DÜNYA HAYATI RÜYAYA BENZER
Dünyanın hakikatini insan tefekkürle anlıyor
Allah-u Zülcelal Kur’an-ı Azimüşşan’ın birçok yerinde tefekkürü ve tefekkür ehlini övmüştür. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, akıl sahipleri için gerçekten örnekler vardır. Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler ve şöyle derler; “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz. Bizi cehennemden koru.” (Âl-i İmrân; 190-191)
Hazreti Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde; “Bir saat tefekkür, altmış yıl ibadetten daha hayırlıdır.” (Deylemi) buyurmuşlardır.
Tefekkür, öyle bir aynadır ki insana bütün sevaplarını ve günahlarını gösterir. Onun için İbrahim bin Ethem kuddise sirruhu “Aklın özü, tefekkürdür” demiştir.
Tefekkür, kalbin amelidir ve insanı Allah-u Zülcelal’e ulaştırır. İnsanın Allahu Zülcelal’in muhabbettini kazanmak ve dünyanın gafletinden kendisini kurtarmak için hiç değilse iki üç güne bir oturup tefekkür etmesi, kendisini muhasebeye çekmesi lazımdır.
Lokman-ı Hekim, köle idi, uzun süre yalnız başına oturuyordu. Onun efendisi yanına gelerek; “Ey Lokman! Sen yalnız başına oturmayı uzatıyorsun. Eğer insanlarla oturursan, sana arkadaşlık edecek kimseler bulunurdu.” deyince, Lokman-ı Hekim şöyle cevap verdi; “Uzun zaman yalnız başına oturmak, devamlı tefekkür etmeyi sağlar. Uzun, uzun tefekkür etmekte, insanı cennete götüren bir rehberdir.”
Kişinin tefekkürü çoğaldıkça dünyanın hakikatinin farkına varıyor. Dünyanın hakikatinin farkına varan insan ise fani işlerden yüz çevirerek ebedül ebed baki olan ahiret hayatında faydası olacak salih amellere karşı iştiyak duyar. Bazı insanlar ahirete karşılık dünyayı tercih ediyorlar. Oysa ahiret nimetlerinin yanında, dünya nimetlerinin ne kıymeti ve değeri olabilir ki? Allah’u Zülcelal’in rızasını ve emirlerini düşünerek hareket edersek, Allah’u Zülcelal’de bizi yarın huzuru mahşerde nedamet içinde bırakmaz.
Dünyada amel-i salih yapmak için, ne kadar sıkıntı çekersek, ne kadar nefsimize sıkıntı ve eziyet çektirirsek, mahşer günü, Allahu Zülcelal karşılığını katbe kat verecektir. İnşaallah, hiç pişmanlık duymayacak insan. “Elhamdülillah, keşke daha fazla amel-i salih yapsaydım, keşke Allah yolunda daha da sıkıntı çekseydim” diyecektir.
Allah yolunda parçalansa da pişman olmaz
Bizden önceki Salihler, Allah’u Zülcelâl için daima fedakâr idiler, ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Bizler de onların yaptığı gibi yapmaya çalışmalıyız. Onlar gibi Allah’u Zülcelâl’in rızasına meraklı ve istekli olmalıyız. “Şu salih ameli de yapayım belki bunun için Allah benden razı olur, bunu da yapayım belki bunun için Allah benden razı olur” diye hep bir merakla Allahu Zülcelâl’in rızasını kazanmak için gayret göstermeliyiz.
Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni kuddise sirruh diyordu ki: “Daima tövbeye koşun, tövbe edin. Belki, Allah’u Zülcelâl benim tövbemi kabul edecek, belki bu sefer kabul edecek diye, daima tövbeye koşun!”
Daima tövbe etmeli, hiç durmadan hayırlara koşmalı, her zaman günahlardan sakınmalı ve Allahu Zülcelâl’in rızasına karşı iştiyak duymalıdır. Böylece insan daima elinden geldiği kadar amel yapmalıdır. İnsanın vücudu, Allah’u Zülcelâl’in yolunda parça parça dahi olsa, insan hiç pişman olmaz.
Bin sene günah işlese tevbe ettiğinde affoluyor
Allah-u Zülcelal, tevbe kapısını açık tutmak suretiyle bizlere karşı ne kadar merhametli olduğunu beyan ediyor. Bir insan bin sene yaşasa ve ömrü boyunca isyan ve hata etse ama ölmeden önce tevbe etse af ediyor Allah-u Zülcelal…
İşte bu yüzden tevbe, çok büyük merhamet kapısıdır. Mümin insan için çok büyük bir nimettir. İnsan tevbeye karşı aşk ve muhabbet beslemelidir. İnsan tevbe etmez ve ölmeden önce günahlardan kurtulmazsa sırat köprüsünden geçerken, mizanda amelleri tartılırken yani kıyamet gününün tüm ahvallerinde sırtında taşıdığı günahlarıyla perişan olacaktır. Bu manzarayı ara sıra gözümüzün önüne getirelim. Eğer o manzarayı hakkıyla bir an göz önüne getirsek, hakkıyla tefekkür etsek o zaman boş işlerden yüz çevirir, gece gündüz ibadet yaparız.
Anamız Hazreti Aişe radiyallahu anha anlatıyor. Diyor ki: (Bir gün) cehennemi hatırlayıp ağladım. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem:
– Niye ağlıyorsun? Diye sordu.
– Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız? dedim. Buyurdu ki:
– Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: 1) Mîzan yanında; tartısı ağır mı geldi, hafif mi öğreninceye kadar, 2) Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar. Sağına mı, soluna mı; yoksa arkasına mı? 3) Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca, bunu geçinceye kadar. (Ebû Dâvud, Kitâbüs-Sünne, 4755)
Önümüzde bizi muhakkak bekleyen dehşetli manzaralar vardır. İnceden inceye tüm yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Eğer elimizde daha fırsat varken mahşer gününün o hallerini gözümüzün önüne getirirsek çok ibadet yapacak ve günahlardan kendimizi muhafaza edeceğiz.
O günler çok zordur. Amma Allah-u Zülcelal’i razı ettik mi; her şey kolaydır, her şey! Kabir kolay olur, sırat köprüsü kolay olur, haşir meydanı kolay olur. Ne varsa karşımıza çıkacak olan hepsi bizim dostumuz olacaktır. Sen Allah’ın dostluğunu kazandın mı yeter!
İnsan, Allahu Zülcelâl’in rızasını kazanmak için emirlerine itaat etmeli, haram ve günahlardan yüz çevirmeli ve salih ameller yapmalıdır. Salih ameller yapın. Az olsa da Allah için olsun. Az olsa bile Allah için olduğu zaman o şey çok kıymetli oluyor.
Dünya hayatı rüyaya benzer;
Uyudun, uyandın bitti!
Dünya hayatının halleri bir rüya benzer. Uyursun rüya görürsün; Padişah olmuşsun, keyf u sefa içindesindir. Ama uyanırsın ne sarayın var, ne saltanatın! Böyledir işte. Dünya aldatıyor bizi, oynuyor bizimle; manzarasına baktığımız zaman bize tatlı geliyor ama rüya gibidir. Fanidir ve geçicidir işte…
Hakikatte ise bizim önümüzde çok mühim şeyler vardır. Bizim için çok mühim! Haşir vardır, mahşer vardır, hesap vardır, cennet cehennem vardır! Büyük bir imtihanın içindesin. Ya kazanacaksın ya kaybedeceksin! Bunu hiç aklımızdan çıkartmayalım.
Nasıl bir talebe bir sene çalışıyor imtihan zamanı son bir saati kalıyor sonrasında imtihana girecek. Başarılı olamamak, imtihanı kazanamamak korkusundan titriyor. Emeğimin hepsi boşa gidecek diye endişeleniyor öyle değil mi? İnsanın dünya imtihanı ondan daha önemlidir. Ama hiç değilse en azından bizimde o talebe gibi ahiretimiz için endişelenmemiz, korkudan titrememiz lazımdır. Allah-u Zülcelal’i razı etmeden O’na âşık olmadan, O’nu sevmeden bu dünyadan ayrılmayalım! Çok mühimdir bizim için bu! Ben böyle diyorum ama kalbimin içinde olanı dilimle size anlatamıyorum.
Allah içinsen hep kârdasın, zarar yok!
Allah-u Zülcelal’in muhabbeti kişi ile ateş arasında bir perdedir. Bir manidir. Allah’ı sevdiğin zaman, Allah’a dost oluyorsun. Allah dost olanı ise ateş yakmaz inşaallah. Bakın depremler oluyor başka felaketler oluyor, ne olursa olsun; Allah için olduğun zaman, sen her zaman kârdasın. İstersen öl, istersen yaşa, istersen parça parça ol… Ne olursa olsun sen kârlısın. Ama sen dünyada bir altın misali pamuk içinde sarılmış vaziyette de olsan, bütün dünya nimetleri senin önünde olsa, bütün erkekler kölen, bütün kadınlar hizmetçin olsa, Allah için değilsen sen ateşin içindesin. Bunu böyle bilelim.
Ateşin içindeyiz! Niçin? Çünkü günah işliyor ve tevbe etmiyoruz. Manevi olarak ateş üstümüzdedir. O günahlarla Allah’ın huzuruna giderse o günahlarla yanacak o kişi. Onun için bizden geldiği kadar Allah-u Zülcelal’e dostluk halini kazanmaya çalışalım. Allah’a dost olalım. Şimdi olamıyor isek yarın için niyet edelim. Yarına olmazsak diğer gün için hazırlık yapalım… Bu ay olmadı öbür ay ama daima Allahu Zülcelal’in rızasına dostluğuna müşteri olalım. Hiç aklımızdan, ruhumuzdan çıkarmayalım salih ameller yaparak daima O’na gidelim. Çünkü İbrahim aleyhisselam , ‘Ben Rabbime gidiyorum, o bana yolunu gösterir.’ (Saffat; 99) diyor. Böyle yürüyerek değildi onunki. Rabbimin aşk ve muhabbetini kazanmak için daima, durmadan O’na doğru gidiyorum. Bizde onların mutaabatını yapmak, onlara uymak suretiyle daima Allah azze ve celleye gidelim!
‘Ahiretimizi dünya hayatına kurban etmeyelim’
Dünya işiyle meşgul oluyor, az bir kâr yapıyor; Namazını terk ediyor. Dünya işleriyle meşgul olurken; bunu da yapayım, bu da bitsin diyerek namazını kılmıyor. Basit bir şey için günlük ibadetini, zikrini dünya için terk etmek; bir torba toprağı bin ton altınla satın almak gibidir. Nasıl bir torba altın için bin ton altın vermek akılsızlık ise, dünya için ahiretine vermekte işte böyledir. Sevap, günah, ahiret manzarası burada bilinmiyor; ahirette çok iyi bilinecek ama iş işten geçiyor. Onun için ebed-ül ebed olan hayatımızı bu geçici dünya hayatına kurban etmeyelim. Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin…