Sabrın Sonu Zaferdir

  • 08 Ağustos 2022
  • 752 kez görüntülendi.
Sabrın Sonu Zaferdir
REKLAM ALANI

HASBİHAL / Şerafettin Karaduman

Allah-u Zülcelâl, ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Hiç şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara; 153)

İbn-i Abbas radıyallahu anh şöyle anlatmıştır:

REKLAM ALANI

“Bir gün, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:

“Bana bak yavrucuğum! Sana, Allah’tan faydalanmana vesile olacak birkaç cümle öğreteyim mi?” Buyurdu.  Ben:

“Tabi, ya Resulallah,” deyince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Allah’ı(n emir ve yasaklarını) gözet ki, O da seni gözetsin. Allah’ı an ki O’nu yanı başında bulasın. Rahatlık ve genişlik günlerinde Allah’ı tanı ki O da sıkıntılı günlerinde seni hatırlasın. Bir şey isterken Allah’tan iste, yardım dilerken sadece Allah’tan dile. Çünkü olacak şeyler hakkında Allah’ın kaderi (yazısı) kesinleşmiştir.  Eğer bütün insanlar, Allah-u Zülcelâl’in senin hakkında takdir etmemiş olduğu bir konuda sana yararlı olmak isteseler, o işi yapamazlar. Buna karşılık; bütün insanlar, Allah’ın alnına yazmamış olduğu bir zararı sana ulaştırmak isteseler, bunu başaramazlar. Hoşuna gitmeyen bir olay karşısında sabretmek, senin hakkında çok hayırlıdır. Sabrın sonu zafer, sıkıntının sonu ferahlık ve zorluğun arkası kolaylıktır.” (Tirmizî, Kıyâmet 59)

Hz. Ali radıyallahu anh şöyle demiştir:

“Ey insanlar, size söyleyeceğim şu beş şeyi öğrenip tutunuz! Başka bir deyimle; size söyleyeceğim şu iki tane iki ve bir şeyi öğrenip tutunuz: Hiçbiriniz, işlediği günahlardan başka bir şeyden korkmasın.

Hiçbiriniz, Rabbinden başka kimseden bir şey ummasın. Hiçbiriniz, bilmediğiniz bir şeyi öğrenmekten utanmasın. Hiçbiriniz, kendisine bilmediği bir şey sorulunca, bilmiyorum demekten utanmasın.

Bilesiniz ki vücutta baş ne ise işler ve olaylar karşısında sabır odur. Başsız kalan vücut nasıl dengesini yitirirse sabırsız olarak ele alınan işler ve olaylar da öyle ters ve karmaşık olur.”

Yine, Hz. Ali radıyallahu anh:

“Gerçek âlim ve gerçek mümin kimdir, size söyleyeyim mi?” dedi. Dinleyicilerin:

“Buyur ya Emir’el Müminin,” demeleri üzerine, sözlerine şöyle devam etti:

“Gerçek âlim, insanları Allah’ın lütfundan ümitsiz etmeyendir. Gerçek âlim, Hakk’a karşı günah işlemeyi, halka şirin göstermeyendir. Gerçek mümin, kıyamet günü Allah’ın kesin hükmü belli olmadıkça, ne Allah’a bağlı arifleri cennetlik ve ne de günahkâr asileri cehennemlik ilan etmeyen kimsedir.”

En Makbul Amel

Bu ümmetin en hayırlısı bile, Allah’ın azabından asla emin olmamalıdır.  Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

“Bütün bunlardan sonra, Allah azabından emin mi olurlar? Allah azabından emin olanlar, ancak zarara uğramış topluluklardır.” (A’râf; 99)

Buna karşılık, bu ümmetin en kötüsü bile, Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmamalıdır. Çünkü Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “Kâfirlerden başka hiç kimse, Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yusuf: 87)

Yezid-i Rakkaşî rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:

“Kul kabre girince; kılmış olduğu namazlar sağına, vermiş olduğu sadakalar soluna dikilir.  Yapmış olduğu iyilikler onu gölgesi altına alırken, sabır; ona göğüs gererek, diğer koruyucularına: ‘Eğer onu koruyabilecekseniz mesele yok, eğer koruyamayacaksanız; çekilip yerlerinizi bana bırakınız da onu azaptan koruyayım,’ der.”

Bu rivayetler gösteriyor ki sabır amellerin en üstünüdür.  Nitekim Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

“Ancak sabredenlere hesapsız bir şekilde mükâfat ve sevap verilir.” (Zümer; 10)

Bela ve Musibetlere Sabır

Bela ve musibetlere sabretmek, tahammül göstermek de Allah-u Zülcelâl’in huzurunda çok makbuldür.

Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurmuştur:

“Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mümine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefâret olur. Musibet, beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş fark etmez.” (Müslim; Birr, 49)

Vehb bin Münebbih radıyallahu anh şöyle demiştir:

“Havarilerden birinin elindeki kitapta şöyle yazılı idi;

‘Eğer önünde bir bela yolu açıldı ise buna sevin. Çünkü Peygamberlerin ve salihlerin yoluna koyuldun demektir.  Buna karşılık, eğer önünde bir rahatlık yolu açılmış ise buna ağla. Çünkü Peygamberlerin ve salihlerin yolundan ayrıldın demektir.”

Cennete İlk Çağrılacak Olanlar

Habbab bin Eret radıyallahu anh ise şöyle anlatmıştır:

“(İslam’ın ilk günlerinde) Resulullah sallallahu aleyhi ve selem, Kâbe’nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada, kendisine Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikâyet ederek:

“Ya Resulullah! Bizim için Allah’tan zafer dileyemez misin? Bunların zulmünden kurtulmamız için Allah’a dua edemez misin?” Dedik. Bunun üzerine, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişiler bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura (başı dışarıda bırakılarak) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı testereyle kesilerek ikiye bölünürdü de (bu işkence) o mümini dininden döndüremezdi. Allah’a yemin ederim ki Allah, şu İslam dinini muhakkak surette kemale erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir süvari yalnız başına Sana’dan Hadramevt’e kadar selametle gidecek. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak.  Yahut koyun sahibi yolcu, sadece koyununa kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz.” (Buhârî, Menâkıb 25; İkrâh 1, Menâkıbu’l-ensâr 29; Ebû Dâvûd, Cihâd 97)

İbn-i Abbas radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:

“Cennete ilk çağırılacak olanlar, her hallerinde Allah-u Zülcelâl’e hamd edenlerdir.” (Suyuti)

Ayrıca mümin, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi kendisine örnek almalı ve onun eziyetlere karşı nasıl sabrettiğine bakmalıdır. Nitekim bu konuda İbn-i Mes’ud radıyallahu anh şu olayı anlatmıştır:

“Bir defasında, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Kâbe’nin yanında namaz kılarken, Ebu Cehil ve adamları orada oturuyorlardı. Bir gün önce orada bir deve kesilmişti.

Ebu Cehil ve arkadaşları: ‘Hanginiz şu deve işkembesini kaldırır ve Muhammed secdeye varınca onu ensesine atıverir.’ dedi. Ebu Cehil’in bu sözleri üzerine, en kötüleri yerinden sıçradı ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem secdeye varınca, devenin işkembesini boynuna atıverdi. Bunun üzerine Ebucehil ve adamları kahkahalarla güldüler. O sırada ben ayakta duruyor ve olup bitenleri seyrediyordum; (içimden) keşke cesaretim olsaydı da işkembeyi onun üzerinden atabilseydim, dedim.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise hiçbir şey olmamış gibi, başını kaldırmaksızın secdeye devam ediyordu. Bu sırada, bir adam koşup durumu Hz. Fatıma radıyallahu anhaya bildirdi. Hz. Fatıma, o zaman küçük bir kız olmasına rağmen, hemen geldi ve işkembeyi babasının boynundan atıverdi. Arkasından, Ebu Cehil ve adamlarına ağır sözlerle çıkıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem namazı bitince, yüksek sesle üç kere: “Allah’ım! Kureyşlileri, sana havale ediyorum” dedi.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin böyle söylediğini duyduklarında, korkudan gülüşmeyi kestiler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem devam ederek: “Allah’ım! Ebu Cehil’i, Ukbe’yi, Utbe’yi, Şeybe’yi, Velid’i ve Umeyye’yi Sana havale ediyorum” dedi.

Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemi, Hakkı tebliğ etmek için gönderen Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber’in adlarını saydığı bu kimseleri, Bedir Savaşı sırasında, kendi gözlerimle ölüler arasında gördüm.” (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler, s.240)

Kâfirin zengin olmasına aldanma, İbni Abbas radıyallahu anhdan gelen bir rivayette şöyle geçmektedir:

“Peygamberlerden biri, Allah-u Zülcelâl’e dedi ki:

‘Allah’ım, mümin kulun sana itaat ediyor ve günahlardan uzak kalıyor. Böyleyken, dünya nimetlerinden mahrum oluyor ve çeşitli belalara uğruyor. Buna karşılık, sana itaat etmediği halde hep günah işleyen kulun, dünya ayakları altına seriliyor?’

Allah-u Zülcelâl vahiy yolu ile bu Peygamber Efendimiz’e şöyle buyurdu:

‘Kullar da belalar da benimdir. Her ikisi de bana hamd ederek, beni noksan sıfatlardan tenzih eder.

Mümin arada bir günah işleyince; bu günahına kefaret olsun diye, dünyada onu mahrumiyete düşürür ve başına bela veririm ki huzuruma geldiğinde kendisine iyiliklerin mükâfatını vereyim.

Kâfir kötülük işleyince; huzuruma geldiğinde işlediği kötülüklerin cezasını kendisine vermek için belaları üzerinden savar ve dünyalığını bol veririm.”

Allah Niçin Sevdiği Kuluna Bela Verir?

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ bir kulunu severse ona bela verir.” (Taberani)

Bu hadis-i şerifin manası açıktır.

Allah-u Zülcelâl bir kulunu sevmek isteyince onu dener. Yani, onun sevgiye layık olup olmadığını ortaya çıkarmak için onu çeşitli bela ve musibetlerle imtihan eder.

Allah-u Zülcelâl, kulunun samimiyetini ortaya çıkarmak için onu imtihan ettiği şeyler, bela olabileceği gibi nimet de olabilir. Bela imtihanı sabırla; nimet imtihanı ise şükürle kazanılır. Bu zamanda, insanların büyük bir çoğunluğu bela ve musibete sabretmeye karşı zayıftırlar. Olabilir ki insan bir musibete, belaya sabredemez. Onun için belasız ve musibetsiz bir sevgiyi Allah-u Zülcelâl’in fazlından isteyelim. O’nun hazineleri çoktur. Kalben ve ruhen isteyen kuluna, mutlaka verir.

İbn-i Mübarek rahmetullahi aleyh’in şöyle dediği anlatılır:

“Musibet önce birdir, ağlayıp sızlama sonunda iki olur. Şöyle ki birinci musibet başa gelen neyse odur. İkinci musibet ise sabretmeyip ağlama sızlama sonunda, o musibetin neticesi olarak verilecek olan mükâfatın elden gitmesidir. En büyük musibet de bu mükâfatın elden gitmesidir.”

Nefsimizi biraz zorlayalım… Hz. Aişe radıyallahu anhadan rivayetle, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Bir Müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken dahi batsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.” (Buhari, Marda,1; Müslim, Birr, 52. Tirmizi, Cenaiz, 1)

Denilmiştir ki:

“Kim Allah’a itaatte sabrederse Allah ona kıyamet günü, cennette her derecesi yer ile gök arası kadar olan üç yüz derece verir. Kim ki Allah’ın haram kıldığı şeyleri işlemekte(n sakınarak) sabrederse Allah ona, kıyamet günü her derecesi yedi kat gök ile yedi kat yer arası olan altı yüz derece ihsan eder.

Kim ki musibetlere sabrederse Allah ona, kıyamet günü her derecesi arş ile yerin altı kadar olan yedi yüz derece ihsan eder.”

Allah’ın bizden razı olacağı sabrı elde etmek için sevmediğimiz, yapmak istemediğimiz şeyleri, nefsimize tekellüf yapmak (zorlamak) suretiyle sabrı kazanalım.

İnsanın ayağına bir diken dahi batsa yahut hasta olsa eğer buna sabrederse bu musibet günahlarına kefarettir. Fakat insanlar, hele bu zamanda nefislerini çok beslediklerinden dolayı, musibete ve günah işlememeye sabredemiyorlar.

Allah-u Zülcelâl bizlere, ibadet ve taat üzere olmak, günahlardan kaçınmak ve musibetlere katlanmak için sabır versin. Ve bu sabırla rızasını kazanmayı nasip etsin, inşaallah. (Âmin) Selam ve Dua ile.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ