Üveys el- Karânî -KS-
ALLAH DOSTLARI / Yusuf Şahin
Anadolu halkının Veysel Karanî diye tanıdığı Üveys el-Karanî rahmetullahi aleyh 550-560 yılları arasında Yemen’de dünyaya gelmiştir. Karan aşiretine mensup olduğu için Karani nisbesiyle tanınır. Küçük yaşta babası öldüğü için annesiyle birlikte yoksul bir hayat yaşamıştır.
Annesine bakmak ve kendi ihtiyaçlarını helal rızık ile gidermek için kendisine en uygun işi seçer. Kabilesinin develerini güderek bütün gününü tabiatla iç içe, tefekkür halinde geçirir.
Veysel Karani’nin hayatı gündüz develerini otlatmakla gece yaşlı ve hasta annesine bakıp hizmet etmekle geçmektedir. İnsanlar arasındaki çekişmelerden uzak, dedikodulardan habersiz bir hayat yaşamaktadır. Putlardan uzak olup tabiatın içinde Rabbi ile baş başa kalmaktan memnundur. Bu arada belki gördüğü rüyalar sebebiyle belki gönlüne doğan hislerle sanki ahir zaman Nebi’sinin zuhuru haberini bekler gibidir. İçin için beklediği kutlu haber çok geçmeden kendisine ulaşır.
Kendisinin putlardan uzak durduğunu, tek Allah’a ibadet ettiğini bilenler, ona son Peygamber Hz. Muhammed’in zuhur ettiğini ve insanları “Hak Din’e” davet ettiğini bildirirler. Hz. Veysel Karani bu haberi duyunca hiç kimsenin tebliğde bulunmasını beklemeden Müslüman olur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin gönderdiği muallimlerden İslam’ı öğrenir ve kendini ibadete verir. Annesine de Kelime-i Tevhid’i bizzat kendisi öğretir.
Veysel Karani Müslüman olduktan sonra gönlü Rasulullah aşkıyla yanıp tutuşur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin nurlu yüzünü görebilmek, bizzat huzurunda bağlılığını bildirmek onun en büyük arzusudur. Allah Resulü’nü görme arzusunu birkaç defa annesine açarsa da hasta ve âmâ olan annesi kendisine bakacak başka kimsesi olmadığından izin vermez.
Bu şekilde yıllar geçer. Hz. Veysel Karani’nin yaşı kırkı geçmiştir. Veysel Karani’nin annesi nihayet Medine’ye Rasululllah’ı görmeye gitmesi için izin verir. Ancak bir şartı vardır:
– Sadece Medine’ye kadar gidecek, Rasûlullah aleyhisselatu vesselamın görüp hemen geri geleceksin. Orada kalmana rızam yoktur.
Hz. Veysel Karani izin alınca hemen Medine yollarına koyulur. Yüreği Peygamber aşkıyla dolu olarak nice dağlar, tepeler, kızgın çöller aşar. Nihayet Peygamberimizin şehri Medine’ye ulaşır. Fakat Hz. Veysel Karani hücre-i saadetinin eşiğine kadar geldiği halde Peygamberimizi evde bulamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem o sırada ordusuyla birlikte Tebük Seferi’ndedir.
Peygamberimizi bulamayınca çok üzülmüştür. Onun dönüşünü beklemeyi, orada kalıp mescidinde doya doya ibadet etmeyi ne kadar da istemektedir. Ancak annesine verdiği sözü hatırlar. Ona bakacak kimse olmaması yüzünden arzusuna nail olamadan gerisin geriye döner. O zamanın şartlarında hayli zorlu bir yolculuktan eli boş dönmüştür.
Kalan ömrünü yatalak annesine bakarak tamamlayan Veysel Karani belki de anne duasına nail olmanın bereketiyle Allah’ın veli kulları arasına girmiştir. Annesine gösterdiği bağlılık ile insanoğluna güzel bir sabır ve fedakarlık örneği veren Veysel Karani hazretleri adeta bir sembol olmuştur.
Velilerin Öncüsü
Veysel Karani dünyanın şirk inancına batmış olduğu bir zamanda yaşadığı halde henüz İslam’ın doğuşundan önce gönlünü tevhid inancına açmıştır. Yoksulluğun etkisiyle dağlarda çobanlık yaparken bu alemlerin yaratıcısına âşık olmuştur. İslam tarihinde kendisine “Velilerin öncüsü” unvanı verilmiştir.
Daha çocukluk yıllarında gönlünde filizlenen İlahi aşk, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin davetini işitmesiyle yanık bir sevdaya dönüşmüştür. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi dünya gözüyle görmeden âşık olmuştur. O’nu görebilmek iştiyakıyla dolup taşmıştır. Hz. Peygamberi dünya gözüyle görmediği için tabiinin önde gelenlerinden sayılmıştır.
Fakat dünya gözüyle görmese de Peygamber sevgisi ve samimi bağlılığı onun adeta gönül gözünü açmıştır. İlim okumamış olsa da yüce Allah’ın gönlüne aksettirdiği ledünni ilim ile marifetullah sahibi olmuştur.
İbn Sa‘d’ın et-Tabakâtü’l-kübrâ adlı eserinde ve bazı hadis kitaplarındaki rivayetlere göre Hz. Ömer radıyallahu anh halifeliği döneminde Yemen’den gelen bir grup insana şöyle sordu:
“Üveys bin Amir içinizde mi?” Ona Üveys’i gösterdiler. Yanına geldiğinde ona:
“Sende bir dirhem yeri kadar hariç iyileştiğin abraş (derinin benekli olması) hastalığı var mıydı?” diye sordu. Üveys:
“Evet” dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh:
“Senin ona karşı iyi davrandığın bir annen var mıydı?” diye sordu. Üveys: “evet” deyince Hz. Ömer radıyallahu anh:
“Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden duydum ki:
“Yanınıza Karan’lı Üveys bin Amir gelecek. Onun abraş (alaca) hastalığı vardı. Bir dirhem yeri kadar hariç o hastalığından iyileşip şifa buldu. Onun kendisine hürmetkâr davrandığı bir annesi vardır. Eğer Allah adına yemin etse, Allah o yeminin gereğini yapar. Eğer becerebilirsen ondan kendin için istiğfar etmesini iste.” Benim için Allah’tan mağfiret dile.
Üveys hazretleri de onun için mağfiret diledi. Hz. Ömer radıyallahu anh: “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. O da “Kufe’ye” diye cevap verdi. Hz. Ömer:
“Oranın valisine, seni tavsiye eden bir şeyler yazayım mı?” diye sorunca Üveys “hayır, sıradan insanlar arasında olmam bana daha hoş gelir” dedi.
Ertesi yıl Kûfe’den hacca gelen bir kişiye Üveys’in durumunu soran Hz. Ömer onun yoksulluk içinde yaşadığını öğrenince ona Üveys hakkında Hz. Peygamber’den duyduklarını o adama anlattı. Hacdan dönen Kûfeli de Üveys’in yanına gidip ondan dua istedi. Bunun duyulması üzerine halkın dua istemek için yanına gelip kendisine iltifat etmesinden endişe duyan Veysel Karanî’nin o bölgeyi terkettiği kaydedilir.
Emsalsiz Muhabbet
Ferîdüddin Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserinde ve hakkında yazılan müstakil menâkıbnâmelerde Veysel Karanî’nin hayatına dair rivayetler vardır. Bu gibi rivayetler arasında Veysel Karani’nin Uhud Gazvesi’nde Resûlullah’ın bir dişinin kırıldığını haber alınca kendi dişini veya bütün dişlerini kırdığı nakledilir.
Bazı kaynaklara göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem vefatından kısa bir süre önce hırkasını çıkarıp Hz. Ömer ve Hz. Ali radıyallahu anhumaya vermiş, bunu Üveys el-Karanî’ye vermelerini söylemiştir. Onlar da Veysel’in Kûfe’ye yerleşmesinden sonra hırkayı ona götürmüştür.
Rivayete göre Resûlullah’ın vefâtından sonra Hz. Ömer ile Hz. Ali radıyallahu anhuma Kûfe’ye geldiler. Hz. Ömer radıyallahu anh Üveys’i sordu. Bazı kimseler: “O dîvânedir ve insanlardan kaçar bir hâli vardır,” dediler. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. Çobanlık yaptığı yere gelince onu namaz kılar gördüler. O namaz kılarken develerini bir melaike güdüyordu. Namazı bitirip selâm verince, Hz. Ömer radıyallahu anh; “Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin.” diye vasiyet buyurdu,” dedi. Üveys rahmetullahi aleyh:
“Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Asıl sen dua buyur, sen Rasulullah aleyhisselatu vesselamın ashabındansın,” dedi.
Hz. Ömer, ısrar edince Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride alnını secdeye koyup günahkâr müslümanların affı için duâ etti.
Gizli Evliya
Veysel Karani rahmetullahi aleyh hakkında kaynağı kesin bilinmeyen bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlar önemi asıl olarak şudur ki, o insanlar arasındaki gizli evliyaların bir örneğidir.
Onun hali gizliydi. Kimse ona değer vermiyordu. Hatta katı kalpli bazı kimseler onun zahidane hayatıyla alay ederlerdi.
Allah’ın ona kendi katından bahşettiği üstünlük ve fazilet ancak Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hırkasının kendisine verilmesinden sonra anlaşılabilmiştir. Kendi kavminin yanında değersiz biri olarak görülen Veysel Karani’nin kıymeti ondan sonra anlaşılmıştır.
Annesinin vefatının ardından Kûfe’ye giden Veysel Karani Kûfe’de münzevi bir hayat yaşayan Veysel’in 37 (657) yılında vuku bulan Sıffîn Savaşı’na Hz. Ali’nin saflarında katıldığı ve bu savaşta şehid olduğu kabul edilir.
Veysel Karani hazretlerinin medfun olduğu yer belli değildir. Yemen’in Zebîd, İran’ın Kazvin ve Kirmanşah, Özbekistan’ın Hîve, Suriye’nin Şam ve Rakka şehirleriyle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ona nisbet edilen makam-mezarlar vardır. Anadolu’daki en meşhur makamları Manisa, Mardin, Kurtalan, Bursa Gemlik yolundaki Atıcılar, Diyarbakır’ın Lice ilçesi ve Siirt’in Baykan ilçesi yakınındadır.