Ümmetin Diriliş Sancıları
Bütün müminleri birbiri ile kardeş kılan Allah-u Teâla’ya hamd; bizleri kendisine Ümmet yaptığı Habib-i Zîşanı’na, onun pak Ehl-i Beyt’ine ve arkadaşları Sahabe-i Kiram’a salât ve selâm…
Merhaba Dostlar;
Ayların haftalar, haftaların artık günler gibi geçtiği bir çağdayız. Ahirzamanın başdöndürücü bir hızla üzerimizde esip durduğunu, ülkemizde ve bütün dünyada, hızla değişip duran olaylar ve olgular yumağı içerisinde savrulup gittiğimizi iyiden iyiye idrak ediyoruz.
Neredeyse gün geçmiyor ki ezberleri bozan, kurulu düzenleri altüst eden bir olay yaşamayalım.
Bazen Müslümanların ve İslam’ın yararına gelişmeler oluyor, bazen de rüzgâr tersten esiyor; kardeşlerimiz katlediliyor, zehirleniyor, zulme maruz kalıyor. Ümmet-i Muhammed’in gözbebeği Türkiye’miz, bazen yüzgüldürücü iyileşmeler yaşıyor; bazen sıkıntıların içine yuvarlanıyor…
İslam âleminin ilim merkezi ve “Arapların anası” Mısır, önce ışıklarıyla etrafını aydınlatmaya başlıyor; ardından despotların kanlı elleriyle karanlıklara gömülüyor…
“Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı. İşte Biz, Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarması, sizden şahitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran, 140-141)
Bu ayetlerden açıkça anlıyoruz ki zaferleri de ve mağlubiyetleri de veren Allah-u Teâla’dır. İnsanların elinden gelen ancak, ellerinin yetiştiği kadarıdır. Mademki böyledir öyleyse ne diye tasalanacağız! Ne diye, “Neden öyle oldu? Niye şöyle olmadı?” şeklinde yersiz düşüncelere dalacağız.
Tarihten, yaşanandan ibret dersimizi alalım, o başka… Ancak, ayetler bize çok önemli bir hatırlatmada bulunuyor. “Zafer günlerinin insanlar arasında nöbetleşe döndürülüp durulmasının” sebebi; “gerçek müminleri ortaya çıkarmak, müminlerden şahitler edinmek, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmek”tir.
Yani, asıl önemli olan, insanın imtihanıdır. Şunun şöyle olması, bunun böyle olması değil. Elbette Hak mutlaka galip gelecektir. Bunda şüphe yok. Yalnız, asıl dikkat edilmesi gereken, “günlerin insanlar arasında nöbetleşe döndürülüp durulacağı” ve insanlığın bu sayede imtihana tabi tutulacağıdır.
Atasözümüzde belirtilen “Adamın iyisinin işbaşında belli olduğu” gibi müminin iyisi de olaylar karşısında alacağı İslami tavırla ortaya çıkar.
İşte, bugün bizler de imtihandayız. Ferdi hayatımızla sınandığımız gibi toplumsal olaylar karşısında aldığımız tutumla da sınanıyoruz. Dünyanın öbür tarafında da olsa mümin kardeşlerimize yapılan bir haksızlık karşısında da sınanıyoruz.
Doğu Türkistanlı kardeşimizin boğazını sıktıklarında, bizim nefesimiz de daralıyorsa demek ki Allah bizi; “gerçek müminleri ortaya çıkarmak” sınavına tabi tutmuş. Rabi’a Meydanı’nda çağdaş Firavunlar, Müslümanların ölüsünü bile yaktıklarında, bizim ciğerlerimiz de yanıyorsa, imtihanı kazanma yolundayız demektir.
Sevgili dostlarım, kendimizi çok daha kötüleri için hazırlayalım. Hadis-i şeriflerde işaret edilen ahirzaman olayları daha yeni başlıyor. (Allah-u Teâla, bütün Ümmet-i Muhammed’i muhafaza buyursun. Kâfir ve münafıkların şerrinden, bütün insanlığı esirgesin. Âmin.) Derin gaflet uykularından kalkalım; uyuyanları uyandırmaya çalışalım. Farz edelim ki bizim üzerimize kimyasal bomba atılmadı ama biz de yıllardır uyutma ve uyuşturulma bombalarına maruz kaldık.
Bu gerçek gün gibi ortadadır. Hala daha aramızdan bazıları, “Bize ne Suriye’den. Bize ne Mısır’dan.” Diyebiliyorsa başka bir söze hacet var mı? İnsanın kandaşına, kavmine duyduğu fıtri muhabbet ve yakınlık bir yana, bazılarımız hala daha Türkçülükten, Kürtçülükten bahsediyorsa… İslami kimliğimiz yeterince deforme olmuş demektir. Subhanellah! Sanki biz Kıyamet Günü kavmimizden, ırkımızdan hesaba çekileceğiz! Biz bu imtihan dünyasında olduğumuz itikadından ne kadar uzaklaşmışız, insanın aklı almıyor, değil mi?
Uyutulmuşuz, uyuşturulmuşuz; İslami şuurdan uzak tutulmuşuz…
Müslüman kimliğinden başka kimlikler edinmişiz. Siyasi amaçlarla oluşturulmuş etnik kimlikler edinmişiz. Üzerimizde çeşitli oyunlar oynanmış. Geriye dönüp bakıyorsunuz ortada ne doğru dürüst Türk var ne Kürt var! Sadece yaşamakta olan kültür, dil, örf ve adetler var… Kendini hangi kültüre ait hissediyorsan sen osun. Ve bu kültürü sevmek, korumak sürdürmek senin hakkın… Fakat ırk da ne oluyor? Bu safsataları artık 19 ve 20. Yüzyılların çöplüğünde bırakmak gerekmiyor mu?
Mezheb meselesi de öyle… Her müslüman İslam’ın herhangi bir yorumunu benimseyebilir. İşin temelinde böyledir. Kimisi isabet eder, Hak yoluna dâhildir; kimisi de isabet edemez Hak yolun dışında kalır? Hatırlatmak, uyarmak ve doğruya davet etmek dışında, herhangi bir kişiye “Sen niçin bu sapık yolu tercih ettin? Bırak bu yolu!” deme hakkımız var mı? Yok. Kafire bile, “Niçin küfürde ısrar ediyorsun? Etmeyeceksin!” deme hakkımızın olmadığı gibi… Bunları hesabını soracak olan, hepimizin Rabbi ve dinin sahibi olan Allah-u Teâla Hazretleridir.
Biz, ancak Hakka tabi olmak, insanların Hakla temasını engelleyenlerle mücadele etmek ve yeryüzünde adaleti sağlamakla mükellefiz. Yoksa ne karışırız insanların mezhebine, kültürüne…
Bu ölçüyü böylece yerine oturttuktan sonra bakıyoruz ki geriye siyasi fitne hesapları ve dünyevi çıkar çatışmaları kalmaktadır. İçimize ekilen ayrılık ve fitne tohumları da işte, tam da buradan beslenmektedir. Demek ki biz İslam’ın ölçülerine uysak, her şeyi yerli yerine oturtsak sorunların büyük bir kısmı kendiliğinden çözülecek… Fitne tohumları da atıldığı yerde çürüyecek.
Bir de asıl çözmemiz gereken bir mesele var ki onu çözmezsek, hiçbir şeyi halledemeyiz. Islah ve yeniden doğuşa nefsimizden başlamak!
Nefislerimiz, bol yemekten, bol uyumaktan, israf ve eğlenceden dolayı hayli kilo aldı. Adeta her birimiz nefsani açıdan -afedersiniz- fil yavrularına döndük! Dönmedik mi? …
Peki, kaçımız, yatsı namazından hemen sonra yatıp gece namazına kalkabiliyor? Kaçımız, sabah namazını vaktinde ve cemaatle kılabiliyor? …
Evet, sevgili dostlarım, kendimizi kandırmayalım. Bu dünyaya imtihan için geldiğimizi unutup dünyanın işlerinde fani olmayalım. Sonra, bir müslümanın başına çorap örüldüğünde, insanlar katledildiğinde yerimizden fırlayıp sloganlar atıyoruz ama öfkemiz bile saman alevi gibi kalıyor…
Niçin? Çünkü bir olmayan, iri ve diri olmayandan kimse korkmaz. Korkmadığı için de istediği zaman istediği müslümana baskı ve eziyet yapar.
Şimdi soruyorum size;
Sürekli uyuyan bir müslümandan,
Zikri, fikri, duası olmayandan,
Siyasi, kültürel ve ekonomik şuuru olmayandan,
Dinini iyi bilmeyenden,
Dünyasını iyi bilmeyenden,
Organize ve akl-ı selim tepkiler geliştiremeyenlerden,
Dostunu ve düşmanını tanıyamayandan,
En önemlisi Ümmet çapında birliği olmayan müslümanlardan,
KÂFİRLER ve MÜNAFIKLAR NİÇİN KORKSUN?
Demek ki önce nefsimizden ve ailemizden başlayarak, İslami şuurumuzu dirilteceğiz; sonra da bunu dalga dalga, ta bütün dünyayı içine alacak şekilde, muhabbet ve adalet medeniyeti olan İslam’ı yükseltme yolunda bütün gayretimizi ortaya koyacağız.
Bize düşen; Allah-u Teâla’nın imtihanını kazanarak “gerçek müminler ve şahitlar”den olmaya çalışmaktır.
Zafer ise Allah’ın elindedir. Bir gün onlara, bir gün bize…