Dünya Malına Gözünü Dikme!
HADİSLERDEN ÖLÇÜLER
Gülistan Araştırma
Bir şahıs Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme gelip şöyle dedi:
– Ya Rasulallah, bana hem Allah’ın beni sevmesini hem de insanların sevmesini sağlayacak bir amel öğret.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle cevap verdi:
“Dünyaya zahid ol (istek ve rağbet gösterme) ki, Allah seni sevsin. İnsanların ellerinde bulunana karşı tok gözlü ol ki, onlar (da) seni sevsin.” (İbn Mâce, Zühd 1)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bu hadis-i şerifi, hem ahlak hem maneviyat yolunda çok önemli bir nasihattir. Çünkü bu hadis-i şerifte insanın kalbini saflaştırıp tezkiye etmesi ve ahlakını güzelleştirmesi için çok önemli bir hususa dikkat çekilmektedir.
Allah-u Zülcelâl’in bir kulunu sevmesi, kulun hem zahiri hem de manevi yönden kendini ıslah etmesi, nefsani sıfatlardan temizlenip güzel hususiyetlerle bezenmesine bağlıdır. Bunun da en önemli şartı kalbi dünya arzularından temizlemektir. Buna tasavvuf yolunda zühd denmiştir.
Zühd kelimesi lügatte; “bir şeye rağbet etmemek, ona karşı soğuk ve ilgisiz davranmak, ondan yüz çevirmek” gibi mânâlara gelmektedir. Tasavvuf ıstılahında ise; dünyaya rağbet etmemek, ona gönül bağlamamak, dünya malına, şöhrete, makama ve benzeri arzu edilen şeylere ehemmiyet vermemek; ihtiyaç miktarıyla yetinmektir.
İnsan nefsinde dünyaya ve dünyalık şeylere karşı arzular ve hatta ihtiraslar bulunur. Bilhassa elde etmek için ümidi varsa birçok kişi dünya için hırsa kapılır ve ahireti ihmal eder. Hatta bazen öyle hırsa kapılır ki, helal harama dikkat etmez. Halbuki mümin haramdan sakındığı gibi şüpheli şeylerden bile sakınmalıdır. Bilhassa Allah’ın rızasını ve sevgisi kazanma arzusunda olan bir tasavvuf yolcusu dünya arzuları ile hiç oyalanmamalıdır.
Tasavvufta önemli bir gaye, kalbi mâsivâdan temizlemek, yani Allah’tan başka hiçbir şeye layık olduğundan daha fazla değer vermemektir. Allah’ın yarattığı şeylerin değeri ancak Allah’ın dinine hizmet yolunda kullanmaktan ibarettir. Bunun dışında tutkulu bir sevgiyle sevmek, nefsani bir arzuyla yönelmek kalp için zulmettir.
Ahiret Hazırlığı İçin
Bir mümin elbette kendi nefsinin ve bakmakla yükümlü olduğu ailesinin geçimi için helalinden kazanmak zorundadır. Fazladan geliri varsa ve bunu Allah’ın rızasına uygun yerlerde kullanıyorsa bu da ahireti için hayırlıdır. İnsanın helal ve meşru kazanç yollarından gelir elde etmesi zühde aykırı değildir. Ancak ihtiyaç ve infak gibi gayeler dışında nefsin hoşlandığı şeyleri elde etmesi, başkalarına üstünlük taslaması ve dünya zevklerine dalması için daha fazlasını istemek, Allah’ın sevdiği bir kul olma yoluyla bağdaşmayacak bir hareket olur.
Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz insanoğlunun fani olduğunu bile bile dünya hayatına olan düşkünlük göstermesinden razı olmadığını beyan etmektedir:
“Siz, dünya hayatını tercih ediyorsunuz ama âhiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (A‘lâ, 16-17)
Rabbimiz, dünyayı sadece bir yolcu azığı olarak nitelemiş, ahirete hazırlanmak dışında bir gaye ile dünyayı isteyenlerden razı olmadığını bildirmiştir:
“Kim âhiret mahsülü isterse, onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama âhirette onun hiç nasibi olmaz.” (Şûrâ, 20)
Kur’ân-ı Kerim’de pek çok ayet-i kerimede dünya sevgisi kafirlerin, münafıkların ahlakı olarak kınandığını görüyoruz. Allah-u Zülcelâl’in onlara bu geçici dünya servetini vermiş olmasının haklarında hayırlı olmadığını, onlara imrenmemek gerektiğini bildirdiğini okuyoruz:
“Onlardan bazı zümrelere, sırf kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme. Rabb’inin sana verdiği nimet, hem daha hayırlı ve değerli, hem de daha devamlıdır.” (Tâhâ, 20/131)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem dünyaya hiç rağbet etmemiştir. Hatta o bazı günlerini aç geçirmiş ve istese kendisi için dağlar gibi altın verilebilecekken bunu istemeyip bu hususta şöyle dua etmiştir:
“Allah’ım, acıktığım gün Sana tazarru ve niyazda bulunur; doyduğum gün de Sana hamd ü sena ederim.” (Tirmizi, Zühd 35)
Hz. Âişe radıyallahu anha Validemiz, Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam ile aile efradının Medine’ye hicret edişlerinden, Allah Resûlü’nün vefatına kadar, üç gece üst üste buğday ekmeğinden doyasıya yemediklerini anlatır. (Buharî, Rikâk 17) Peygamberimiz’in evinde bazen bir ay müddetle ateş yanmaz ve bu müddet içinde nafakaları sadece kuru hurma ile sudan ibaret olurdu. (Müslim, Zühd 26)
Ashab-ı kiram da Peygamber Efendimizin ahlakını örnek almışlardır. Hz. Ömer radıyallahu anhın yediği lokmaları sayarak yediği, iki nimeti bir arada yemediği rivayet edilmiştir.
Zühd Zavallılık Değildir
Bununla beraber zühd denilince kast edilen zavallı, derbeder bir halde yaşamak değildir. Peygamber Efendimizin bazen cihad için iyi cins atlar, develer satın aldığı, elçileri karşılamak için güzel kıyafet giyindiği de olmuştur. Bazen ashabına bazen de gönül kazanmak için yeni müslüman olanlara bolca hediyeler vermiş, ihsanlarda bulunmuştur.
Peygamberimizin kıyafeti ve saçı başı dağınık kişileri düzgün ve temiz giyinmesi için teşvik ettiği bilinmektedir. Çünkü Müslümanların dinlerini en güzel şekilde temsil etmeleri de önemlidir. Ancak gaye nefsini üstün görmek olmamalıdır. Bunun için de toplumun genel ortalamasına dikkat edilmelidir. En önemlisi de ahireti unutmamaktır.
Allah Resulü aleyhisselatu vesselam bu hususta şöyle buyurur:
“Zâhid olmak (dünyaya rağbet etmemek), kişinin helâl olan şeyleri kendisine haram kılması veya malını dağıtıp tüketmesi demek değildir. Bilâkis zâhid olmak; elinde olan şeylere, Allah katında olanlardan daha fazla güvenmemek demektir.” (Tirmizî, Zühd, 29)
Zühd helâl ve mubah olan şeyleri kendine ve yakınlarına haram kılmak, mahrum etmek değildir. Zühd; gönlünü Allah-u Zülcelâl’e ve Onun katında olana bağlamaktır.
Ashâb-ı kiramdan biri Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’e geldi ve şöyle dedi:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! İnsanların en zâhidi kimdir?” Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“–Kabri ve çürüyüp toprak olmayı unutmayan, dünyanın en değerli süsünü terk eden, bâkî olanı fânî olana tercih eden, yarını kendisine ait saymayan ve kendi nefsini ölmüş kabul eden kişi.” (İbn-i Ebî Şeybe, XIII/223)
Kısacası zühd; dünya malına sahip olsa da olmasa da bunu sadece bir imtihan olarak görmek, âhireti hiç unutmamaktır. Peygamber Efendimizin şu sözünü hiç akıldan çıkarmamaktır:
“Âhiretin yanında dünyanın durumu sadece, sizden birinin denize gidip parmağını içine daldırıp çıkarması gibidir.” (Müslim, Cennet, 55)
Elbette kişi bunu unutmadığı zaman, zevk ve lezzetler için israf etmekten sakınacak, ahiret için infak etmeyi tercih edecektir. Bu durumda da Allah’ın sevdiği kul olacaktır. Dünya işleri de ne kadar takdir edilmişse o kadar verilecek, sorumluluğu da o ölçüde olacaktır.
Peygamber Efendimiz zahid olmanın dünya işlerine bir zarar vermediğine hırslı olmanın da bir şey kazandırmadığına şöyle işaret eder:
“Kimin kaygısı âhiret olursa; Allah onun zenginliğini kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir ve dünya boyun eğmiş bir hâlde ona gelir. Kimin kaygısı da dünya olursa; Allah onun fakirliğini iki gözü arasına koyar ve onun iki yakasını bir araya getirmez; kendisine de ancak onun için takdir edilen dünyalık ne ise o gelir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 30)
Mümin Tok Gözlüdür
Hadis-i şerifin ikici kısmında zahid olmanın ahlak ve şahsiyete bakan yönüne işaret edilmektedir: “…İnsanların ellerinde bulunana karşı tok gözlü ol ki, onlar (da) seni sevsin.”
İnsanın dünya malına karşı tok gözlü olması, insanlar arası ilişkilerde de çok önemlidir. Hırslı insanlar, kendilerinden daha zengin birini görünce nefislerinde bir rahatsızlık hissederler. Halbuki hased duygusu insanın manevi yönüne ve ahlaki olgunluğuna da çok zararlıdır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Sakın haset etmeyin, çünkü ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de salih amelleri yer bitirir.” (Ebu Davud, h. no: 4903) buyurarak bu huyun zararına dikkat çekmiştir.
Başkalarının sahip olduğu şeylere merak duymak, araştırmak nefsin bu kötü huyunu kışkırtır. O yüzden tasavvuftaki “Nazar ber kadem” prensibini uygulayarak hep kendi yolumuza bakmak, bizi ilgilendirmeyen şeyleri merak etmemek en doğrusudur.
Başkasının malı, onun imtihanıdır. Eğer Allah’ın verdiği malı hayra sarfederse ne ala, eğer yanlış yollara saparsa zaten imrenilecek bir şey yoktur.
Akıllı bir mümin başkasının hatalarıyla uğraşmaz, kendi hesabını düşünür. Az veya çok herkes kendi hesabını inceden niceye düşünmelidir.
Başkalarının ne kadar kazandığıyla, nasıl bir hayat yaşadığıyla ilgilenmek bir ruh hastalığıdır. Böyle insanlar kendi hayatlarını huzur içinde yaşama fırsatını kaçırırlar. Bilhassa zamanımızda insanların yediğini, içtiğini, gezdiğini, aldığını, kullandığını sosyal medya ortamlarında teşhir etmesi bu hastalığı azdırmaktadır. Başkalarına nispet yapmak, övünmek, hava atmak çok çirkin bir davranıştır. Bunu yapanlar aklı zayıf, kalbi hasta kişilerdir. Böylelerinin sayfalarını tıklamak da doğru değildir.
Rabbimiz ensarın güzel ahlakını överken:
“Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler. Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.” (Haşr, 59/9) buyuruyor. Müslümana yakışan ahlak budur.
Başkalarının elindekine göz dikmek bazen de arsızlık edip bir şeyler istemek şeklinde olur. Hatta bazı kişiler, menfaat elde etmek için zenginlerle dostluk kurmak ister. Bazıları bunun için fasık zenginlerle düşüp kalkarak onlara dalkavukluk eder. Bunlar da İslam şahsiyetine yakışmaz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem çok ciddi bir ihtiyaç ve zaruret olmadıkça el açmamayı tavsiye etmiştir:
“Dilenmek ancak şu üç kişiye caizdir: Toprağa yapıştıran fakirliğe uğrayana (son derece fakir düşene), altından kalkamayacak derecede borç altına girene, aralarını bulmak için diyet (kan parası) yüklenen kimseye. Başka bir rivâyette ise dördüncü bir şart getirilir: “Çok acı veren müzmin bir hastalığa kapılan kimse ihtiyacı kadar isteyebilir.” (Ebû Dâvud, Zekât: 26)
Kısacası dünyaya karşı tok gözlü olmak hem Allah’ın rızasına vesile olan hem insanlar arasında itibar kazandıran İslam ahlakının en güzel umdelerinden biridir.