UNUTULAN BİR HAYIR GELENEĞİ ‘ZİMEM DEFTERLERİ…’

  • 05 Nisan 2016
  • 867 kez görüntülendi.
UNUTULAN BİR HAYIR GELENEĞİ ‘ZİMEM DEFTERLERİ…’
REKLAM ALANI

“Kim vermiş, kimden
alınmış” bilinmezdi…

Eskiden köylerdeki mahallelerin her birinde beldenin ‘Emin’leri olurdu. Bazı bölgelerde bu ’emin’lere “Kâhya” veya “Şimbil” de denirdi. Kimin muhtaç, kimin ihtiyacı olduğunu işte o beldenin ‘Emin’i bilir, yapılan yardımlar Emin’in vasıtasıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılırdı. Emin kime ne verdiğini, ulu orta dillendirip söylemezdi. Ne alan kimden aldığını bilir, ne de veren kime verdiğini bilirdi. Günümüzde bir sürü isteyiciler türedi. İşte yolda, kapıda, her yerde karşılaşıyoruz bu modern isteyicilerle…

Bir sürü mazeret uydurup, duygularımızı harekete geçirmek suretiyle istediklerini alıp gidiyorlar. Gerçekten ihtiyacı olan hayâ sahibi insanlar ise yine yoksul, yine ihtiyaçları giderilmeden, çaresiz öylece kalıyorlar.

REKLAM ALANI

Rabbimiz, Bakara suresi 273. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyurur: “(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”

İşte bu ayet-i kerimeler ışığında hayatı yorumlayan, “Sağ elin verdiğini sol elin bilmeyecek” düsturunu baş tacı yapan dedelerimiz, birbirinden manidar sistemler geliştirmişlerdir. Bu hizmetler devam etsin diye dönemlerinde 26.000’den fazla vakıf kurmuş, ‘Sadaka Taşları, Mola Taşları’ gibi insan aklının sınırlarını zorlayacak icatlarda bulunmuşlardır…

Köprünün altından çok
sular geçmiş gibi…

Şimdi mi?
” Veresiyemiz yoktur. Lütfen teklif etmeyiniz!”
“Bana da mı?”
“He sana da!..” denilen dönemleri yaşıyoruz.

Esnaflarımızdan bazılarının bu diyalogu çerçeveleyip, dükkânının camekânlarına astıklarına zaman zaman şahit oluyoruz. Ecdadın ulaştığı medeniyet zirvesini düşündükçe ister istemez “Nereden nereye” demeden edemiyoruz…

Osmanlı insanının ulaştığı ahlaki şahikayı gösteren nişanelerden biri de sadaka taşlarının benzer uygulaması olan “Zimem” defteriydi. O güzel insanların hali vakti yerinde olanları özellikle Ramazan ayında hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan Zimem defterini, yani veresiye defterini çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele bazı sayfaların yekûnunu yaptırıp, “silin borçlarını… Allah kabul etsin” der, çeker giderdi.

Mali durumu daha iyi olanlar ise defterin tamamının yekûnunu yaptırır ve ödemesini yapardı.

Bazıları tanınmamak için kılık-kıyafet değiştirerek bu hizmeti yapardı. Özellikle dükkânların tenha olduğu zamanları tercih ederlerdi. ‘Kimse bilmesin, görmesin!’ diye… Sonuç itibarıyla borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi. Hiç tanımadığınız bir mahallenin hiç tanımadığınız bir bakkalına gidip hiç tanımadığınız birinin borcunu ödemek… İhlas, böyle bir şey midir acaba?

İçerisine zerre miktarı riya girmeyen, gösterişten uzak hizmetlerin yapıldığı böyle bir cemiyette elbette ki kolay kolay ne hırsızlık olur, ne de suç işlenir. Vaktiyle huzurun, barışın, kardeşliğin sağlanmasındaki sır işte bu ihlâs ve samimiyette saklıdır. Pek çok Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifte sadaka, infak kısaca her türlü iyilik öğütlenirken bunun usul ve yöntemleri de sıkı sıkıya tembih edilmiş, insanların rencide edilmemesi özellikle belirtilmiştir.

Nerede ihlas abidesi
dedelerimiz, biz neredeyiz?

Aradan epey bir zaman geçti. Değerler değişti, her şeyin karşılığı maddeyle ölçülür oldu. Hasbelkader bir iyilik yapacak olsak bunu da ya başa kakarak veya başka bir menfaat umarak yapıyoruz. En azından yaptığımız iyiliğin reklam olarak bize dönmesini bekliyoruz. Bu sebeple iki yakamız bir araya gelmiyor. Pek tabiidir ki, adaletin, merhametin, paylaşımın, hamiyetperverliğin olmadığı toplumlarda anarşi ve terör baş gösterir. Şimdi başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim. Birbirinden naif uygulamaları icat eden, uygulamaya koyan bu uygulamalarının büyük bir bölümünü biz torunlarına ulaştırabilmek için de vakıflar kuran dedelerimize layık mıyız biz acaba?!

Artık o aksakalı nur yüzlü dedelerimiz aramızda yok. Sadaka Taşlarını da geriye getiremeyiz, lakin o asil insanların muhatap olduğu, kıyamete kadarda hükmü devam eden emir ve tavsiyelere bizlerde muhatabız. Veresiye defterleri bakkallarımızda, manavlarımızda, kasaplarımızda ve benzeri esnafımızda hâlâ mevcut… Kartzedeleri de bu sınıfa dâhil edebiliriz. Elimizi vicdanımıza koyup ecdadın bu geleneğini yaşatmaya ne dersiniz? Bence denemeye değer.

Hiç olmazsa bu güzel geleneği dostlarımızla paylaşalım. Zira Efendimiz aleyhissalatu vesselam, bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurur: “Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.”

Belki gelecekte torunlarımız bu ve benzer uygulamaları yeniden hayata geçirirler, kim bilir?

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ