Zekâtı İhmal Edenlere İbrettir Karun!
İnfak etmeyen mal-mülk sahiplerinin hali
Servet, Allah’ın kuluna verdiği bir emanettir. Şayet zenginlik, ilahi emirlere zıt bir surette kullanılırsa, insanları çabucak azdırmaya, her türlü kibir, zulüm ve haksızlıklara sürüklemeye müsaittir. Böyle bir afete maruz kalanlarda mal sevgisi, kalbe yerleşir.
Cenab-ı Hakk’ın, dünya nimetleri içinde sadece mal ve evladı “fitne” olarak zikretmesi, bunların kalbe girerek putlaşma tehlikesine binaendir. Bu bedbahtlığa düşenleri ikaz için Allah Teâlâ buyuruyor: “… Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara, elem verici bir azabı müjdele! O gün cehennem ateşinde (bu biriktirilen altın ve gümüşler) kızdırılıp bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. (Ve onlara denilir ki:) işte bu, nefisleriniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin(azabını) tadın!” (Tevbe, 34-35)
Ashabı-ı Kiram daima infak seferberliği içinde olurlardı. Ebedi kurtuluşa talip olan bütün servet sahipleri, bu dünyada birer emanetçi hükmünde olduklarının ve elbet bir gün, gerçek malik olan Allah Teâlâ tarafından hesaba çekileceklerinin şuuruyla yaşamalıdırlar. Ayet-i kerimede buyurulur: “Sonra siz, o (kıyamet) günü nimetlerden elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür, 8)
Bu hakikat dolayısıyla arif gönüller, şu ifadeyi hiçbir zaman hatırdan uzak tutmazlar: “Helalin hesabı, haramın da azabı vardır.”
Onun için dünyanın bitmek tükenmek bilmeyen istek ve arzularına esir olup infak edemeyen zenginler, yakmak için külhana odun taşıyan hamallar gibidirler.
Çalışmak, helal yoldan mal-mülk sahibi olmak, elbette İslam’ın güzel gördüğü ve teşvik ettiği bir durumdur. Ancak şu var ki, bunları putlaştırıp kalbe sokmadan Hak yolunda infak etmek gerekmektedir. Aksi halde servet, dünyada hamallık, ahirette acıklı bir azap sebebi olur.
Zekât ve infak hususlarında ihmal gösterenlerin, hatalarını kabul edip istiğfar edecekleri yerde, kalplerinin kararması sebebiyle ilahi takdiri unutarak; “Ben çalıştım, ben kazandım.” diyerek, fakirleri hor ve hakir görmeleri halinde, bedbaht Karun gibi helake duçar olacakları muhakkaktır.
Nitekim önceleri fakir ve salih bir kimse olan Karun, Hazret-i Musa aleyhisselamın kendisine öğrettiği simya ilmi neticesinde, son derece zengin olmuştu. Ancak gönlünü dünyevi ihtiras ve temayüllerden gereği gibi koruyamadığı için bütün güzel ve nezih hasletlerini kaybetti. Nail olduğu zenginlik sebebiyle gurur ve kibre kapıldı. Kur’anî ifadeyle, azgınlardan oldu. Neticede onun hakkında verilen ilahi hüküm şu oldu: “Karun, Musa’nın kavminden idi. Fakat onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: ‘Şımarma! Bil ki Allah, şımaranları sevmez.” (Kasas, 76)
Ancak Karun, hem bu sözlere hem de Musa aleyhisselamın nasihatlerine kulaklarını tıkamıştı. Öyle ki Musa aleyhisselam, ona malının zekâtını vermesini söylediğinde, zenginliğini bir bakıma ona borçlu olmasına rağmen:
– Malıma göz mü diktin? Bu parayı ben kazandım! Diye cevap vermişti.
Karun’un akibeti
Hadise, Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “(Karun’a hitaben şöyle denildi:) Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilikte bulun! Yeryüzünde fesad çıkarmayı arzulama! Şüphesiz ki Allah, fesad çıkaranları sevmez.”
“Karun ise: “O (servet) bana, ancak bende bulunan (özel) bir bilgi sayesinde verildi” dedi. Bilmiyor muydu ki, Allah kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü ve daha çok taraftarı olan kimseleri helak etmişti! Mücrimlerden günahları sorulmaz (Çünkü Allah Teâlâ sormaya muhtaç değil, her şeyi bilmektedir.)”
“Derken Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: ‘Keşke Karun’a verilenin bir benzeri de bizim olsaydı; hakikaten o çok büyük bir servet sahibi!’ Dediler.”
“Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: ‘Yazıklar olsun size! İman edip amel-i salih işleyenler için Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir’ dediler.”
“Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek herhangi bir topluluk olmadığı gibi o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.”
“Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: ‘Demek ki Allah, rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az! Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. (Allah Allah! Şu hale bir bakın!) Demek ki, inkârcılar iflah olmazmış! …’ demeye başladılar.”
“İşte ahiret yurdu! Biz onu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve fesadı arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.” (Kasas, 77-83)
İşte bu durum, dünyaya meyledip ahireti unutan mal ve mülk sevdalılarının hazin akıbetini gösteren ne müthiş bir sahnedir! Zira ilahi zenginlik ve nimetlerden ebediyyen mahrum olan Karun, şimdi bir ahiret dilencisidir. Çünkü ahiret yurdu, ömür boyu ihlâs ve samimiyet ile kulluk üzere yaşayan takva sahiplerine aittir.
Hazret-i Mevlana, dünya malına muhteris olup ahirete iflas etmiş bir halde giden kimselerin haline hayret ederek şöyle buyurur: “İnsana ne oluyor da altının ve dünya malının kölesi oluyor? Hak yolunda harcanmayanlar nedir? Neyi ifade eder? Dünya malının esiri olarak onun kapısında yılan gibi kıvrılıp yerlerde sürünmek zilleti, insanı göklere eli boş gönderen bir sefalet sebebi değil de nedir!”
Not: Osman Nûrî Topbaş rahmetullahi aleyhin “Vakıf, İnfak, Hizmet” isimli eserinden kısaltılarak iktibas edilmiştir.