Zekat ve Sadaka-İ Fıtır
İslam Dininin toplum içinde insanları birbirine kaynaştırmak,
zenginle fakir arasında bulunan maddi ayrımı en aza indirerek
sosyal adaleti gerçekleştirmek, insanları mutluluğa sevk etmek
üzere getirdiği düzenlemelerden bir kısmı, zekat, sadaka gibi
mali ibadetlerdir.
Kuran-ı Kerim’de zekat, sadaka, infak, ihsan gibi kelimeler her
türlü mali ibadetleri ifade etmek için kullanılır. Ancak zaman
içinde zekat yıllık olarak verilmesi farz olan mali ibadetin adı
olmuştur. Sadaka ve infak ise Allah rızası için yapılan harcamaların
genel adı olarak kullanılmaktadır.
Sadaka ve infak, Allah’ın verdiği nimetlere şükürdür.
Her türlü infak malın bereketini artırır.
Fakirlerin ihtiyaçlarının karşılanması onları kötü hallere düşmekten
muhafaza eder, izzetli bir hayat yaşama imkanı verir.
İnfak sayesinde toplumda adalet duygusu güçlenir; zenginle
fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur.
Böylece İslâm kardeşliği de gerçekleşir
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’
in benzetmesiyle Müslümanlar tek vücut gibidir.
Vücudun bir azası sızlayınca bu ağrıyı diğer
organların duymaması, bu derdi paylaşmaması
mümkün mü?
Toplumda fakirlerin haklarına riayet edilmemesi,
vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir; vaktinde
tedbir alınmazsa kan kaybı daha çok hastalanmaya,
belki ölüme yol açar.
Mümin, Allah yolunda dağıtmanın bir görev ve
sorumluluk meselesi olduğunun bilincindedir.
Müminlerin tüm yaptıkları, Allah’ın kendilerine
verdiği rızıktan emrettiği yerlere infak etmektir.
Öyleyse aslında mümin bir postacıdır, bir veznedardır,
bir emanetçidir.
Tükenir diye korkmadan:
Mümin toplayıcı değil, dağıtıcı olmalıdır. Zira
mümin malı dağıtmak için kazanır.
Verirken tükeneceğinden korkmaz. Çünkü verenin
Allah olduğunu bilir.
Zaten kendisine “Ver,” diyen de Allah’tır.
Bilhassa zekât, Allah’ın verdiği ihtiyaç fazlası
malın şükrüdür. Allah Teâlâ’nın kulu üzerinde iki
nimeti vardır; biri nefsinde (bedeninde), diğeri
ise malındadır. Bedenle yapılan ibadetler, bedenin
şükrüdür. Mal ile yapılan ibadetler ise malın
şükrüdür. Fakir bir müminin geçim darlığına
düştüğünü, kendisine muhtaç olduğunu görüp
de malının kırkta birini veya onda birini vererek,
kendisini dilenmekten ve başkasına muhtaç olmaktan
kurtardığı için Allah Teâlâ’ya şükretmeyen
kimse ne kadar düşük ve cimri biridir.
“Veren el alan elden üstündür.”
Elini vermeye alıştır bir gün can vereceksin…
Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın.
Ve unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün
onu yaşarsın.
Bir insan acı duyuyorsa canlıdır, başkasının acısını
duyuyorsa insandır.
“De ki: ‘Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen
mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü
çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini
zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen
her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âl-i İmran, 26)
İnfak ederken şöyle düşünmelidir; “Varlığın hakiki
sahibi Allah’tır. O, dilediğine emanet olarak
mülkü verir ve sonunda emanetini geri alır. Her
şey Allah’ın emrinde ve kesin hâkimiyeti altındadır.
Biz insanlar ise ancak bize emanet olarak
verilen nimetlerin ve mülklerin üzerinde geçici
olarak tasarrufta bulunabilmekteyiz. İnsan, belli
bir süre için bu dünyada yaşar ve ölünce kazandığı
mülkü bu dünyada kalır. Ama emaneti nasıl
kullandığından sorumu olacaktır.
İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak,
ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.
Ölen insanın mülkü ya varislerine kalır ya
da satılmak suretiyle başka insanlara geçmiş
olur. Bazen mülk sahibi olanların darlık, geçim
sıkıntısı, iflas gibi nedenlerle varlıklarını ellerinden
çıkarmak durumunda kaldığı görülür. Diğer
yandan kayıp, tabii afetler, yangın, deprem gibi
nedenler de mülkün elden çıkmasına neden
olur. Bir anda varlıklı insanlar, muhtaç ve fakir
duruma düşebilir.
Hayat ne gideni geri getirir ne de kaybettiğin
zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında
yaşayacaksın ya da yaşamadım diye
ağlamayacaksın.
Yunus Emre’nin kulaklarda yankı bulan o meşhur
deyişiyle: ‘mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun
ilk sahibi, mal da yalan mülk de yalan, var
biraz da sen oyalan’ gerçeğini akıldan çıkarmamalıyız.
Bugün sahibi olduğumuz şeyler, dün başkalarınındı.
Bizim elimizden çıktığı anda veya öldüğümüzde
başkalarının eline geçecektir.
Sahip olduklarımız Rabbimizin bizlere birer ikramıdır
ve imtihan sebebidir. Mal ve mülkle
gururlanmak ve bunları Allah yolunda değerlendirmemek
insana yakışmaz. Özellikle biz
Müslümanlar için bu davranış biçimi asla uygun
değildir.