Hayâyı Hatırlatan Alimler Susturuluyor!
Olmazsa olmaz bir
insanlık vasfıdır hayâ…
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki; “Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı hayâdır.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 9)
Hayâ sözlükte; utanma, çekinme, vazgeçme manalarına gelir. İslam ıstılahında Allah’ın, meleklerinin, sâlih kulların nezdinden ayıplanmaktan korkarak çirkin hal ve hareketlerden çekinmek demektir.
Hayâ duygusu, insanı her türlü kötülüklerden alıkoyan, insanı insan yapan bir duygudur. Bir kötülüğü işleyip de azaba çarptırılma korkusundan da öte, en ufak bir kabahati işleyip ayıplanmaktan dahi çekinmektir, hayâ…
Kalbimizden geçen hisleri dahi bilen bir Rabbimiz olduğuna göre; hayâ, insanın en küçük bir yakışıksız hali gönlünden geçirmekten dahi korkmak, utanmak, bundan dahi Allah’a sığınmak demektir.
Nitekim, Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam bir gün ashâbına;
– Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz! buyurdu.Ashab-ı kiram;
– Ya Rasûlallah! Biz zaten Allah’tan hayâ ediyoruz, elhamdülillah! şeklinde karşılık verdi. Allah Rasûlü aleyhisselatu vesselam şöyle buyurdu:
– Hayâ, sadece sizin anladığınız manada değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnını (içini) ve onun ihtiva ettiği (bütün organları) her türlü günahtan korumaktır. Dünyanın geçici nimetlerine aldanmamak, ölümü ve ölümden sonraki hayatı asla unutmamaktır.”(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 24)
Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam hayâ duygusunun güzel ahlakın temeli olduğunu bildirmiştir. Bu temel yıkılınca artık diğer ahlaki faziletler de birbiri ardınca gideceğini şöyle haber vermiştir: “Hiç şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allâh, bir kulu helâk etmek istediği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı alınca, o kul ancak gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman, kendisinden emânet (güvenilirlik) kaldırılır. Emânet kaldırılınca, o ancak hâin olur. Hâin olduğu zaman, kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar ve mel’ûn olur. Lânete uğradığı ve mel’ûn olduğu zaman da kendisinin İslâm ile olan bağı koparılır!” (İbn-i Mâce, Fiten, 27)
Hayâyı ahlakın
temeli saymışlardır
Hayânın zıddı, utanmazlık ve çirkin şeyleri çekinmeden yapmaktır. Bazı alimlere göre, dinimizin emrettiği ahlaki kaideleri özetleyen şu ayet-i kerimede buyrulur ki: “Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder; fahşadan, münkerden (Allah’ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki düşünürsünüz diye size öğüt veriyor.” (Nahl; 90)
Hayâ kavramı, güzel ahlakın pek çok yönünü ihtiva etse de, Türkçede “Hayâ” denilince; şehvani hususlardaki utanma akla daha çok gelir. “Fahşa” kökünden gelen kelimeler de yine aynı manadaki utanmazlıklar için kullanılır.
Bizim ecdadımız iffet, namus ve haya mefhumlarına her şeyden çok önem vermiş; ahlakın temeli saymışlardır. Çünkü insan bu hususlarda dahi utanmaz, yüzü kızarmaz bir hale gelmişse ondan başka bir fazilet beklemek pek de mümkün değildir.
Düşünelim, midesi ve uçkuru için yaşayan; nefsanî arzuları için sınır tanımazcasına her önüne geleni yapan bir kimse ulvi duygulardan ne anlar? Böyle bir insan; “Beni Yaratan, ne için yarattı? Benden ne istiyor?” diye düşünüp mesuliyetlerini idrak eder mi?
Böyle bir kişiye, Allah aşkını, vatan millet sevgisini, fedakârlığı, sabrı, iyiliği, olgun hal ve hareketleri nasıl öğretebilirsiniz? Nitekim bugün insanlık hayâ ve iffet gibi değerlerimizden uzaklaştıkça kendi nefsinden başka bir şey düşünmez hale gelmiştir. Bunun neticesinde toplumun temeli olan aile de sarsılmıştır.
Ahlaki çöküntü
ülkemizi tehdit ediyor
Utanmazca, arsızca en rezilce aşırı arzularının peşinden giden biriyle aile kurulabilir mi? Böylelerinin sayısı toplumda artarsa insanlar evlenip yuva kurmaktan, çoluk çocuk sahibi olmaktan korkmaz mı?
Nitekim; iffet-hayâ kültürünü, toptan reddeden hatta utanmayı bir problem gibi gören Batı’da, aile bitmiştir. Halen birçok ülkede evlilik dışı hayat yaşayanların oranı, evli çiftlerin sayısını geçmiştir. Hatta bazı Avrupa ülkelerinde evlilik dışı dünyaya gelen çocuk sayısı yüzde elliyi aşmıştır. Bir o kadar çocuk da boşanmış çiftlerin çocuğu olarak, aile terbiyesinden mahrum olarak yetişmektedir.
Batıyı örnek alanların sayısı arttıkça ülkemizde de boşanma oranları yükselmekte, evlilik devamlı ertelenmektedir. Evlilik geciktikçe ahlaki seviye daha da düşmektedir.
Ahlaki seviyenin düşmesi, sadece dünyevi ve toplumsal bir mesele değildir, her şeyden önce Allah ile kul arasındaki kulluk bağını ilgilendiren ciddi bir mevzudur. Bir insan kendisini adeta hayvani hislere esir olmuş, hatta hayvanlardan da aşağı bir derekeye düşmüş halde görürse, artık kendini yüksek gayelere layık görmez. Bir zaman bir hanımdan duymuştum, kardeşine “Ablacım, artık kendini topla, tevbe et, namazını kıl, Allah’a yönel. Allah’a kul olursan Allah sana yardım edecektir,” demiş. Çocuk ise düştüğü halden dolayı kendinden ümidini kesmiş, “Allah beni ne yapsın?” demiş.
Zaten şeytanın en büyük gayesi de budur; insanı ye’se (ümitsizliğe) düşürmek…
Allah-u Zülcelâl, insanın yaratılışını birçok mahlûkattan üstün kılmış ve ona ruh nefhetmiştir. Ama şeytan, “Allah-u Zülcelâl sana böyle kerem etti diye kendini bir şey zannetme. Aslında sen busun işte!” diyebilmek için insanın, hayvanlarla ortak olan yönlerini kışkırtır. Böylece onu Allah’a yönelmekten, samimi hislerle kulluk etmekten uzaklaştırmak ister.
Nitekim melun İblis, cennette yasak meyveyi yedirmek için Adem babamız ve Havva annemize geldiğinde de maksadı, onların edeb yerlerini veya çirkin yönlerini ortaya çıkarmaktı. Ayet-i kerimede buyrulur: “Şeytan, onlara gizli kalmış olan avret yerlerini açıp göstermek için ikisini de vesvese verdi…” (Araf; 20)
Halbuki Allah-u Zülcelâl mümin kullarını, tıpkı seven bir kimsenin sevdiğini esirgemesi ve sakınması gibi çirkinliklerden uzaklaştırmak ve utanç verici şeylerden korumak ister. Bunun için ona bir helal dairesi tayin ederek, o daireden çıkmaması, harama az da olsa yaklaşmamasını emreder. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki: “Allah kıskançtır, mü’min de kıskançtır. Allah’ın kıskanması, mü’minin Allah’ın haram ettiği şeyi yapmasıdır.” (Buhari, Nikah 107)
Hayâyı hatırlatan
alimler susturuluyor!
Rabbimiz müminler arasında ahlaki seviyenin yükselmesi için birçok emir ve nehiyler nazil eylemiştir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz tarihin akışını değiştirecek olan sahabe neslini yetiştirirken iffet ve hayâ hassasiyetini kuvvetlendiren birçok ikazlarda bulunmuştur.
Kadınlara tesettürü, erkeklerin arasına karışmamalarını, güzel koku sürünerek çarşı pazarlarda dolaşmamalarını bildirmiştir. Bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm mescidden çıkıyordu. Yolda kadınlarla erkeklerin karışmış vaziyette olduklarını görünce, kadınlara: “Sizler geride kalın. Yolun ortasından gitmeyin, kenarlarından gidin!” buyurdu.
Sahabe hanımları Peygamber aleyhisselatu vesselama o kadar itaatliydiler ki, bu emrinden sonra, nerdeyse elbiseleri duvarlardaki taşlara takılacak şekilde kenardan yürürlerdi.” (Ebû Dâvud, Edeb: 180)
Bugün âlimler hep aynı hakikatleri hatırlatıyor ama maalesef aldırış edilmiyor. Hatta neredeyse hatırlatan âlimler susturuluyor! Her toplumda, dini hususların ciddiyetini tam kavrayamayan hafif akıllı kimseler bulunabilir. Ama onların keyfi adına hakikatleri susturmak tuğyandır, azgınlıktır.
Hâlbuki iyi düşünürsek bu hükümlerde birçok hikmetler vardır. Allah-u Zülcelâl bizim fıtratımıza bazı hisler koymuştur ki, bunlar bizatihi kötü değildir. Ancak yeri, zamanı, ölçüsü Allah’ın indirdiği hükümlerle, insana yakışır bir tarzda düzenlenmelidir.
Rabbimiz helal dairesi içinde duygularımızı yaşayıp, sonra gusledip-arınıp, uzaklaşarak artık ibadet ve mesuliyetlerimize yönelmemizi istiyor. Devamlı görüntü tasallutu altında olmamızı istemiyor.
Medya gençleri
hayâsızlaştırıyor
Beyin üzerinde yapılan araştırmalara göre, beynin arka taraflarında bulunan dürtü merkezleri tahrik olduğu zaman, beynin ön lobları iyi çalışamıyor. Hâlbuki insanın karar vermeden önce ölçüp biçip, işin sonunu düşünüp, muhakeme yapmasını sağlayan kısım, alın bölgesindeki prefrontal loblardadır. Beynin alt kısmı devamlı tahrik edilince, üst kısmı gelişme imkanı bulamıyor. Netice ortada; her gün iğrenç haberler…
Yapılan psikoloji testlerinde, müstehcen içerikli reklam filmleri seyrettirilen gençlerin, seyretmeyen gençlere nazaran daha fazla hatalı kararlar verdiği görülmüş. Zaten bu ve benzeri müstehcen içerikler özellikle gençlerimizi aptallaştırmak ve nereye götürsen gidecek hale getirmek için üretiliyor.
Evet, ne yazık ki, medyadan, televizyondan, internetten, reklam afişlerine kadar her yerden toplumun üzerine müstehcen görüntüler yağıyor. Bu durumda kız veya erkek olsun gençlerimizin haya hassasiyeti zedeleniyor.
Eskiden de tek tük tesettüre tam riayet etmeyen kadınlar olurdu. Hiçbir İslam devleti kadınları sırf giyim kuşam sebebiyle tutuklamamıştır. Ama böyle giyinen kadınlar ve kızlar evlilikte tercih edilmediği, hanımını ikaz etmeyen beylere iyi gözle bakılmadığı için bundan kaçınılırdı. Kısacası edeb, hayâ eğitimi aile içinde halledilen bir konuydu.
Bugün ise kendini teşhir eden bazı kızlar, güzellik yarışmalarında dereceye giriyor, reklam veya dizi yıldızı oluyor. Zengin işadamları onlarla evlenip ayağının altına dünyayı seriyor.
İş hayatı hep batıdan alınan örnekle düzenleniyor. Firmalar dış görünüşü cazip bayanları vitrinlerine koyarak, güya ne kadar modern(!) olduklarını ortaya koyuyorlar.
Bilhassa varlıklı kesimler, dini hükümlere pek önem vermiyor gibi görünüyor. Tatil yörelerine gidildiğinde, düğün dernek vesaire zamanlarında dini hükümler adeta askıya alınıyor. Onlar gençler için daha cazip bir model gibi göründükleri için değerlerimiz alt üst oluyor.
Yolumuz Hak yoludur
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki: “İman edenler arasında kötülüğün, hayâsızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır.” (Nur; 19)
Kadın olsun, erkek olsun, insanın insanlaşması, aklını doğru kullanması için tahrik edici faktörlerden uzak kalması gerekiyor.
Bugün gençlerin dikkatlerini ilme, ibadete, İslam hizmetlerine vermesi için etrafımızdaki ve internet gibi ortamlardaki görüntülerden nasıl koruyacağız?
Prof. Dr. Burhanettin Can ile bir röportaj yapmıştık, demişti ki, “Aslında evlatlarımızı iyi yetiştirmek için dünyaya hâkim olmamız gerekiyor. Çünkü evlerin baş köşesine kadar gelen televizyonlar, çocukların ellerinde dolaşan internet bağlantılı telefonlar var. Bunlara hakim olmanın yolu da dünyaya hakim olmaktan geçiyor.”
Elbette dünyaya hâkim olmak için de evlatlarımızı iyi yetiştirmek gerekiyor. Hangisini önce yapmamız gerektiği ortada… Demek ki bu zor şartlarda öncü olanlar, ilk fedakarlığı yapanlar, mükafat bakımından sahabenin mükafatını kazanacaklar.
Bu zor zamanda kim ne derse desin doğruları söylemek, doğru tarafta durmak, son nefese kadar dayanmak zorundayız. Yolumuz Hak yoludur, Allah-u Zülcelâl, hakkıyla teslim olan takvalı kullarını başarıya ulaştıracaktır, inşallah.