Edeb, Edebsizlik Ve Tezahürleri
İnsan olmanın
yolu edebten geçiyor
Edeb, zâhir ve bâtın terbiyesi, kişinin kendini bilmesi, haddi tecâvüz etmemesidir. Bu itibarla da tasavvufun ve dervişliğin esasıdır. Nefs terbiye edilince akıl onun üzerinde egemen olur, bu sayede nefsin zâhiri ve bâtini halleri düzelir, ahlak güzelleşerek edeb kökleşir.
“Tasavvufu edebden ibarettir” diye tarif edenler vardır. İlk devir sûfilerinden Ebû Hafs Haddad rahmetullahi aleyh (ö.270/980) bunlardan biridir.
Mevlana da tasavvufu edeb ile aynileştiren ve insan olmanın yolunun edebten geçtiğini söyleyenlerdendir. O, gerek Mesnevi’sinde gerek Divan-ı Kebir ve diğer eserlerinde edebe önemli vurgular yapar.
Edeb, insanı utandıracak şeylerden koruyan sağlam bir irade ve vicdan duygusudur. Edeb ile edebiyat arasında irtibat vardır. Sözdeki zarafet, ahenk ve kibarlık edebiyat; özdeki ahenk ve tenasüb ise edebtir.
Dini edebin kaynağı ümmetin model şahsiyeti, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve onun yolundan giden Allah adamlarıdır. Kur’an’daki: “Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde Allah’ı ve ahiret gününü uman; öz derdinde olanlar için güzel bir model vardır.”(1) ayeti bu gerçeğe işaret etmektedir. Çünkü Allah Rasûlü, Rabbinin terbiyesinde bir edeb eğitimi almıştır.(2)
Mevlana’ya göre kulun edebe riayeti Hakk’ın lütfuna erişme sebebidir:
Dileyelim Hazret-i Hak’tan tevfik-ı edeb
Bi-edebi lütfundan mahrum eder Ulu Rabb.(3)
Edebsizlik nimetten
mahrumiyet sebebi
Edeb ilahi lütfa mazhar olmaya vesile olduğu gibi edebsizlik de umum belva (toplumun hep beraber imtihanı) gibidir. Bir geldi mi kurunun yanında yaşı da yakar; toplumu helak eder.
Bi-edeb sadece kendisine vermez zarar
Fitne ateşi parlayınca afakı tutar.(4)
Nitekim Allah Teala Kur’an’da buyurur: “İçinizden sadece zalimlere münhasır kalmayan fitneden sakının. Bilmiş olun ki Allah’ın azabı çetindir.”(5)
Hz. Mevlana Mesnevi’sinin müteakib beyitlerinde sınır tanımayan, haddi aşan, densiz ve edebsiz insanların koskoca bir toplumun ilahi lütuf ve ihsandan mahrumiyetine sebep olduğunu İsrailoğulları’nın Mûsa aleyhisselama karşı densizlikleriyle anlatır.
Kur’an’ın beyanına göre Mısır’dan çıkan İsrailoğulları Kızıldeniz’den Sina’ya selametle geçip giderken, Tih sahrasında hazır sofra ile ikramlanırlardı. Sofrada bıldırcın eti ve kudret helvası bulunurdu. Yahûdiler, tatlısı ve tuzlusu ile bu gıdalarla beslenirlerdi. Allah onları bulutla gölgelendirip bu azıklarla merzûk kılarak nimetlendirirdi. Ancak Mûsa’nın kavminin içinden çıkan birkaç kendini bilmez, edeb yoksunu kimse, “Hani bize sarımsak, hani mercimek, hani soğan? Biz öyle bir çeşit yemeğe dayanamayız”(6) demeye başladılar. Tabii bu densizlik ve edebsizlik yüzünden hazır sofra, bıldırcın eti ve kudret helvası kesiliverdi.
İsrailoğulları’nın densizlikleri bununla da sınırlı kalmamıştı. Mûsa (a.s.)’ın Tûr-i Sina’da Allah ile mülakatı sırasında buzağıya tapacak kadar sapıtanlar olmuştu. Hz. Mûsa onların bu taşkınlık ve şaşkınlıklarından bunalmış ve: “İçimizden bir takım beyinsizlerin işledikleri günahlar yüzünden bizi de helak eder misin Allah’ım? Bu iş Sen’in imtihanından başka bir şey değildir”(7) deyivermişti.
Hazır sofra bir de İsa aleyhisselam zamanında indi. Nitekim Kur’an bu gerçeği şöyle haber vermektedir: “Meryem oğlu İsa dedi ki: Ey Rabbımız, bize gökten bir sofra indir de bu bizim evvelkilerimize ve sonrakilerimize bayram ve bize Sen’den bir mucize olsun.”(8)
İsa aleyhisselamın bu duasıyla gökten sofra indi. Mevlana bu sefer de İsrailoğulları’nın aç gözlülük edip saklamamaları istenen rızkı sakladıklarını; Hz. İsa’nın uyarılarına kulak asmayarak edebsizlik ettiklerini anlatır. Büyük bir zatın sofrasında bulunup da doymayacağını zanneden bir adam nasıl nankörlük etmiş olursa, Allah’ın sofrasını açgözlülükle aparan İsrailoğulları küfran-ı nimet ve sû-i edeb ettiler, böylece de nimetten mahrum kaldılar.
Bundan daha büyük bir sû-i edeb olabilir miydi ki, Allah’ın dost-düşman herkese sunduğu sofrada açgözlülük yapmışlardı. Kerim olan Allah’ın nimetinin yetmeyeceğinden ve kesileceğinden endişe etmişlerdi. Allah’ın nimetini küçümseyen ve küfran-ı nimette bulunanların uğursuzluğu, diğerlerine de tesir etmiş; ilahi nimetten mahrum bırakmıştı.
Mevlana’ya göre
edebsizliğin tezahürleri
Hayatı anlamlı kılan şey, insanın duyarlılığıdır. Hayatı kalb uyanıklığı ve gönül diriliği ile yaşamak ve nimetlerin farkında olarak şükran-ı nimette bulunmaktır. Çünkü her şeyin bir bedeli vardır. Nitekim Mevlana: “Zekatın verilmemesi yağmursuzluğu, zinanın yaygınlığı vebanın zuhûrunu körükler”(9) demektedir. İnsanların gam ve keder olarak başlarına gelenler kayıtsızlık ve küstahlıklarından, edebe riayetsizlikle haddi aşmalarındandır. Hele Dost yolunda; Hakk’a kullukta kayıtsızlık eden, sadece kendisinin değil, başkalarının da yolunu vurmuş olur. İlahi emir ve yasakları önemsemeyen, laubali insanlar, başkaları için kötü model olur ve onların da yolunu keserler.
Mevlana’ya göre varlık aleminde insan ve şeytandan başka her şey, edebe riayet etmekte ve kainatın düzeni bu sayede devam etmektedir. Nitekim gök cisimleri edebe riayetleri sebebiyle aydınlık, melekler de edebleri sebebiyle masûm ve temizdirler.(10)
Mevlana’nın edebi edibane bir sûrette anlattığı bir diğer eseri Divanı’dır, demiştik. O orada bakınız neler söylüyor:
Efendi edeb, tendeki canıdır insanın,
Hoca haberin olsun edeb, gönül nûru merdanın.
Ulvi alemdir süfli değil, insanın aslı,
Feleğin dönüşünde güzellik edeb faslı.
Şeytanın başına koymak diler isen kadem,
Edebe sarıl, nasıl kahrolur iblis o dem.
İblisin edebsizliği
Yeryüzünde ilk edebsizliği yapan iblisti. Hem de bu edebsizliği benlik iddiasıyla yapmıştı. “Adem’e secde edin” ilahi emrine karşı: “Onu çamurdan, beni ateşten yarattın.” diyerek edebsizlikle secde etmekten imtina etmişti. Yaptığı edebsizlik sonrası hak ettiği ilahi huzurdan kovulma cezasına çarptırıldığında ise yine bir edebsizlik örneği sergileyerek demişti ki: “Beni kendisi sebebiyle azdırışından dolayı ben Sen’in sırat-ı müstakimin üzerinde oturup onların yollarını keseceğim.”(11) Böylece kendi azgınlığını bile Allah’a isnad küstahlığını göstermişti.
Adem olmaz adı asla edebsiz insanın,
Edebdir çünki farkı insan ile hayvanın.
Gerçekten insanı insan yapan, imanın muktezası olan edeb ve hayadır. Hayadan ve edebden nasibi olmayan insanın yolun üstüne pisleyen köpekten ne farkı olabilir ki? Cennette yasak meyveyi yiyerek günaha giren Adem ve Havva ise edeb gözeterek Allah’a şöyle iltica etmişlerdi: “Ey Rabbimiz, biz kendi kendimize zulmettik. Sen bize acımaz ve bizi bağışlamazsan biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.”12
Aç gözünü öyle bak Kur’an’a ayet ayet,
Manası edebdir; görürsün sen de nihayet.
Sordum akıldan söyle bakalım nedir iman?
Akıl gönül kulağıma “edeb” dedi heman.
Sen sırr-ı ilahisin; sus ey Şems-i Tebrizi,
Edebdir aydınlatan gündüz ve gecemizi.(13)
İnsanı melek-sıfat eyleyen, erdem ve ahlak sahibi olmasını sağlayan edeb, san’atın ahenk ve kıvrımları gibi, gönle ve göze hitab eden bir güzellikler manzûmesidir. Dini edebin kaynağı imandır; çünkü iman şeriatı, şeriat de edebi gerektirir.
Dipnotlar: 1) el-Ahzab, 33/21. 2) Suyûti, el-Camiu’s-sağir, I, 12. 3) Mesnevi, I, b. 78. 4) Mesnevi, I, b. 79. 5) el-Enfal, 8/25. 6) bkz. el-Bakara, 2/61. 7) el-A’raf, 7/155. 8) el-Maide, 5/114. 9) Mesnevi, I, b. 88. 10) bkz. Mesnevi, I, b. 91-92. 11) el-A’raf 7/11-16. 12) el-A’raf, 7/23. 13) Tahiru’l-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, c. I, s. 114-115