Ve sen; Ey kendisini kedi sanan aslan!
Herkesin hayatında unutamadığı mutlu yada acı bazı hatıraları vardır. Hele ki biz erkeklerin askerlik anıları günlüklerimizin vazgeçilmez sayfalarıdır.
Şimdi günlüğümün o sayfalarından birini sizlerle paylaşmak istiyorum;
Düşünmemiz ve hisse almamız dileğiyle…
Hatay’ın İskenderun ilçesinde, 2. Orduya bağlı 39. Mekanize Piyade tugayı, Akçay kışlasında, istihkam savaş bölüğünde 79/2 tertip vatani görevimi yapıyordum. (1999-2000)
Bölüğümüzde kısa dönem askerlik yapan Murat isminde bir çavuş vardı. Kendisi fizikçiydi. Hayatının hiçbir sayfasında, İslam’a rastlamak mümkün değildi. Evet Müslümandı ama ahiretle ilgili inancı son derece zayıftı. Biz kendisiyle 17 Ağustos depremi sonrası tanıştık. Yanlış hatırlamıyorsam depremde babasını kaybetmişti. Tam bu olaydan sonra İslami değerlere yaklaşmaya başladı. Sürekli araştırmalar yapıyordu. Bir gün Kur’an öğrenmek istediğini söylemiş ve arkadaşlardan yardım istemişti.
Hafız olduğumu bilen bazı arkadaşlar, “Keremle görüş belki yardımcı olur” demişler. O güne kadar hiçbir samimiyetimiz yoktu kendisiyle. Neyse; konuyu benimle görüşünce inanılmaz büyük bir sevinç yaşadım. Ama sevincim kendimle ilgiliydi. Çünkü ben de o zamanlar hafızdım ama, ibadet etmeyen ve günahlardan kaçmayan biriydim… Sevinmiştim çünkü, “Bu vesileyle belki bende namaza başlarım, Allah bana da hidayet verir” diye düşünmüştüm.
Kendisine, birkaç gün içinde izne çıkacağımı, döndüğümde derse başlayabileceğimizi söyledim. İzinden dönerken kendi talebelik dönemimden kalan Elifcüzlerimi ve 2 Tecvid kitabını getirdim. Tecvid kitaplarından biri Türkçe (Mehmed Talu), diğeri de Osmanlıca Karabaş Tecvidiydi (Abdurrahman Karabaşi Hz.)
Derse başladık. Müthiş bir azim gösteriyordu. Dersin yanı sıra, diğer İslami konuları sürekli soruyor, bu vesileyle farkında olmadan bana da hem bilgilerimi tazeletiyor hem de tebliğ yapıyordu. Muhabbetimiz esnalarında çok kez ağladığına şahit oldum. Sürekli eski hâline kızıyordu. Bilmiyordu ki ben halen kızılacak haldeydim. Evet namaza başlamıştım ama diğer arkadaşların yanındayken içimdeki serseri tekrar uyanıyordu. Ders dışında Murat abiyle daha doğrusu Murat hocayla (ki kendisi sivilde fizik hocasıydı, birbirimize Hocam diye hitap eder olmuştuk) karşılaştığımda beni bir utanma alıyor ve hemen toparlanıyordum. Kalbime bir kıvılcım düşmüştü adeta. Murat hocanın ateşinden sıçrayan bir kıvılcım. O’nun yakmaya, benim nefsimin ise söndürmeye çalıştığı bir kıvılcım!
Bir akşam (hatırlayamadığım bir sebeple) dersimizi nöbetimin sonrasına ertelemiştik. Nöbetten döndüğümde saat gece 1 civarıydı. Dışarıda şiddetli bir yağmur ve fırtına vardı. Elektrikler kesilmişti. Bir tane mum bulduk. Fakat mum ışığı yeterli olmadığı için çatı katına çıktık. Zira bölüğümüzün çatısında radar nöbet kulübesi vardı. Oranın ışığı yanıyordu. Ancak orada nöbet tutan asker başka bölükten olduğu ve tanımadığımız için şikayet eder korkusuyla kulübeye gitmemiştik. Yağmur yağdığı için çatı kapısının iç eşiğinde oturduk ve kapıyı açık bıraktık. Fakat bir korkumuz daha vardı; Ahmet Başçavuş!..
O gece bölükte nöbetçi Astsubay, Ahmet Başçavuşdu.
Kendisi oldukça sert ve İslâmî değerlerden uzak biriydi. Yemek duasında tanrımız yerine “Allah’ımız” diyen bir ses duyduğu için çok kere yemekten kaldırıp, bizi aç bıraktığı olmuştu. Hasılı kelam yakalanmamız durumunda her türlü eziyeti yapabilecek biriydi. Ders yaparken o gelirse endişesinden Murat Hoca inanılmaz derecede korkmaya başladı. O derece korkuyordu ki sesi titremeye başlamışdı. Sonunda korkulan başımıza geldi. Alt kattan Ahmet başçavuş bağırdı, “Yukarda kim vaaaarr. Merdivenden yukarı çıkıyor ve bağırıyordu.. Murat Hocam korkudan titremeye başladı. “Ne yapacağız, şimdi askerliğimiz yandı” dedi. Neden bilmiyorum ama o an garip bir şekilde dik durdum.
“Ne korkuyorsun Murat Hocam. Sen bunu Allah için öğreniyorsun ve bunu Allah biliyor. Yardım etmez mi sanıyorsun. Ne yani biz Allah’ın Kelâmını öğrenicez de Allah bizi yalnız mı bırakır sanıyorsun, bu kadar korkma” dedim. Hızla defter ve kitapları giysimizin içine sakladık. Tam bu sırada Ahmet başçavuş yanımıza gelip, bizi hiddetle dışarı çıkardı. “Şimdi sizi yaktım” diye bağırıyordu.
“Hayırdır, gecenin bu vaktinde başbaşa ne yapıyorsunuz, yoksa açık dergilere mi bakıyorsunuz” dedi. Ben atıldım, “Hayır komutanım, yabancı dil öğreniyorduk!”
Komutan, “Ulan sen beni salak mı sandın, bu saatte ve karanlıkta yabancı dil mi öğrenilir. Yaktım oğlum sizi, şimdi çıkarın koynunuza sakladığınız o müstehcen dergileri” dedi… Koynumuzda bir Kur’an, Elifcüz, Tecvid kitabı ve defter vardı. Hepsini çıkarıp kendisine verdik. İyi görebilmek için radar kulübesine girdi. Biz yağmur altında akıbetimizi bekliyorduk. Fakat o an garip bir şey oldu. Ağlamaklı bir sesle komutan bana bağırdı.
“Sen benim uykudan kalktığımı bilmiyor musun, abdestim olmadığını bilmiyor musun, bana nasıl Kur’an verirsin, hiçmi Allah’tan korkmuyorsun?” dedi…
Biz Murat hocayla birbirimize baktık.. Ben daha fazla cesaretlendim. “Komutanım” dedim. “Siz emir verdiniz, sizden korktuk da verdik. Çünkü Allah halimizi biliyor ve ceza vermez. Ama siz ceza verirsiniz” dedim…
O öfkeli komutan, karşımızda adeta düşmana esir düşmüş bir asker gibi oldu. İnanın o sahneyi hayatım boyunca unutamam.
Komutan, “Aman Allahım” dedi, “Siz bu soğukta, bu vakitte, herkes yatağında uyurken mum ışığında Kur’an öğreniyosunuz, siz nasıl insanlarsınız böyle. Yemin ederim, rütbemden utanmasam ellerinizi öperdim, yemin ederim sizin rütbeniz daha yüksek. Siz Kur’an öğrenirken ben sizi korkuttum. Ama bilmiyordum, Allah beni affetsin” dedi…
Bizi hızla içeri aldı ve hızla yanımızdan kaçar gibi uzaklaştı. Fakat son bir kez bize dönüp, “Burası yanlış mekan, yanlış zaman. Dikkat edin, rütbenizi bilmeyen biri duyarsa sizi yakar” dedi ve odasına gitti.. Murat Hocam’ı hatırlıyorum, bana sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamıştı…
Allah’a yemin ederim ki, komutanın karşısındaki o dik duruşum normalde gösterebileceğim bana ait doğal bir tepki değildi ve o sözlerde bana ait doğal sözler değildi. Herkes kendisini bilir. Ben tırsak adamın tekiyimdir. Ne hikmetli konuşacak bir maneviyata nede dik duracak cesarete sahibim. Fakat düşünün ki, gecenin karanlığında aniden bir kediyle karşılaşsak ilkin Aslan görmüş gibi korkarız ya hani, gerçekte olan şey, gecenin karanlığında Allah komutana kediyi aslan gibi gösterdi.
Ve sen; Ey kendisini kedi sanan aslan!
Allah’a güven. O’na güvenmezsen kedi olursun ve hayatın peşindeki köpeklerden kaçmakla geçer.
Allah’a güven, içinde Aslan olduğunu göreceksin.
Allah’a güven, galip geleceksin…
Bu arada Murat Hocam Kur’an’a yeni geçmişti ki ben Halep sınırına operasyona gönderildim. Birkaç ay sonra döndüğümde Murat hoca çoktan terhis olmuştu. Yaklaşık 1,5 sene kadar sonra ilk kez görüştük. Kur’an’ı birkaç kez hatmetmiş. Karabaş Tecvidini bitirmiş. Görüştüğümüzde Yasin, Tebareke, Amme gibi süreleri ezberlemeye başladığını söylemişti. Kendisiyle bir daha hiç görüşemedik.. Umarım ki hafız evlatlar yetiştirmiştir. Alemi Ukbada görüşmek üzere. Yolun bahtın açık olsun Murat Hocam..
Kerem Gümüştekin