklaştığı sırada, akşam ile yatsı arası bir vakitte idik. Bulunduğu odada birkaç lamba yaktılar. Ev son derece aydınlık olmuştu.

 

Bu sırada Ubeydullah Ahrar kuddise sirruhu Hazretlerinin iki kaşı arasından, birden bire şimşek gibi bir nur çıkıp öyle parladı ki, evde yanmakta olan lambalar, o nur arasında sönük kaldı. Herkes bu nuru gördü. Bu nur parladıktan sonra, Ubeydullah Ahrar (ks) son nefesini verip vefat etti. Vefat ettiği sırada da şiddetli bir zelzele oldu.”

 

Kalbe Şifa Sözlerinden Bazıları

  • “Tasavvuf, herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir.”
  • “İbadet; emirlere uyup, amel etmek, nehyedilen şeylerden sakınmaktan ibarettir. Ubudiyyet, kulluk da bu şekilde Allah-u Teala’ya yönelmektir.”
  • “İnsanın yaratılmasından murad, kulluk yapmasıdır. Kulluğun özü de, her halükarda Allah-u Teala’yı unutmamaktır.”
  • Ubeydullah Ahrar kuddise sirruhu, helal kazanç elde etmenin önemini belirterek şöyle buyurdu: “Bizim yolumuzda, el helal karda, gönül ise hakiki yardadır.”

 

Bir başka sözü ise şöyledir: “İnsanın kıymeti, kavrayış ve zekâsının bu yolun büyüklerinin hakikatini anladığı kadardır.”

 

Kaddesallahu sırrahu… (Allah onun sırlarını yüceltsin.)

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ