Yaşayan Mevlana…
Ne güzel demiş Mevlana Celaleddin’i Rumi Hazretleri;
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel.
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel.
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.”
Kim ne için gelirse
onu buluyor…
Demek ki asırlardır Allah Dostlarının yegane gayesi; insanlara, insan oldukları için değer vermek, onların dünya ve ahiret saadetlerini kazanmalarına vesile olmak ve yanlarına gelen insanlara da bunu öğretebilmektir. Düşünün; bizler birbirimize bu pencereden bakabilsek dünya ne kadar yaşanılası bir yer olur değil mi?
Seyda Muhammed Konyevi Hazretlerinin yanına gelen her insan da kendisini, asırlardır devam eden bu gönül anlayışının ve bitmek bilmeyen diyagramlığın içinde buluyor. Kim, ne için geliyorsa onu buluyor. Hastası olan geliyor, bir dua ile şifa umuduyla, derdi olan derman umuduyla, günahkarlar orada tevbe edip duaya mazhar olup, istikamet üzere yaşamak umuduyla geliyorlar…
Yeter ki kalbini gönlünü açıp, ardına kadar açık olan Seyda Hazretlerinin gönül kapısından kibrini ve egosunu kapıda bırakıp, giriversin de öyle sevda gibi gizli bir iksirin tadına varıversin.
Tabibinin yanındaki
gönlü yaralı genç…
Bir zaman önce Sultan Reyhani Camiinden içeri girdiğimde bir genci, Seyda Hazretlerinin dizinin dibine oturmuş hem hararetle hem utanarak hem gözyaşı dökerek bir şeyler anlatırken gördüm. Seyda Hazretleri tebessüm ederek o genç adamı dinliyor, sonra nasihat ediyor ama genç adam yine ağlayarak bir şeyler anlatıyor ve “Olmaz olmaz” der gibi başını sağa sola sallıyordu.
Durumu ve ne konuştuklarını çok merak etmiştim. Fakat onları duyacak kadar mesafeye yaklaşmadan durmuş, edeple Seyda Hazretlerinden oturmam yada yanına gitmem için bir işaret bekliyordum.
Seyda Hazretleri, bir ara bana baktı ama herhangi bir işaret vermediği için öylece bekledim. Genç adam başını adeta halıya değecek kadar yere eğmiş, hıçkırarak ağlıyor, ağlamasını kontrol altında tutmaya çalıştığı anlarda da Seyda Hazretlerine bir şeyler anlatıyor, Seyda Hazretleri de ona yine tebessüm ederek nasihat ediyordu. Bir müddet sonra genç adamın Seyda Hazretlerinin elinden tuttuğunu gördüm. Beraber tevbe edeceklerdi anlaşılan. Seyda Hazretleri; “Ya Rabbi! Ben pişmanım, bütün yapmış olduğum günahlardan” diye söylüyor, genç adam bu sözleri ağlayarak ve sanki sesini dağlara taşlara duyurmak ister gibi yüksek sesle tekrar ediyordu. Ben ayakta durup, bu manzarayı izlerken bir anda genç adamın nedamet dolu yalvaran bir sesle, “Ya Rabbi” diye bağırmasıyla caminin sarsılır gibi olduğunu hissediyordum.
Genç adam Seyda Hazretleri ile beraber tevbe etmişti. Seyda Hazretleri bana bakarak, “Bu arkadaşına talimat ver (tevbe ile ilgili yapacaklarını anlat)” dedi.
Bize düşen tevbedir…
Allah Dostlarının dergahı böyleydi işte. Daha ismini öğrenmediğim, yüzünü bile tam görmediğim bir kişi ile arkadaş olmuş ve hatta daha o anda onu gönülden sevmiştim. Genç adamı aldım, bir kenara talimat vermek için geçecektim ki genç adam, “Efendim, benim tevbem kabul olur mu, Allah beni affeder mi?” diye sordu. Sesinde hem hüzün hem umutsuzluk hemde bir umut arayışı vardı. Seyda Hazretleri: “Allahu Zülcelal, kullarını affetmek için bahaneler arıyor, biz o bahanelerin en güzeline tevbeye sarıldık. Tevbe kapısı umut kapısıdır. Allahu Zülcelal, tevbe edenlerin günahını bağışlayacağını bizlere bildirmişken biz kim oluyoruz da “Tevbe ettik kabul müdür, değil midir?” diye soralım (Bize düşen tevbe etmektir)” dedi, tebessüm ederek yumuşak bir sesle…
Genç adamla dış camiye geçip bir müddet konuştuktan sonra genç adam: “Ben buraya neden geldim, ne oldu, neler geldi başıma?” dedi.
Ben, belki anlatmak istemez diye sormadım neler olduğunu ama genci tanımıştım. Çünkü ilk defa onu hafta sonu akşamüzeri camide görmüştüm; kalabalığın içinde etrafına şaşkın şaşkın bakıyor, tanımaya çalışıyordu. Kafileler ile gelmiş olacağını düşünmüştüm.
Genç adam, “Çıkabilir miyim” dedi.
“Evet çıkalım dışarı da sana bir çay ikram edeyim inşallah” dedim. Beraber camiden dışarı çıktık.
İbretli bir hikaye
Karşılıklı çaylarımızı içerken, ‘Buraya neden geldim, neler geldi başıma’ dediniz, “Siz nereden geldiniz?” diye sordum. Genç adam biraz tereddütlü bir bakıştan sonra, “Boş ver abi, bu mübarek kapıyı buldum ya işte önemli olan bu” dedi. “Tamam kurban sen bilirsin” dedim.
“Ben hep burada kalsam olur mu?” dedi.
“Seyda Hazretlerine sormanız lazım” dedim.
“Sen sorar mısın?” dedi.
“Sorarım da sen şu durumunu bir anlatsan, durumunu anlar, ona göre yardımcı olabilirim” dedim.
“Ne anlatayım abi, hırsızım ben” dedi. Şaşırmıştım.
“Nasıl yani?” dedim.
“Abi ben hırsızım, yıllardır hırsızlık yaparım, burayı duydum geldim baktım kalabalık, herkesin kabanı ceketi ortalıkta askılarda duruyor, kendi kendime ‘Buradan iş çıkar’ diye düşündüm, maksadım hırsızlık yapmaktı.”
“Eee ne yaptın ya?” dedim.
“Dün akşam camiye girdim; askılıkta asılı duran ceketleri, kenarlarda duran çantaları görünce, ‘Tamam, buradan iş çıkar’ dedim. Gece tekrar çantaları ceketleri kontrol etmek için tam camiye girecektim ki merdivenlerde ayağım kaydı, düştüm. Dizim merdiven kenarına geldi, acısından ağlıyordum. Beni tanıyan olacak korkusu ile hemen oradan uzaklaşmak istedim. Yola doğru yürürken canım o kadar acıyordu ki dizimin yarasından dolayı, adım atacak mecalim kalmamıştı ve dışarısı da çok soğuktu. Çaresiz geri döndüm ve caminin altındaki yatakhaneye girdim. ‘Orada yatıp dinleneyim, sabah sessizce kalkar kaçarım’ dedim.
“Caminin altına indim ve rastgele bir yere yattım, dizimdeki yaranın acısı ve dışarıdan gelmem sebebiyle üşüyor titriyordum. Birden yanımda birisi belirdi, ‘Oğlum hele şu ayağındaki yaraya bakalım’ dedi. Ben korktum, “Yok bişey önemli değil” dedim. O beni dinlemedi, bacağımı sıyırdı, dizimdeki yarayı elindeki bezle sildi ve üzerine bir merhem sürdü.”
O anda yaranın ağrısının geçtiğini hissettim. Sonra baktım üzerime battaniye örtüyor, korkudan bakamıyordum, O, ‘Oğlum başının altına da yastık koyayım dur’ dedi. Ben, “Gerek yok böyle iyiyim” dedim. Bana, ‘Olmaz sen bizim dergahımıza madem misafir oldun sana ikram bizim görevimiz’ dedi. Ben, “Yok Baba ben dediğin gibi bir misafir değilim” diyecek oldum, sözümü kesti.
‘Dün misafir değildin ama bu gün yoldan döndün, geri geldin bu dergaha, misafirimiz oldun’ dedi. Anlamıştım ki bu ihtiyar her şeyi biliyordu. Utancımdan bir şey diyemedim sadece battaniyeyi başıma çektim, uyumuşum. Sabah birisi, ‘Haydi sofi sabah namazı vakti, Seyda Hazretleri camiye gelmek üzeredir cemaati kaçırma’ diyerek, uyandırdı beni.
Garip beni sofi sanmıştı ama ben hayatımda namaz kılmamıştım. Kalktım, “Hemen gideyim buralardan buralar başka yerler başıma bir şey gelecek” diye konuşarak dışarı çıktım. Hızlı adımlarla kaçmak istiyordum ki bir anda caminin önünde dün gece yaramı sarıp, bana yardım eden yaşlı adam karşımda belirdi. Herkes gözleri yerde edeple onun geçişini izliyor, bense şaşkınlıkla ona bakıyordum. Oysa gece bana yardım eden, yarama merhem süren kişi oydu. O, camiye girdi, arkasından cemaatte girdi. Ben ne yapacağımı şaşırmıştım, tam o anda, ‘Sofi hadi geç kalacaksın’ diye birisi seslendi. Baktım yanımda bir genç var. Koluma girdi, beni abdesthaneye götürdü.
Sonra işte, sonrası yok! Sonrasında çıkamadım buradan, bekledim. Öğlen namazından sonra yanına gittim, yaralarımı saranın yanına… Halimi anlattım asıl yara dizimde değil kalbimde olmuştu; teselli istedim, bana nasihat etti ve tevbe ettim işte…
Abi, sorar mısın bir; burada kalabilir miyim bir daha dönmemek üzere?..”