Zor Zamanda İslam’ı Yaşamanın Fazileti
İslam aleminin çok zor günler geçirdiği bir devirdeyiz. Esasen ümmetin hemen her asırda karşılaştıkları çeşitli zorluklar olmuştur; ancak içinde bulunduğumuz zaman, Ehl-i sünnet Müslümanların başsız olduğu, aralarında her çeşit tefrika ve fitnenin çıktığı, çok çeşitli buhranların yaşandığı bir çağ olması bakımından en zor imtihandan geçtiğimiz bir dönemdir.
Farkında mısınız? İçten
dıştan kuşatma altındayız!
Mucizeleri kıyamete kadar devam eden Allah Resulü aleyhisselatu vesselam bu ve benzeri fitne günlerinin geleceğini bildirerek şöyle buyurmuşlardır:
– İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.
– Bu nasıl olur?” diye soruldu. Şu cevabı verdi:
– Herçtir! Öldüren de (aynı niyetle silah çekmişse) ölen de ateştedir.” (Müslim, Fiten, 56)
Gün geçmiyor ki bir Müslüman annenin yıllarca emek vererek yetiştirdiği bir delikanlı, tam da Allah yolunda çalışıp hizmet edeceği zamanda, batıl bir dava uğruna kara toprağa düşmesin. Civarımızdaki ateş ülkemize de sıçrıyor. Elbette zalimler de bizi kendi halimize bırakmıyor ki kardeşçe bir araya gelip, aramızdaki meselelere çözüm bulup, işbirliği ve dayanışma ile hepimizin iyiliğine hizmet edecek bir birlik beraberlik kuralım. Aramızı düzeltebilecek olanlar sindiriliyor, bozguncu ve hainler ise hem gizli hem de aleni destekleniyor.
Sıkıntılar sadece İslam coğrafyasındaki siyasi bölünmüşlüklerden, dini tefrikalardan ve cehalet, yoksulluk, geri kalmışlık gibi yılların birikimi olan mağduriyetlerden de ibaret değil. Bu umumi belaların yanı sıra nefsanî dürtüleri tahrik eden, bizi kendi duygu ve arzularımızla fitneye düşüren, aile bağlarımızı koparan, kadınlarımızı, gençlerini ifsad eden çeldiriciler de ayrı bir bela. Kısacası içten dıştan sarılmış, her cihetten düşmanlıkla kuşatılmış vaziyette İslami hayatımızı muhafaza etmenin savaşını vermeye çalışıyoruz.
Belki işkencelere
uğramıyoruz ama…
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ahir zaman Müslümanlarının çekeceği zorlukları işaret ederek şöyle buyurmuştur: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda (dirençli davranıp) Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.”(Tirmizî, Ebu Davud)
Belki içimizden birçoğumuz ‘dinimiz uğruna işkencelere uğratılıyor’ gibi görünmüyoruz. Ama günün her bir saatinde ayrı bir imtihanla sınanıyor kulluğumuz. Mesela sabah evimizden çıkar çıkmaz, otobüs duraklarının panolarında, duvar afişlerinde, müstehcenliği, faizi, israfı, haramı helal addetmeyi öven, reklamlar görüyoruz. Başımızı çeviriyor, yürüyoruz. Derken gözümüze etraftaki gençlerin, bilhassa kadın ve kızlarımızın kılık kıyafeti çarpıyor. Kadınlar arasında bile giyilmesi caiz olmayan daracık giysilerle en mahrem yerler teşhir ediliyor.
İş yerine varan bir insan gün boyunca harama düşmeden rızkını kazanmanın mücadelesini veriyor. Siz talip olmadığınız, şubelerinin kapısından bile girmediğiniz halde telefonla dadanıp,“Kredi kampanyaları hakkında” zorla, ısrarla, tanıtım(!) yapıyorlar.
Yemek için, alış veriş için bir yer arıyorsunuz, bazı semtlerde Allah’ın haram kıldığı müskiratı satmayan, servis etmeyen bir market veya büfe bulmakta zorlanıyorsunuz.
Namaz kılmak için camiye gidiyorsunuz, bir ibadethanenin etrafındaki bahçede bile giyim kuşamına, hal ve hareketlerine ölçü getirmeyen edeb mahrumu bir nesil. Ama ‘Mahalle baskısı’ diyecekler diye; “Ayıp değil mi, evladım” bile diyememenin ezikliği içinde geçip gidiyorsunuz. Evinize dönerken, “Acaba benim çocuklarım böyle bir çevre içinde nasıl yetişecek? Onları bu ateş deryasından koruyabilecek miyim?” diye düşüncelere dalıyorsunuz. Bütün bunlara rağmen de çok daha ağır zulümler, eziyetler altında inleyen Müslümanları düşünüp, “Allah’a şükür. Allah memleketimize zeval vermesin” diyorsunuz.
Evet, zor zamanlardayız. Öte yandan Allah’a ihlas üzere kulluk yolu her zaman zor yol olagelmiştir. Nefsimiz, her çağda bizi dünya ile ahiret arasında bocalamaya itecektir. İslam medeniyetinin en parlak çağlarında da İslam ordularının en güçlü olduğu devirlerde de hak yol üzerinde sabitkadem olmak için daima nefisle mücadele etmek gerekmiştir.
Ne zaman daha kolay oldu ki? Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ahirete irtihal ettiği zaman, fırsat kollayan bazı kabileler, zekat vermeyi reddettiler, yalancı peygamberler zuhur etti, sıkıntı çıkardılar. Müslümanlar her taraftan kuşatılmış gibiydi. Ama Allah’ın yardımı ve hidayetiyle Hz. Ebubekir radıyallahu anh etrafında birleştiler de kısa zamanda duruma hakim olup, dirlik ve düzeni sağladılar.
“Karanlık gece kıtaları
gibi fitneler olacak”
Sonraki devirlerde de büyük fitneler, iç karışıklıklar yaşandı. Müslümanlar tıpkı daha önce Yahudi ve Hıristiyanların fırkalara bölünüp birbirlerini tekfir ettiği gibi gruplara bölünüp, birbirlerine zulmettiler. Ne zaman Müslümanlar dine ve Peygamber efendimizin sünnetine bağlılıkta gevşeklik gösterip, fitnelere kapılıp içeride birliği kaybettilerse dışarıdan da düşman istilası geldi. Buna mukabil Müslümanlar, alimler ve Allah dostlarının etrafında halelenerek, Peygamber aleyhisselatu vesselama mutabaat yolunda birleşip, uyanış ve dirilişe geçince Allah-u Zülcelal kendi içlerinden bir lider etrafında toplanarak, zafere ulaşmayı nasip etti. Demek ki, zaman ne kadar değişse de sıkıntılar pek değişmemektedir. Sıkıntıların çözümü de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yolunda birlik beraberliğe kavuşmaktır.
İslam tarihinin çeşitli devirlerinde öyle büyük fitneler çıktı ki, İslam akidesinin üzerinde şiddetli tartışmalar ve sapmalar ortaya çıktı. Nitekim bu fırkaların bir kısmı günümüzde de devam ettirilmektedir. En kötüsü de bu karışıklıklar imanlara zarar verebilmektedir. İşte bilhassa bu hususta dikkatli olmak gerekmektedir.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar: “Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar.” (Tirmizî)
Kıyamet alametleri ve ahir zaman hakkında dehşetli uyarılarla birlikte Peygamber efendimizin müjdeleyici hadisi şerifleri de bulunmaktadır. Her şeyden önce İslam dininin temel kaynağı Kuran-ı Kerim, kıyamete kadar koruma altında olacaktır. Her devirde de hak yolunda gayret eden bir cemaat bulunacaktır.
Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “…Ümmetimden bir grup hak üzerinde olmaktan geri durmaz. Onlara muhalefet edenler onlara zarar veremezler. Allah’ın (Kıyamet) emri, onlar bu halde iken gelir.” (Müslim,; Ebu Davud, Tirmizi)
Zor zamanda İslam’ı
yaşayanın kazancı
Ahir zaman fitneleri içinde müslümanca yaşamak zordur ama bu zorluğun mükafatı da büyüktür. Rivayete göre Ashâb-ı kiram’dan Sâlebe’tül-Haşenî radiyallahu anh, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize: “Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz.” (Mâide: 105) ayet-i kerimesinin tefsirini sorduğunda aleyhisselatu vesselam Efendimiz şöyle buyurmuştur:
– Yâ Sâlebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak. Muhakkak ki sizin arkanızda karanlık gece parçaları gibi fitneler vardır. O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır. Ashâb-ı kiram sordular:
– Yâ Resulellah! Onlardan elli kişinin sevabı kadar sevabı vardır değil mi? (Yani sizden kelimesi yanlışlıkla mı kullanıldı?)” diye sorduklarında buyurdu ki:
– Hayır! Sizden elli kişinin sevabı kadar sevap alır. Çünkü siz iyiliklerde yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar.” (Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn-i Mâce)
Elbette Ashab-ı kiramın, Peygamber efendimizin sohbetiyle yetişmiş olmaktan gelen mümtaz bir vasfı vardır. Onlar, Allah-u Zülcelâl’in razı olduğu bir topluluktur. Sahabe-i kiramın kulluğu, mutabaatı ve İslam hizmetini metheden ve onları cennetle müjdeleyen ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler vardır.
Allah-u Zülcelâl onların fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: “Muhâcir’den ve Ensar’dan (İslâm’a girmekte) ilk önce geçenlerle bunlara ihsan ile tâbi olanlar var ya, Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Onlara altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe; 100)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: “İnsanların en hayırlısı benim asrım(daki ashâbım)dır. Sonra onları takip edenler(tâbiun), sonra onları takib edenler(etbâu’t-tâbiin)dir…”(Buhâri)
Ashab-ı kiramın, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda ve sohbetinde bulunmakla eriştiği dereceyi hiç kimse kolay kolay elde edemez. Ancak onların İslam’ın bidayetindeki o zor devirlerde yaptıkları fedakarlıklar, bütün ümmete örnektir ve her devirde örnek olarak hatırlanacaktır. Onların o çağda yaptıkları fedakarlıklar gibi fedakarlıklar yapabilenler de katlandıkları zorluk nispetinde sevap kazanabilirler.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem; “İslâm garip olarak başladı, başladığı gibi garip haline dönecektir. Ne mutlu gariplere!” buyurunca ashabı kiram, “Onlar kimlerdir?” diye sordu. Aleyhisselatu vesselam Efendimiz buyurdu ki: “Onlar o kimselerdir ki, insanların bozdukları, (dinimizi) ıslâh ederler (düzeltirler).” (Müslim)
Başka bir rivayette, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem devamla şöyle buyurmuştur: “Zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi zordur. O günlerde amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.” (Ebu Davud, Tirmizî)
Esasen içinde bulunduğumuz çağda tavizsizce İslam’ı yaşayabilmek için, Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin getirdiklerini hiçbir sapma olmadan, olduğu gibi muhafaza etme çabasında olan mustakim alimlerin etrafında, aynı ashab-ı kiramın Peygamberimizin etrafında birlik olduğu gibi birlik olmak gerekmektedir. Yani yolumuz sahabe-i kiramın yoludur.
Ashabın örnekliğinde dirilelim
Ashab-ı kiramda, her birimiz için örnekler vardır. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz nasıl ki her müminin örneği, yolunu aydınlatan nur kandili ise, ashab-ı kiram da ışığını ondan alan yıldızlar gibidir.
Sahabe arasında her çeşit insan vardı. Mesela Abdullah ibn-i Mesud radıyallahu anh, çobanlıkla geçinmeye çalışan yoksul bir gençti. Onun mal kuvveti olmadığı gibi beden kuvveti de yoktu. Ağaca tırmandığı zaman arkadaşları bileklerinin inceliği sebebiyle gülüşürlerdi. Ama ilmi ve muallimliğiyle bu ümmetin fıkıh imamlarını yetiştirdi.
Hz. Ömer ve Hz. Hamza radıyallahu anhuma ise tam tersi güçlü kuvvetli yiğitlerdi. Müslümanlar onların hidayeti ile güç kazanmışlardı. Musab bin Umeyr her türlü güzelliği üzerinde toplamıştı. İstese zengin ailesinin sağladığı imkanlarla dünyevi refah içinde yaşayabilirdi. Ama sevimlilik ve nezaketiyle İslam’ı güzel bir üslupla tebliğ ederek Medine halkının hidayetine vesile oldu.
Sahabelerin her biri, sahip olduğu imkan ve yetenekleriyle İslam’a hizmet ettiler. Kimi savaş meydanında attığı naralarla, kimi meydan okuyan şairlerin karşısına çıkıp okuduğu şiirlerle, kimi her türlü tehlikeyi göze alarak zalim hükümdarlara tebliğ mektuplarını ulaştırmakla, kimi diplomasi becerisini kullanıp elçilik hizmetiyle, kimi müşavere meclislerinde ortaya koyduğu görüş ve tecrübesiyle, kimi düşman saflarına sızıp istihbarat yapmakla, kimi malını mülkünü harcamakla…
Hanım sahabeler de kendi çaplarında hizmet etmeye çalıştılar. Hz. Hatice radıyallahu anha annemizin desteği, hususi bir övgüye mazhar olmuştu. Bütün malını ve hizmetini Peygamber aleyhisselatu vesselamın uğruna harcayıp, en zor günlerinde destek olmakla kadınların medar-ı iftiharı oldu.
Hz. Ümmü Süleym radıyallahu anha, oğlu Enes radıyallahu anhtan başka Peygamberimize verecek hediye bulamamış, “O size hizmet etsin” diyerek, bize birçok hadisi şerifin ulaşmasına vesile olan bir sahabenin yetişmesini vesile olmuştu. Hz. Nesibe gibi kahraman hanımlar, erkeklerin kaçıştığı zor anlarda Peygamber aleyhisselatu vesselamın yanına koşup gücü yettiği kadar göğsünü siper ediyor ve bir yandan da evladının yarasını aceleyle bağladığı gibi yine eline kılıcını tutuşturup, “Durma, Peygamberimizi muhafazaya koş” diyordu. Diğer sahabe annelerimiz de kendi paylarına düşen sıkıntılara sabretmekle İslam kahramanlarının yükünü hafifletmeye çalışıyorlardı.
Kısacası, onlar İslam semasının yıldızlarıydı ve hangisine uyacak olsan doğru yola rehberlik ediyorlardı. Her biri kendince fedakarlıklar yaptı. Doğdukları şehirden, ailelerinden, kurulu düzenlerinden, mallarından, mülklerinden, evlerinden vazgeçip İslam uğruna yollara düştüler. Karınlarına taş bağladılar, kendi kabilelerinden kişilere karşı kılıç çektiler, İslam yolunda hiç tanımadıkları kişilerle kardeş oldular. Kardeşleri namına kendi nefislerinden fedakarlık yaptılar.
Bütün bunları gözönünde bulundurarak şimdi de bizler, İslam yolunda çektiğimiz sıkıntı ve yaptığımız fedakarlıklarla onların sevabından bir hisse olsun alabilirsek ne mutlu bizlere…